Kurtuluşun kapısı Kitaba sımsıkı sarılabilmek.
İstikametin şaşmaz ölçüsü Kerim Kitaba sımsıkı sarılabilmek.
Her türlü sapıklığı ve sapkınlığı eşikten ve beşikten uzak tutmanın biricik yolu kerim Kitaba tutunabilmek.
Altın ile tenekeyi, cevher ile cürufu, deve ile cüceyi, adam ile cüdamı, hakiki ile şarlatanı bir birinden ayırt edebilmenin yegane formülü Kerim kitaba sımsıkı sarılabilmektir.
Artvinli Aşık Huzuri'nin onlarca yıl evvel söylediği:
"Şimdiki zamanda her şey tersine
Yahşi satılmadan yaman satılır
Altın sarf edemez doğru bir kişi
Eğri tunç gezdirse hemen satılır"
tablosunun her tarafta normale dönmesi için tek çıkar yol hidayet kaynağı olan Kitaba sımsıkı sarılmaktır.
Dine-diyanete, vatana-devlete, millete-toprağa, bayrağa-bağımsızlığa göz diken kem gözleri yuvasından sökmek için, bizim aleyhimize kazdıkları bütün çukurlara kendilerini dökmek için tek yol bu Kitabın buyruklarını hayatın bütün alanlarına buyur etmektir.
Sağlam bir kulp olarak Kitaba sarılmak?
Tutunanı Allah'a ulaştıracak bir "ip" olarak Kitaba sarılmak?
Bir tutabilsek bir kez tutunabilsek sımsıkı sarılacağız ama aramızda dağlar var.
Evet, iki kabak arasında gayet pahalı ve kaliteli kâğıtlara basılı, yaldızlı, yıldızlı süslemeli Kur'anlar hemen hepimizin evini süslemektedir ama bu süs bir türlü işimize, aşımıza, gidişimize, gelişimize özetle hayatımızın tüm alanlarına yansımamaktadır.
Kerim Kitabı elimizle tutuyoruz ve fakat ona tutunamıyoruz, elimizle tutuyoruz ama sımsıkı sarılamıyoruz, elimizde tutuyoruz ama nurundan bir türlü istifade edemiyoruz.
Bir tutabilsek, bir kez tutunabilsek sımsıkı sarılacağız ama o malum ve meşhur kitabın anlam dünyasından fersah fersah uzaklarda dolaşıp duruyoruz.
Anlam dünyasına giremeyince, derununa nüfuz edemeyince okumayı telaffuzdan, sadece seslendirmeden ibaret zannedip kendimizi avutuyoruz.
Kafamızın bir tarafına değil her tarafına şu gerçeği yazmalıyız; Kur'an'ı anlamadan okumak onu okumak değildir, sadece ve sadece seslendirmektir, lafızları tekrarlamaktır.
Kur'an'ın nurunu hayatının karanlıklarına yansıtıp aydınlanamayan fertler Kur'an'ı okumadıkları gibi bu durumdaki cemiyetler, milletler de okumuyor, istifade edemiyor demektir.
"Kitaba sarılanlar ve namazı gerektiği şekilde yerine getirenler bilsinler ki, Biz iyilik için çalışanların mükâfatlarını asla zâyi etmeyiz." (A'raf: 170).
Bu ayet-i kerimede gerçek müminlere verilen "Kitaba sarılma ve namazı ikame" vazifesi layıkıyla ifa edilemeyince bir önceki ayette sözü edilen arızalar zuhur ediyor:
"Ve ardından ilâhî kitabın mirasçısı oldukları halde, bu değersiz dünyanın, geçici tadlarına sarılan yeni kuşaklar aldı onların yerini ve 'Nasıl olsa sonunda affedileceğiz' diyerek karşılarına çıkan bu kabil geçici şeylere sarılan günahkâr kimseler olup çıktılar. Oysa onlardan Allah'a yalnızca doğru ve gerçek olanı söyleyeceklerine dair teminat alınmamış mıydı? Onda yazılı olanı, tekrar tekrar okumamışlar mıydı? Yolunu Allah'ın Kitabıyla bulan herkes için, iki hayattan en iyisi, en üstünü ahiret hayatı olduğuna göre, artık aklınızı hâlâ kullanmayacak mısınız?" (A'raf: 169).
İstikametin şaşmaz ölçüsü Kerim Kitaba sımsıkı sarılabilmek.
Her türlü sapıklığı ve sapkınlığı eşikten ve beşikten uzak tutmanın biricik yolu kerim Kitaba tutunabilmek.
Altın ile tenekeyi, cevher ile cürufu, deve ile cüceyi, adam ile cüdamı, hakiki ile şarlatanı bir birinden ayırt edebilmenin yegane formülü Kerim kitaba sımsıkı sarılabilmektir.
Artvinli Aşık Huzuri'nin onlarca yıl evvel söylediği:
"Şimdiki zamanda her şey tersine
Yahşi satılmadan yaman satılır
Altın sarf edemez doğru bir kişi
Eğri tunç gezdirse hemen satılır"
tablosunun her tarafta normale dönmesi için tek çıkar yol hidayet kaynağı olan Kitaba sımsıkı sarılmaktır.
Dine-diyanete, vatana-devlete, millete-toprağa, bayrağa-bağımsızlığa göz diken kem gözleri yuvasından sökmek için, bizim aleyhimize kazdıkları bütün çukurlara kendilerini dökmek için tek yol bu Kitabın buyruklarını hayatın bütün alanlarına buyur etmektir.
Sağlam bir kulp olarak Kitaba sarılmak?
Tutunanı Allah'a ulaştıracak bir "ip" olarak Kitaba sarılmak?
Bir tutabilsek bir kez tutunabilsek sımsıkı sarılacağız ama aramızda dağlar var.
Evet, iki kabak arasında gayet pahalı ve kaliteli kâğıtlara basılı, yaldızlı, yıldızlı süslemeli Kur'anlar hemen hepimizin evini süslemektedir ama bu süs bir türlü işimize, aşımıza, gidişimize, gelişimize özetle hayatımızın tüm alanlarına yansımamaktadır.
Kerim Kitabı elimizle tutuyoruz ve fakat ona tutunamıyoruz, elimizle tutuyoruz ama sımsıkı sarılamıyoruz, elimizde tutuyoruz ama nurundan bir türlü istifade edemiyoruz.
Bir tutabilsek, bir kez tutunabilsek sımsıkı sarılacağız ama o malum ve meşhur kitabın anlam dünyasından fersah fersah uzaklarda dolaşıp duruyoruz.
Anlam dünyasına giremeyince, derununa nüfuz edemeyince okumayı telaffuzdan, sadece seslendirmeden ibaret zannedip kendimizi avutuyoruz.
Kafamızın bir tarafına değil her tarafına şu gerçeği yazmalıyız; Kur'an'ı anlamadan okumak onu okumak değildir, sadece ve sadece seslendirmektir, lafızları tekrarlamaktır.
Kur'an'ın nurunu hayatının karanlıklarına yansıtıp aydınlanamayan fertler Kur'an'ı okumadıkları gibi bu durumdaki cemiyetler, milletler de okumuyor, istifade edemiyor demektir.
"Kitaba sarılanlar ve namazı gerektiği şekilde yerine getirenler bilsinler ki, Biz iyilik için çalışanların mükâfatlarını asla zâyi etmeyiz." (A'raf: 170).
Bu ayet-i kerimede gerçek müminlere verilen "Kitaba sarılma ve namazı ikame" vazifesi layıkıyla ifa edilemeyince bir önceki ayette sözü edilen arızalar zuhur ediyor:
"Ve ardından ilâhî kitabın mirasçısı oldukları halde, bu değersiz dünyanın, geçici tadlarına sarılan yeni kuşaklar aldı onların yerini ve 'Nasıl olsa sonunda affedileceğiz' diyerek karşılarına çıkan bu kabil geçici şeylere sarılan günahkâr kimseler olup çıktılar. Oysa onlardan Allah'a yalnızca doğru ve gerçek olanı söyleyeceklerine dair teminat alınmamış mıydı? Onda yazılı olanı, tekrar tekrar okumamışlar mıydı? Yolunu Allah'ın Kitabıyla bulan herkes için, iki hayattan en iyisi, en üstünü ahiret hayatı olduğuna göre, artık aklınızı hâlâ kullanmayacak mısınız?" (A'raf: 169).
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024