ABD'den Türkiye'ye mesaj yağıyor. Pandora'nın kutusunu Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz açtı. Onu Dışişleri Bakan Yardımcısı, eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman izledi. Wolfowitz ve Grossman'ın mesajlarını 7 kelimeyle ortak payda altında toplayabilmek mümkün: Türkiye, bundan böyle ABD'nin çizdiği rotadan sapmasın!
Ardından ABD Genelkurmay Başkanı Myers'la Genelkurmay Başkanı Org. Özkök arasındaki telefon görüşmesi gündeme bomba gibi düştü....
General Myers'la Org. Özkök arasındaki telefon görüşmesi Kuzey Irak ve PKK açısından önem taşıyor.
General Myers, Org. Özkök'e, "Musul ve Kerkük'ten kaygılanıyordunuz. Buradaki silahlı Kürtleri çıkartıyoruz ve çıkarırken de silahlarını alıyoruz" bilgisini veriyor. Ancak kenti korumakla görevlendirilen kişilerin önemli bir bölümü peşmerge, her nedense!
Bu noktada Org. Özkök de, bu bilgiye karşılık, "Madem öyle PKK'nın silahlarını niye almıyorsunuz? Onların yanından gelip geçtiniz" diyor.
Myers, bu soruya karşılık da, "Merak etmeyin, PKK'yı da silahsızlandırıp, etkisiz hale getireceğiz. Bununla ilgili planlama çalışmalarımız sürüyor. Hatta belki o zaman Türk askerinin Kuzey Irak'ta bulunmasına da ihtiyaç kalmayacak" diyor.
Ancak Myers, kıvrak bir manevrayla Musul'da PKK'nın büro açtığı gerçeğini "es" geçiyor!
Myers'ın bu sözleri üzerine Özkök de, Türk askerinin PKK'yı izlemek üzere Kuzey Irak'ta bulunduğunu, bu sorunun ortadan kalkması halinde o zaman Kuzey Irak'taki TSK varlığının gözden geçirilebileceğini iletiyor.
Peki Myers'in ipiyle kuyuya inilir mi? Tarihi birikimlerimiz buna "evet" dememizi zorlaştırıyor... Çünkü ABD dış politikasının temel parametrelerinden biri, "sağ gösterip, sol çakmaktır". Futbol terimleriyle ifade edersek, ABD müttefiklerini sık sık kontrpiyede (ters ayak demek Fransızca) bırakır.
1991'de bunu yaptılar... Türkiye, Saddam'ın Kuveyt'ten çıkarılması için Washington'a her türlü desteği verdi. Buna karşılık olarak, Washington Irak'ın kuzeyinde otorite boşluğu yaratıp, PKK terörününü azmanlaşmasının yolunu açtı. Bununla da yetinmedi, Barzani ve Talabani'nin palazlanması için imkanlarını seferber etti.
Irak işgali öncesine gelince... Aynı siyaseti sürdürdüler. ABD, Ankara'ya aradığı güveni ve güvenceyi başlangıçtan itibaren verme gereksinimi duymadı. Ankara'ya başka, Kuzey Irak'taki gruplara başka garantiler verdi. Bu garantilerin birbiriyle çeliştiği ayan beyan ortada...
Sonuç: "Dediğim dedik, çaldığım düdük" türü bir dış politika güden ABD ile ilişkilerde "üç kere düşünmeli, bir kere adım atmalı"...
Ardından ABD Genelkurmay Başkanı Myers'la Genelkurmay Başkanı Org. Özkök arasındaki telefon görüşmesi gündeme bomba gibi düştü....
General Myers'la Org. Özkök arasındaki telefon görüşmesi Kuzey Irak ve PKK açısından önem taşıyor.
General Myers, Org. Özkök'e, "Musul ve Kerkük'ten kaygılanıyordunuz. Buradaki silahlı Kürtleri çıkartıyoruz ve çıkarırken de silahlarını alıyoruz" bilgisini veriyor. Ancak kenti korumakla görevlendirilen kişilerin önemli bir bölümü peşmerge, her nedense!
Bu noktada Org. Özkök de, bu bilgiye karşılık, "Madem öyle PKK'nın silahlarını niye almıyorsunuz? Onların yanından gelip geçtiniz" diyor.
Myers, bu soruya karşılık da, "Merak etmeyin, PKK'yı da silahsızlandırıp, etkisiz hale getireceğiz. Bununla ilgili planlama çalışmalarımız sürüyor. Hatta belki o zaman Türk askerinin Kuzey Irak'ta bulunmasına da ihtiyaç kalmayacak" diyor.
Ancak Myers, kıvrak bir manevrayla Musul'da PKK'nın büro açtığı gerçeğini "es" geçiyor!
Myers'ın bu sözleri üzerine Özkök de, Türk askerinin PKK'yı izlemek üzere Kuzey Irak'ta bulunduğunu, bu sorunun ortadan kalkması halinde o zaman Kuzey Irak'taki TSK varlığının gözden geçirilebileceğini iletiyor.
Peki Myers'in ipiyle kuyuya inilir mi? Tarihi birikimlerimiz buna "evet" dememizi zorlaştırıyor... Çünkü ABD dış politikasının temel parametrelerinden biri, "sağ gösterip, sol çakmaktır". Futbol terimleriyle ifade edersek, ABD müttefiklerini sık sık kontrpiyede (ters ayak demek Fransızca) bırakır.
1991'de bunu yaptılar... Türkiye, Saddam'ın Kuveyt'ten çıkarılması için Washington'a her türlü desteği verdi. Buna karşılık olarak, Washington Irak'ın kuzeyinde otorite boşluğu yaratıp, PKK terörününü azmanlaşmasının yolunu açtı. Bununla da yetinmedi, Barzani ve Talabani'nin palazlanması için imkanlarını seferber etti.
Irak işgali öncesine gelince... Aynı siyaseti sürdürdüler. ABD, Ankara'ya aradığı güveni ve güvenceyi başlangıçtan itibaren verme gereksinimi duymadı. Ankara'ya başka, Kuzey Irak'taki gruplara başka garantiler verdi. Bu garantilerin birbiriyle çeliştiği ayan beyan ortada...
Sonuç: "Dediğim dedik, çaldığım düdük" türü bir dış politika güden ABD ile ilişkilerde "üç kere düşünmeli, bir kere adım atmalı"...