Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Sayın Hüseyin Baş hakkında hazırlanan iddianame, yargı bağımsızlığına dair kaygıların somut bir örneği olarak gündeme oturdu.
Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla 8 yıl 2 ay hapis cezası talep edilen bu dava, sadece Sayın Baş'ın şahsında değil, muhalefetin tamamına yönelik baskıcı bir eğilimi gözler önüne sermektedir.
Sayın Baş'ın 22 Aralık 2024 tarihinde Trabzon İl Kongresi'nde yaptığı konuşma, sosyal medya ve bazı haber mecralarında da yayımlandıktan sonra hakkında cezai işlem başlatıldı. Konuşmasında geçen ifadeler, klasik anlamda siyasi bir eleştiri ve muhalif duruşun yansımasıdır. Ancak bu ifadeler, savcılık tarafından "Cumhurbaşkanına hakaret" kapsamında değerlendirilerek cezai kovuşturmaya konu edilmiştir.
Eleştiri, demokratik toplumların temel yapı taşlarındandır ve ifade özgürlüğü, Anayasa'nın 26. maddesi ile güvence altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarında da belirtildiği üzere, siyasetçilerin daha geniş bir eleştiri yelpazesine katlanma yükümlülüğü vardır. Bu durumda, söz konusu değerlendirmelerin cezalandırılması toplum tarafından hukuki değil, siyasi bir tavır olarak algılanmaktadır.
Bu iddianamenin, Sayın Baş'ın "AKP'nin oyu %10'a MHP'nin oyu %3'e düşmüştür." şeklindeki sosyal medya paylaşımından hemen sonra açıklanmış olması da dikkat çekicidir. Zamanlama itibarıyla bu durum, yargının siyasi gelişmelere eşzamanlı refleks gösterdiği yönündeki eleştirileri güçlendirmektedir.
Daha düşündürücü olan ise Türkiye'de dolandırıcılık, kalpazanlık, hırsızlık ve hatta bazı cinsel suçlar için daha düşük ceza talepleri görülürken, siyasi bir eleştiri nedeniyle 8 yılı aşan bir hapis cezası istenmesidir. Bu durum, adalet duygusunu zedelemekte ve kamu vicdanında ciddi yaralar açmaktadır.
Bu yargı refleksinin kökenlerini anlamak için, son 15 yıldaki yapısal müdahalelere bakmak gerekir:
- 2010 anayasa referandumu ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) yapısı değiştirildi.
- 9 Şubat 2011 – 6110 sayılı kanun ve 20 Kasım 2017- 696 sayılı KHK kararı ile Yargıtay ve Danıştay'ın üye sayıları artırıldı, azaltıldı, yeniden belirlendi.
- Bu süreçte yargıdaki kadrolar dört kez büyük oranda değiştirildi.
15 Temmuz 2016'da ülkemiz bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. Bu kalkışma milletimizin iradesiyle bertaraf edildi. Ancak ne yazık ki hükümet, bu kalkışmayı fırsata çevirerek yargıda kendi otoritesini tahkim etti. Millet iradesi, maalesef hükümetin otoriterleşme sürecine hız kazandıran bir araca dönüştürüldü. Oysa milletin iradesi, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü pekiştirmek için kullanılmalıydı.
Bugün geldiğimiz noktada, sesini duyurabilen her muhalif aktör, cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalma riskiyle baş başadır. Oysa demokratik rejimlerde siyasetçilerin görevi; halkın çıkarını savunmak, yanlış gördüğü politikaları yüksek sesle dile getirmektir. Eğer siyasetçi konuştuğu için cezalandırılırsa, halk susturulmuş olur.
Sayın Hüseyin Baş'a yönelik bu dava, bireysel bir yargılama olmanın ötesinde; Türkiye'de muhalefetin nefes alanını daraltma çabasının yargı eliyle yürütüldüğünü gösteriyor. Bu sadece Sayın Baş'a değil, ifade özgürlüğüne, adalet duygusuna ve hukuk devletine yönelmiş bir tehdittir.
Hukuk, iktidarın kalkanı değil, halkın güvencesi olmalıdır.
Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla 8 yıl 2 ay hapis cezası talep edilen bu dava, sadece Sayın Baş'ın şahsında değil, muhalefetin tamamına yönelik baskıcı bir eğilimi gözler önüne sermektedir.
Sayın Baş'ın 22 Aralık 2024 tarihinde Trabzon İl Kongresi'nde yaptığı konuşma, sosyal medya ve bazı haber mecralarında da yayımlandıktan sonra hakkında cezai işlem başlatıldı. Konuşmasında geçen ifadeler, klasik anlamda siyasi bir eleştiri ve muhalif duruşun yansımasıdır. Ancak bu ifadeler, savcılık tarafından "Cumhurbaşkanına hakaret" kapsamında değerlendirilerek cezai kovuşturmaya konu edilmiştir.
Eleştiri, demokratik toplumların temel yapı taşlarındandır ve ifade özgürlüğü, Anayasa'nın 26. maddesi ile güvence altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarında da belirtildiği üzere, siyasetçilerin daha geniş bir eleştiri yelpazesine katlanma yükümlülüğü vardır. Bu durumda, söz konusu değerlendirmelerin cezalandırılması toplum tarafından hukuki değil, siyasi bir tavır olarak algılanmaktadır.
Bu iddianamenin, Sayın Baş'ın "AKP'nin oyu %10'a MHP'nin oyu %3'e düşmüştür." şeklindeki sosyal medya paylaşımından hemen sonra açıklanmış olması da dikkat çekicidir. Zamanlama itibarıyla bu durum, yargının siyasi gelişmelere eşzamanlı refleks gösterdiği yönündeki eleştirileri güçlendirmektedir.
Daha düşündürücü olan ise Türkiye'de dolandırıcılık, kalpazanlık, hırsızlık ve hatta bazı cinsel suçlar için daha düşük ceza talepleri görülürken, siyasi bir eleştiri nedeniyle 8 yılı aşan bir hapis cezası istenmesidir. Bu durum, adalet duygusunu zedelemekte ve kamu vicdanında ciddi yaralar açmaktadır.
Bu yargı refleksinin kökenlerini anlamak için, son 15 yıldaki yapısal müdahalelere bakmak gerekir:
- 2010 anayasa referandumu ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) yapısı değiştirildi.
- 9 Şubat 2011 – 6110 sayılı kanun ve 20 Kasım 2017- 696 sayılı KHK kararı ile Yargıtay ve Danıştay'ın üye sayıları artırıldı, azaltıldı, yeniden belirlendi.
- Bu süreçte yargıdaki kadrolar dört kez büyük oranda değiştirildi.
15 Temmuz 2016'da ülkemiz bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. Bu kalkışma milletimizin iradesiyle bertaraf edildi. Ancak ne yazık ki hükümet, bu kalkışmayı fırsata çevirerek yargıda kendi otoritesini tahkim etti. Millet iradesi, maalesef hükümetin otoriterleşme sürecine hız kazandıran bir araca dönüştürüldü. Oysa milletin iradesi, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü pekiştirmek için kullanılmalıydı.
Bugün geldiğimiz noktada, sesini duyurabilen her muhalif aktör, cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalma riskiyle baş başadır. Oysa demokratik rejimlerde siyasetçilerin görevi; halkın çıkarını savunmak, yanlış gördüğü politikaları yüksek sesle dile getirmektir. Eğer siyasetçi konuştuğu için cezalandırılırsa, halk susturulmuş olur.
Sayın Hüseyin Baş'a yönelik bu dava, bireysel bir yargılama olmanın ötesinde; Türkiye'de muhalefetin nefes alanını daraltma çabasının yargı eliyle yürütüldüğünü gösteriyor. Bu sadece Sayın Baş'a değil, ifade özgürlüğüne, adalet duygusuna ve hukuk devletine yönelmiş bir tehdittir.
Hukuk, iktidarın kalkanı değil, halkın güvencesi olmalıdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Hüseyin Baş davası / 24.05.2025
- PKK sonrası dönem: Fırsat mı, tuzak mı? / 23.05.2025
- PKK feshedildi mi, yeniden mi kuruldu? / 22.05.2025
- Trump’ın Türkiye’ye bakışı: Hayranlık mı, hesap mı? / 20.05.2025
- Zafer Günü töreni ve dış politika üzerine / 19.05.2025
- Neopatrimonyalizm ve muhalefetin yol haritası / 18.05.2025
- Muhalefetsiz demokrasi olmaz / 17.05.2025
- Hindistan, ABD ve İslamofobi üzerine düşünceler / 16.05.2025
- Bu olanların hiçbiri sürpriz değil / 15.05.2025
- Barış mı, dağılmanın eşiği mi? / 14.05.2025
- PKK sonrası dönem: Fırsat mı, tuzak mı? / 23.05.2025
- PKK feshedildi mi, yeniden mi kuruldu? / 22.05.2025
- Trump’ın Türkiye’ye bakışı: Hayranlık mı, hesap mı? / 20.05.2025
- Zafer Günü töreni ve dış politika üzerine / 19.05.2025
- Neopatrimonyalizm ve muhalefetin yol haritası / 18.05.2025
- Muhalefetsiz demokrasi olmaz / 17.05.2025
- Hindistan, ABD ve İslamofobi üzerine düşünceler / 16.05.2025
- Bu olanların hiçbiri sürpriz değil / 15.05.2025
- Barış mı, dağılmanın eşiği mi? / 14.05.2025