'Ben bu vazifeye lâyık değilim'
Ebu Hanife Kadı'ul-Kudal (Şeyhülislâm) olmaya dâvet edildiğinde şunları söylemiştir: “Ben bu vazifeye lâyık değilim.” Neden lâyık olmadığı sorulduğu zaman da şu cevabı vermiştir: “Eğer doğru isem bu vazife için ben işe yaramam; şayet yalancı isem bir yalancının kadı olması yanlış bir iş olur”
13.11.2019 00:00:00





İmam Gazali hazretleri şöyle buyurdu:
"Muhammed b. Şücâ'dan ve bir kısım arkadaşlarından rivayet edildiğine göre, Ebu Hanife'ye, 'Emîr'ul-Mü'minin Ebu Cafer Mansur size on bin dirhem verilmesini emretmiştir' denildiği zaman Ebu Hanife, 'Ben bu parayı kabul etmem' diye razı olmadığını izhar eder. Fakat sultanın bu parayı kendisine göndereceği günün sabahı, namazını kılar ve sonra elbisesine bürünerek sessiz sedâsız yatağına girer ve kimseyle konuşmaz. Bu esnada Hasan b. Kahtebe'nin bir adamı, yanında bahsi geçen parayı getirerek Ebu Hanife'nin huzuruna girer.
İmamın yanında bulunanlardan bazıları devletin gönderdiği elçiye, 'Ancak arada sırada ve pek az konuşabiliyor' derler ve ilâve ederler: 'Sizin anlayacağınız kendisine bir hastalık ârız olmuştur; bu hastalık ârız olduğundan bu yana hâli hep böyledir.
Parayı getiren elçi, 'O halde getirdiğim parayı şu keseye koyup evin bir kenarına bırakın ve iyileştiği zaman da kendisine teslim edin' der.
Bu hal karşısında İmam Azam, terekesi hakkında oğlu Hammad'a şu vasiyette bulunur: 'Öldüğüm zaman beni defneder etmez bu paraları al, Hasan b. Kahtebe'ye götür ve ona de ki: Ebu Hanife'nin yanında emanet olarak bıraktığınız şu paranızı geri alın.'
Oğlu Hammad şöyle anlatır: 'Babamın vasiyetini aynen tatbik ettim. Bunun üzerine Hasan bana dedi ki: Allah'ın rahmeti babanın üzerine olsun. O, dini hakkında çok sıkı idi.'
Ebu Hanife Kadı'ul-Kudal (Şeyhülislâm) olmaya dâvet edildiğinde şunları söylemiştir: 'Ben bu vazifeye lâyık değilim.' Neden lâyık olmadığı sorulduğu zaman da şu cevabı vermiştir: 'Eğer doğru isem bu vazife için ben işe yaramam; şayet yalancı isem bir yalancının kadı olması yanlış bir iş olur.'
Âhiret yolunu, din işlerini ve Allah Teâlâ'nın sıfat-ı ilâhîyesini bilmesine gelince, dünyadaki zühd ve takvâsı ve Allah'tan şiddetle korkar olması bunun açık bir delilidir.
İbn Cüreyh şöyle der: 'Sizin şu Kûfeli Nûman b. Sâbit'ten bahsedenler, hep onun Allah'tan şiddetle korktuğunu söylüyorlar.'
Şerik en-Nehaî şöyle demiştir: 'Ebu Hanife çok susardı daima düşünceliydi ve halk ile az konuşurdu.'
Bu durumu, onun bâtınî ilime sahip olduğunun en bariz delilidir. O, dinin en mühim ve hayatî konularıyla ilgili meseleleri üzerinde düşünür ve netice çıkarmaya çalışırdı. Çünkü susmasını bilip, sükût eden kimseye ilmin tamamı verilmiştir."
OKAN EGESEL
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.