Barışın bir dili vardır. Ne coğrafya ne dil ne de kültür fark eder; barışın dili vicdanın ve adaletin dilidir. Ve bu dili anlayan herkes, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, aynı şeyi ister: Silahların susmasını, adaletin konuşmasını, güvenin kurulmasını.
Dünyanın farklı köşelerinde görüyoruz ki, barış artık sadece savaşın yokluğu değil; adaletin varlığı, kurumların güvenilirliği ve toplumların sürece katılımıyla ölçülüyor. Bugün Orta Doğu'dan, Afrika ve Asya'ya kadar birçok kriz, adalet ve güvenin güçlendirilmesi ihtiyacını ortaya koyuyor.
Gerçek barış, masada imzalanan bir anlaşmadan değil, toplumun vicdanında kurulan dengeden doğar. Ve o denge, üç temel sütun üzerinde yükselir: Adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlik.
Küresel deneyimler: Barışın evrensel ilkeleri
İrlanda'daki "Hayırlı Cuma Anlaşması", modern diplomasi tarihinin en dikkat çekici örneklerinden biridir.
Süreci kalıcı kılan ne karizmatik liderlerdi ne de dış baskılar; asıl güç, sürecin şeffaf biçimde yürütülmesi ve meclis ile toplumun denetimine açık tutulmasıydı.
Silah bırakma adımları uluslararası gözlemcilerce izlendi; halkın güveni belgelerle sağlandı.
Sonuç olarak, barış bir imzadan öte toplumsal bir mutabakat haline geldi.
Güney Afrika'da apartheid sonrası kurulan "Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu" da aynı dersleri verdi:
Barışın adı, unutmak değil, yüzleşmekti.
Suç işleyenler hesap verdi, pişman olanlar affedildi, mağdurlar dinlendi.
Bu süreç, barışın sessizlik değil, gerçeğin yankısı olarak yaşanabileceğini gösterdi.
Kolombiya'da FARC ile yapılan anlaşma ise eksik uygulamanın sonuçlarını gözler önüne serdi.
Bazı suçlar cezalandırılmadı, bazı mağdurların sesi duyulmadı; güven zedelendi.
Bu örnek, tüm dünyaya hatırlattı ki: Barış, adaletle taçlanmadıkça sürdürülebilir olamaz.
Nepal'de iç savaş sonrası anayasa sürecine halkın doğrudan katılımı, barışın kapsayıcı yönünü ortaya koydu.
Kadınlar, gençler, sendikalar ve köylüler sürecin içinde oldu; söylentiler yerini bilgiye, korkular yerini diyaloga bıraktı.
Barış, burada "halkın ortak projesi" haline geldi.
Türkiye'nin perspektifi: Şehit aileleri ve toplumsal güven
Her ülke kendi barış yolculuğunu kendi tarihinin ışığında yazar.
Türkiye de bu coğrafyanın derin deneyimlerine sahiptir.
Yıllardır süren çatışmalar hem coğrafyayı hem kalpleri yaraladı.
Bu süreçte en ağır bedeli ödeyenler, şehit aileleri oldu.
Onların gözyaşında iki duygu bir arada yaşar: Gurur ve adalet talebi.
Barıştan söz edilirken, bu talebi duymadan konuşmak mümkün değildir.
Toplumun güveni, adaletin hukuka uygun biçimde sağlanmasıyla güçlenir.
Şehit ailelerinin haklı talepleri, devletin güçlü hukuk sistemi ve kurumlarıyla karşılık bulur.
Adalet hem mağdurların haklarını korur hem de devletin meşruiyetini pekiştirir.
Türkiye'nin güçlü hukuku, adaletin tesisinde halkın güvenini sağlamanın teminatıdır.
Şeffaflık ve hesap verebilirlik: Barışın dayanakları
Barışın en büyük destekçisi, şeffaflık ve hesap verebilirliktir.
Toplum sürece dahil edildiğinde, söylentiler yerini bilgiye bırakır; güven güçlenir.
Barış sürecinin her aşaması, devletin kurumları, meclis ve hukuk sistemi aracılığıyla şeffaf bir biçimde yürütüldüğünde, toplumun güveni ve şehit ailelerinin adalet talebi bir arada karşılanır.
Şeffaf süreçler, devletin zayıflığını değil, gücünü gösterir.
Hesap verebilirlik, teslimiyet değil, hukuka ve demokratik sürece bağlılığın göstergesidir.
Barış ancak böyle kurumsallaşır ve kalıcı olur.
Evrensel bir sonuç: Barış hukuk üzerinde yükselir
Bugün dünyanın dört bir yanındaki krizler, aynı soruyu tekrar sorduruyor:
Silahları susturmak kolay; peki güveni ve adaleti yeniden nasıl kuracağız?
Cevap tanklarda, gizli masalarda veya propaganda mesajlarında değil, mahkemelerde, meclislerde ve şeffaf süreçlerde gizlidir.
Türkiye de bu evrensel yasaların dışına çıkamaz.
Yeter ki süreçler şeffaf ve her adım halkın gözü önünde atılsın, her acı adaletle anlaşılmış olsun.
O zaman barış, sadece bir kelime değil, bir yaşam biçimi haline gelir.
Barış, kimsenin zaferi değil, herkesin sınavıdır.
Ve o sınavı kazandıran şey ne güçtür ne silah; sadece adalettir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cem Bürüç / diğer yazıları
- Barışın küresel ve yerel mimarisi / 14.11.2025
- Ukrayna Savaşında kim ne istiyor? / 11.11.2025
- Atatürk'ün dış politika felsefesi: Barışın stratejik gücü / 10.11.2025
- Rubio'nun Orta Asya hamlesi / 09.11.2025
- Küresel dengenin kırılma noktası: ABD, Rusya ve Türkiye'nin zor tercihleri / 08.11.2025
- Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne / 07.11.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025
- Filistin'de sol hareketlerin dünü ve bugünü / 05.11.2025
- Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Türkiye ziyareti / 01.11.2025
- Trump'ın Asya turu: Barış fotoğrafları ve ticaret hamleleri / 31.10.2025
- Ukrayna Savaşında kim ne istiyor? / 11.11.2025
- Atatürk'ün dış politika felsefesi: Barışın stratejik gücü / 10.11.2025
- Rubio'nun Orta Asya hamlesi / 09.11.2025
- Küresel dengenin kırılma noktası: ABD, Rusya ve Türkiye'nin zor tercihleri / 08.11.2025
- Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne / 07.11.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025
- Filistin'de sol hareketlerin dünü ve bugünü / 05.11.2025
- Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Türkiye ziyareti / 01.11.2025
- Trump'ın Asya turu: Barış fotoğrafları ve ticaret hamleleri / 31.10.2025

















































































