Habil ile Kabil kavgasının, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın, Soğuk Savaş'ın, Kürt sorununun, türban meselesinin, zorunlu din dersinin, nükleer silah anlaşmazlığının ve basit bir sokak tartışmasının ortak paydası ne olabilir? Bunların hepsi yoğunluk derecesi ve şiddet ile ilişkisi farklı düzeylerde olan birer çatışma örnekleridir. Çatışma deyince akla ilk gelenler şüphesiz, şiddet, silah ve savaştır. Oysa çatışma, sadece şiddet içeren herhangi bir eylem olmayıp, sosyal hayatın her safhasında ve değişik düzeylerde kendisini gösterir. Yani şunu söyleyebiliriz ki çatışma, adeta günlük hayatımızın doğal bir parçasıdır. Her gün değişik düzey ve yoğunlukta farklı farklı çatışmalarla yüzleşmekteyiz; bazılarını çözer, bazılarıyla yaşarız. Bu çatışmaların bir kısmı bireyler arasında, bir kısmı gruplar arasında; bir kısmı sosyal, bir kısmı ekonomik ve bir bölümü de siyasaldır. Toplumlarda ya da toplumlararasında var olan çatışmalar çoğu zaman değişimin, dönüşümün aracı ve katalizörü olurken, şiddete varan çatışmalar yıkımın ve parçalanmanın nedeni olabilir. Bu nedenle çatışma iyi yönetilirse iyi, kötü yönetilirse (yönetilemezse) kötü sonuçlar doğurur.
Türkiye'nin iç ve dış politikasını derinden etkileyen mevcut siyasi, sosyal, ekonomik, etnik, dini ve kültürel sayısız çatışma için ne yapıyoruz; çatışma yönetiminin neresindeyiz? Çatışmalarımızı duygusal, ideolojik, hatta şiddet merkezli bir çerçevede mi tartışıyoruz, yoksa bilimsel, barışçıl ve ahlaki bir zeminde yapıcı diyalogla mı müzakere ediyoruz? Bu da uzlaşma kültürüne bağlıdır. Dünyada çatışma yönetiminin barışçıl metotları yaygınlaşırken, her sorununu çatışmaya dönüştürme becerisini gösteren ülkemizde uzlaşma fukaralığı yaşamaktayız.
Ya Ortadoğu'yu çorbaya çeviren küresel güçlere ne demeli? Sömürme ihtirasları uğruna hak hukuk tanımadan uyguladıkları vahşeti, hangi insanlığa, hangi uygarlığa ve de hangi uzlaşma kültürüne sığdırabileceğiz!
O halde iş başa düşmüştür. Terör örgütlerinin değirmenine su taşıyanlarla ittifaktan bize hayır gelmez. Suriye ve bölgemizdeki çatışmaları çok iyi yönetmeliyiz. "Güvenli Bölge" iki ucu açık boru. ABD'nin bu bölge için sinsi emellerini tahakkuk ettiremeyeceği stratejiler geliştirmeliyiz. Rusya ve ABD arasında sıkışmışlığa mahkûm olmadan, denge politikasıyla, yerimizi belirlemek zorundayız. Denge politikası için, geç de olsa Suriye'yi muhatap almalıyız; özellikle İdlib'de durum vahimken.
16 Eylül'de Ankara'da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin katılımıyla düzenlenmesi beklenen liderler buluşmasında Türkiye anahtar ülke görevini üstlenmelidir.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023