Bir türlü yakamızı bırakmayan krizlere, sağnak sağnak yağan zamlara rağmen düğün ve sünnet mevsimi oldukça yoğun geçiyor. İnsanımızın örfünden, geleneğinden taviz vermemeğe çalışıyor, dolayısıyla düğününü, sünnetini ihmal etmiyor.
Çağrıldığımız ya da arkadaşlık, akrabalık dolayısıyla mecburen katıldığımız düğün, sünnet programlarında, ne kadar köşelerde, görünmeyen yerlerde oturmaya çalışsak da bir şekilde mikrofon gelip bizi buluyor. Mikrofondan kaçamadığım zamanlarda genellikle o günlerde gündemimde, dolayısıyle ezberimde ya da yanımda olan şiirleri davetlilerle paylaşmaya çalışıyorum.
Yine böyle bir düğün programındayız ve mikrofon bende, Abdurrahim Karakoç'un "İsyanlı Sükut" adlı şiirini okumaya başlıyorum:
Gitmişti makama arz-ı hal için,
"Bey" dedi, yutkundu eydi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim
"Şey" dedi yutkundu, eğdi başını.
İlk mısraları okurken gürültülü, uğultulu bir ortam vardı, ama dörtlük biterken adeta nefeslerin tutulduğunu farkettim ve ilk dörtlüğü tekrarlayarak ikinci dörtlüğe başladım:
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı
"Vay" dedi, yutkundu, eğdi başını.
İkinci dörtlüğün sonunda, salona bir göz gezdirdim, gördüm ki gözler göz göz olmuş, yavaş yavaş mendiller çıkıyor ve hepsinin bakışlarında şu cümle okunuyordu:
"... Bu şiir beni anlatıyor."
Ve şiirin üçüncü kıtası:
Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın sigara sardı
Daldı... neden sonra garsonu gördü,
"Çay" dedi, yutkundu eğdi başını.
İçmedi masada unuttu çayı;
Kalktı ki garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı
"Say" dedi, yutkundu eğdi başını
Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım canevime döktüler ateş.
Sordum: "memleketin neresi gardaş?"
"Köy" dedi, yutkundu eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden;
Salladı dilini... vazgeçti birden
"Oy" dedi, yutkundu eğdi başını.
Şiir biter bitmez ortalardan, orta yaşlı birisi yanıma geldi:
-Bu şiiri kim yazmış dedin?
-Abdurahim Karakoç.
-Bu adam nerelidir, nerede oturuyor?
-Hayırdır beyefendi niçin soruyorsun?
-Yahu bu adam beni seyretmiş, benim yaşadıklarımı bir bir yazmış, merak ettim bizim oralı mıdır acaba?
Salondaki yüzlerce insanla tek tek konuşma imkanımız olsaydı muhtemeldi ki her biri yaşadığı ya da dinlediği benzeri bir olay anlatacaktı.
Bu şiir gerçek bir fotoğrafı veriyor bize.
Yani hayal gücüyle, boyaların yardımı ile çizilmiş bir resim değil, var olan bir hakikatin fotoğrafı. Özellikle tek parti döneminde, özellikle Anadolu'da devlet dairelerinin, devlet memurlarının fotoğrafı. Elbette istisnaları vardı, tebessümle vatandaşı karşılayan yardımcı olan helal süt emmişler vardı. Şimdi ise zannediyorsun ki bu şiirde verilen tipler istisnadır. Bir azarla vatandaşın "feleğini şaşırtacak" memurların nesli tükenmek üzeredir.
İyi fotoğraflar muhafaza edilmeli yenilerini ilave etmek için, kötü fotoğraflar da muhafaza edilmeli yeni kötülere meydan vermemek için.
Çağrıldığımız ya da arkadaşlık, akrabalık dolayısıyla mecburen katıldığımız düğün, sünnet programlarında, ne kadar köşelerde, görünmeyen yerlerde oturmaya çalışsak da bir şekilde mikrofon gelip bizi buluyor. Mikrofondan kaçamadığım zamanlarda genellikle o günlerde gündemimde, dolayısıyle ezberimde ya da yanımda olan şiirleri davetlilerle paylaşmaya çalışıyorum.
Yine böyle bir düğün programındayız ve mikrofon bende, Abdurrahim Karakoç'un "İsyanlı Sükut" adlı şiirini okumaya başlıyorum:
Gitmişti makama arz-ı hal için,
"Bey" dedi, yutkundu eydi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim
"Şey" dedi yutkundu, eğdi başını.
İlk mısraları okurken gürültülü, uğultulu bir ortam vardı, ama dörtlük biterken adeta nefeslerin tutulduğunu farkettim ve ilk dörtlüğü tekrarlayarak ikinci dörtlüğe başladım:
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı
"Vay" dedi, yutkundu, eğdi başını.
İkinci dörtlüğün sonunda, salona bir göz gezdirdim, gördüm ki gözler göz göz olmuş, yavaş yavaş mendiller çıkıyor ve hepsinin bakışlarında şu cümle okunuyordu:
"... Bu şiir beni anlatıyor."
Ve şiirin üçüncü kıtası:
Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın sigara sardı
Daldı... neden sonra garsonu gördü,
"Çay" dedi, yutkundu eğdi başını.
İçmedi masada unuttu çayı;
Kalktı ki garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı
"Say" dedi, yutkundu eğdi başını
Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım canevime döktüler ateş.
Sordum: "memleketin neresi gardaş?"
"Köy" dedi, yutkundu eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden;
Salladı dilini... vazgeçti birden
"Oy" dedi, yutkundu eğdi başını.
Şiir biter bitmez ortalardan, orta yaşlı birisi yanıma geldi:
-Bu şiiri kim yazmış dedin?
-Abdurahim Karakoç.
-Bu adam nerelidir, nerede oturuyor?
-Hayırdır beyefendi niçin soruyorsun?
-Yahu bu adam beni seyretmiş, benim yaşadıklarımı bir bir yazmış, merak ettim bizim oralı mıdır acaba?
Salondaki yüzlerce insanla tek tek konuşma imkanımız olsaydı muhtemeldi ki her biri yaşadığı ya da dinlediği benzeri bir olay anlatacaktı.
Bu şiir gerçek bir fotoğrafı veriyor bize.
Yani hayal gücüyle, boyaların yardımı ile çizilmiş bir resim değil, var olan bir hakikatin fotoğrafı. Özellikle tek parti döneminde, özellikle Anadolu'da devlet dairelerinin, devlet memurlarının fotoğrafı. Elbette istisnaları vardı, tebessümle vatandaşı karşılayan yardımcı olan helal süt emmişler vardı. Şimdi ise zannediyorsun ki bu şiirde verilen tipler istisnadır. Bir azarla vatandaşın "feleğini şaşırtacak" memurların nesli tükenmek üzeredir.
İyi fotoğraflar muhafaza edilmeli yenilerini ilave etmek için, kötü fotoğraflar da muhafaza edilmeli yeni kötülere meydan vermemek için.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Dipsiz kuyunun kazıcıları hayret içinde / 28.03.2024
- Ne olursa ‘yeter artık’ diyeceksiniz? / 27.03.2024
- Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar / 26.03.2024
- Bende her yaradan var / 24.03.2024
- Ramazan’ın ortasında faizin tam ortasına… / 23.03.2024
- 'Yusuf’u kurt yedi' yalanı devam ediyor / 22.03.2024
- Kaç Yusuf kuyulara atılıyor? Kaç Yusuf pazarlarda satılıyor? / 21.03.2024
- Hayatı pürdikkat yaşamanın mevsimidir Ramazan / 20.03.2024
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Ne olursa ‘yeter artık’ diyeceksiniz? / 27.03.2024
- Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar / 26.03.2024
- Bende her yaradan var / 24.03.2024
- Ramazan’ın ortasında faizin tam ortasına… / 23.03.2024
- 'Yusuf’u kurt yedi' yalanı devam ediyor / 22.03.2024
- Kaç Yusuf kuyulara atılıyor? Kaç Yusuf pazarlarda satılıyor? / 21.03.2024
- Hayatı pürdikkat yaşamanın mevsimidir Ramazan / 20.03.2024
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024