Şemdinli, Yüksekova ve Hakkari caddelerinde Başbakan Erdoğan, kendisini protesto edip, sözlü olarak ve pankartlarla Hakkari Valisini istifaya çağıranlara şöyle cevap vermişti: "Ben ve bakanlarım sloganlarla ülkeyi idare etmiyoruz. Bu böyle biline. İndirin o pankartları cebinize koyun." O pankartlar indirildi ama Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı söylediği için değil, DEHAP'lı belediye başkanı söylediği için?Ve o pankartları da Hakkarililer değil, Başbakan Erdoğan cebine koydu. Ankara'ya gidince de ilk iş olarak cebinden PKK'nın yazdırdığı o pankartları çıkartıp, gereğini icra etti. Başbakan'ın acil talimatıyla, Hakkari'nin içinde bulunduğu durumu net bir şekilde özetleyip, "Buradaki olaylar öyle Ankara'dan, İstanbul'dan görüldüğü gibi değil. Buradaki olayı başka yerde bulunan birisine anlatsam, 'korkmuş, çekinmiş, abartıyor' diye içinden geçer. Burada olaylar bildiğiniz gibi değil. Görmeden, yaşamadan buradaki olaylar anlatılmaz" diyen Vali Erdoğan Gürbüz'ün görev yeri, Tokat Valisiyle değiştirildi. Bu değişiklikle Başbakanın sloganlarla, daha da önemlisi PKK merkezli sloganlarla ülkeyi yönettiği net bir şekilde ortaya çıktı. PKK'ya açık açık kelle verildi. Bir anlamda, Şemdinli provokasyonun amacı hasıl oldu. "Bölgeyi istediğim gibi yönetirim, istemediğim işgalci Türkiye Cumhuriyeti valisi burada görev yapamaz" mealinde mesajlar gönderen PKK, istediğini kopardı. Şimdi PKK ve yandaşlar Hakkari'nin "kurtarılmış bölge" olduğu iddiasının bizzat başbakan icraatıyla teyit edilmesinin dayanılmaz zevkini yaşıyor. ***Şemdinli'de başlayan olaylarla birlikte AB'nin ve ABD'nin uzun zamandır kovaladıkları bir fırsat da belli odaklara verilmiş oldu. Türkiye'de AB'nin ve ABD'nin en çok rahatsız oldukları kurum Türk Silahlı Kuvvetleri. ABD perde arkasından ve Başbakan'ın Beyaz Saray ziyaretlerinde, AB ise müzakereler ve yapılması gereken reformlar adı altında Türk askerinin tasfiye edilmesi için baskı uyguluyor. Şemdinli olaylarından murad, Türk askerinin tasfiye sürecinin fitili olmasıydı. "Yeni Susurluk yakaladık, derin devleti çökerteceğiz" söylemlerinin altında Türk askerinin iyice azalan etkinliğinin tümüyle sona erdirilmesi yatıyor. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök üzerinde yoğunlaşan tartışmalar, Özkök'e cumhurbaşkanlığı teklif edileceği yolundaki dedikodular ve Büyükanıt Paşa'nın emekli edilmesiyle ilgili söylemlerin üst üste gelmesi tesadüf değil. Türk askerinin bugünkü yapısından rahatsızlık duyan çevreler, bu tartışmalarla bu kurumun sağlam ve milli duruşuna darbe indirmek niyetindeler. Bu amaçlarına ulaşmak için de, Başbakan'ın aldanmayın diye uyardığı "puslu havayı" kullanmak istiyorlar. Öncelikle o puslu havanın hangi çakalları sevindireceğini ve kimlerin kümesine saldıracaklarını iyi görmek gerekiyor. Dikkatimi çeken önemli bir husus da, 28 Şubat edebiyatlarıyla kendisini mazlum ve de mağrur gösterme gayretkeşliğine girmiş ve bugün Atlantik ötesindeki karargahlarında ikamet etmekte olan birilerinin, bugünlerde Şemdinli, MİT, JİTEM ve Genelkurmay tartışmalarına haddinden fazla müdahale etmeleri. Ülkenin en kritik dönemeçlerinden birisi olan 28 Şubat döneminde ülkeyi terk etmek suretiyle çözüm(!) üretenler ve Genelkurmay, MİT ve JİTEM konularında ağızlarından tek bir kelime çıkarmaya cesaret edemeyenler, bugünlerde Genelkurmay Başkanı'nın kim olması gerektiği konusunda ahkam kesiyor. Atlantik ötesinden aldıkları nefese güveniyorlarsa yanılıyorlar, çünkü Türk milletinin nefesi hepsinden kuvvetli. Bir anda yerle yeksan edebilir.