Âdettendir.
İslam'a hücumlar her sene Ramazan ayında olurdu.
Bu sene biraz erken başladı.
Bununla kalınmayacağına göre, yapılanlar öncü hücumlar olmalı.
Demek ki, şimdiden ısınma faaliyeti yapıyorlar.
Öyleyse Ramazan'da daha yoğun hücumlara hazır olalım...
Hilenin, art niyetin, zihinleri bulandırmanın tavanı yok.
Her sene, bir sürü mesele bulup İslam'ı iyi bilmeyenlerin zihinlerini altüst etmek mümkün.
Bu işlere teşne sözde din adamları bulunduğu müddetçe, bunlar çok kolay işler.
* * *
İlahiyaçtı olup da eline bir profesörlük geçiren birçokları, ekrana çıkıp üç-beş kelime söyleyebilmek uğruna, ilmi de, dini gerçekleri de enselerinin arkalarına atmaktan çekinmiyorlar.
İki haftadır, bir TV kanalında boy gösteren ilahiyat profesörünün, ceviz kabuğunu doldurmayan sözlerini dinledik.
Eline geçirdiği hayâlî bir bayrağı alıp, kimin veya kimlerin namına yaptığı belli olmayan "Bayraktar"lığa soyunmuş gözüküyordu.
Eli "Bayraklı" bu zat, ne hadislerde verilen haberleri görüyor, ne âyetlere bakıyordu.
Gerçi ayet okumuyor değil.
Okuyor okumasına ama, okuduğu ayetlerde geçen kelimelerin manasını gördüğü ve düşündüğü yok.
* * *
Profesörümüz, Cehennem'den bahsetmiyor. Cennet'se, ona göre önce Mekke civarı imiş.
Âdem Aleyhisselam, Cennet gibi güzel olan orada yaratılmış.
Sonra Hz. Âdem oradan çıkarıldığı gibi, o civar da cennet gibi güzel olmaktan çıkarılmış.
Sayın okuyucular, şu anda zihninizden geçeni okur gibiyim.
Diyorsunuz ki,
-Peki böyle olduğunu neye dayanarak söylüyor? Delili neymiş?
Amma yaptınız haa!
Delil dediğiniz ne ki!
Ağama delil sorulur mu?
O bugüne bugün ilâhiyat profesörüdür. Öyledir dediyse öyledir...
Kabul etmeye mecbursunuz... O kadar!..
Âyetlere şâhâne izahlar getiren bir allameye böyle şeyler sormak ayıp değil mi?
Şâhâne izahlar getirdiğini nereden mi biliyorum?
Şeyhin kerâmeti kendinden menkul derler ya; şâhane izahlar yaptığını TV'de hocam kendisi söyledi de ondan biliyorum.
* * *
Hani cennet eskiden Mekke civarıymış ya...
Kıyametten sonra da, cennet çok geniş olarak yine orada kurulacakmış...
Hani, günah-sevap, Cennet-Cehennem tanımayan bazıları,
-Ne âhireti kardeşim! Cennet de bu dünyada, Cehennem de...
Çalışırsan, bu dünya Cennet olur, çalışmazsan Cehennem, derler ya...
Hocamın söylediği öyle değil tabii.
Âl-i İmran Sûresi'nin şu mealdeki 133. âyeti:
"Koşuşun Rabbinizden bir bağışlanmaya ve Cennete ki, onun genişliği yer ve gökler genişliğidir. (Günahtan) sakınanlar için hazırlanmıştır."
Sayın profesör, bu ayeti okuyup, Cennetin yerler ve gökler genişliğinde olarak dünya üzerinde kurulacağını söylerken küçücük bir hata yapıyor.
Âyette, Cennetin yerine değil, genişliğine işaret edildiğini fark edemiyor.
Hadid Sûresi'nin 21. ayeti, bu söylediğimizin doğruluğunun ispatıdır; oraya bakabilir.
Sayın okuyucular,
Işığı henüz bize ulaşmamış yıldızlar var.
Oysa, birinci kat gök, bize en uzak yıldızın 2 katı.
Âyette haber verildiğine göre, Cennet'in genişliği de yerle gökler kadar.
Uzunluğunu ise anlamak mümkün değil...
Sayın profesörümüz ise, nasıl çıkardıysa, bu âyetten Cennet'in dünyada kurulacağını söylüyor.
* * *
Profesörümüzün, minnacık, mini-mini minnacık bir hatası daha var.
Âyetin sonunda, mazi (geçmiş zaman) sîgasıyla, cennet hakkında, "u'ıddet- hazırlandı" buyurulduğunu bilmiyor.
Bu husus için yine Hadid Sûresi 21. ayete de bakılabilir.
Profesörümüz, Cennetin nerede kurulacağını söyleyedursun, Cennet hazırlanmış bile...
Böylelerine eskiler, "Sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun efendim" derlerdi.
Şimdikiler "Günaydın!" diyorlar.
İlâhiyat profesörünün aksine, Elmalılı Tefsiri diyor ki, "Hadis-i Şeriflerde Cennetin arşın altında olduğu bildirilmektedir."
* * *
Nisâ Sûresi 34. ayette geçen, Türkçemiz'de de bilinen ve kullanılan "darb" kelimesine, "uzaklaştırma" manası veren sayın profesör, bu manayı lügatlara dayandırıyor.
Ne var ki, ne lügat âlimlerinden hiç biri ve ne de 1400 senedir gelmiş geçmiş hiç bir tefsirci, böyle bir mana vermiş değil.
* * *
Bu meseleler konuşulur da, zina hakkındaki "Recm" cezasına temas edilmez mi?
Ona temas ediyor ve buyuruyorlar ki:
-Recm cezasının İslam'da tatbikatı yoktur. Bu ceza Tevrat'ta da yoktur.
Bu sözün birinci kısmına üzülünür, ikinci kısmanı ise gülünür.
Eğer en sahih hadis kitapları kabul edilen Kütüb-i Sitte'yi kabul etmez de elinizin tersiyle iterseniz, "İslam'da recmin tatbikatı yoktur" diyebiliriz.
Bu söz söylendiğine göre, hadislere itibar edilmemiş oluyor ki, üzülünür.
Recmin Tevrat'ta da olmadığı iddiasına ise sadece gülünür.
Günümüzde Tevrat'ın aslı, orijinali var mıdır ki, herhangi bir meselenin Tevrat'ta olup olmadığı söylenebilsin!
İslam inancına göre, Tevrat zaten bozulmuştur.
Aslı elde olmayan bir kitapta, neyin olmadığı nasıl bilinecektir?
* * *
Sayın okuyucular, profesörümüze göre Müslümanların "İtikadda mezhebim Mâturidîr" demeleri yanlışmış; "Kur'an'dır" demeliymiş.
Aman Allah'ım!
Bir Müslüman'ın, "Benim inancım, İmam Mâturidî'nin tarif ettiği şekildedir" demesi niye yanlış olsun ki!
Tenkit maddesinin biri de şu:
Efendim, Müslümanlar hep babalarını dedelerini taklit ediyorlarmış...
Etsinler! Ne var bunda?
Taklit ettiklerinin yollarının yanlış olmaması yetmez mi?
Nice Peygamberler, kendileri gibi Peygamber olan dede ve babalarını taklit etmişlerdi.
Bu çeşit taklit, Kur'an'ın haber verdiği, baba ve dedeleri de kendileri gibi müşrik olanların taklitleriyle hiç bir tutulur mu?
Bu iki ayrı taklidi, aynı değerlendirmeye tabi tutmak, ne Kur'an'a sığar ne hadîse.
Dolayısıyla, ne İslam'a sığar, ne de akıl ve insafa...
İslam'a hücumlar her sene Ramazan ayında olurdu.
Bu sene biraz erken başladı.
Bununla kalınmayacağına göre, yapılanlar öncü hücumlar olmalı.
Demek ki, şimdiden ısınma faaliyeti yapıyorlar.
Öyleyse Ramazan'da daha yoğun hücumlara hazır olalım...
Hilenin, art niyetin, zihinleri bulandırmanın tavanı yok.
Her sene, bir sürü mesele bulup İslam'ı iyi bilmeyenlerin zihinlerini altüst etmek mümkün.
Bu işlere teşne sözde din adamları bulunduğu müddetçe, bunlar çok kolay işler.
* * *
İlahiyaçtı olup da eline bir profesörlük geçiren birçokları, ekrana çıkıp üç-beş kelime söyleyebilmek uğruna, ilmi de, dini gerçekleri de enselerinin arkalarına atmaktan çekinmiyorlar.
İki haftadır, bir TV kanalında boy gösteren ilahiyat profesörünün, ceviz kabuğunu doldurmayan sözlerini dinledik.
Eline geçirdiği hayâlî bir bayrağı alıp, kimin veya kimlerin namına yaptığı belli olmayan "Bayraktar"lığa soyunmuş gözüküyordu.
Eli "Bayraklı" bu zat, ne hadislerde verilen haberleri görüyor, ne âyetlere bakıyordu.
Gerçi ayet okumuyor değil.
Okuyor okumasına ama, okuduğu ayetlerde geçen kelimelerin manasını gördüğü ve düşündüğü yok.
* * *
Profesörümüz, Cehennem'den bahsetmiyor. Cennet'se, ona göre önce Mekke civarı imiş.
Âdem Aleyhisselam, Cennet gibi güzel olan orada yaratılmış.
Sonra Hz. Âdem oradan çıkarıldığı gibi, o civar da cennet gibi güzel olmaktan çıkarılmış.
Sayın okuyucular, şu anda zihninizden geçeni okur gibiyim.
Diyorsunuz ki,
-Peki böyle olduğunu neye dayanarak söylüyor? Delili neymiş?
Amma yaptınız haa!
Delil dediğiniz ne ki!
Ağama delil sorulur mu?
O bugüne bugün ilâhiyat profesörüdür. Öyledir dediyse öyledir...
Kabul etmeye mecbursunuz... O kadar!..
Âyetlere şâhâne izahlar getiren bir allameye böyle şeyler sormak ayıp değil mi?
Şâhâne izahlar getirdiğini nereden mi biliyorum?
Şeyhin kerâmeti kendinden menkul derler ya; şâhane izahlar yaptığını TV'de hocam kendisi söyledi de ondan biliyorum.
* * *
Hani cennet eskiden Mekke civarıymış ya...
Kıyametten sonra da, cennet çok geniş olarak yine orada kurulacakmış...
Hani, günah-sevap, Cennet-Cehennem tanımayan bazıları,
-Ne âhireti kardeşim! Cennet de bu dünyada, Cehennem de...
Çalışırsan, bu dünya Cennet olur, çalışmazsan Cehennem, derler ya...
Hocamın söylediği öyle değil tabii.
Âl-i İmran Sûresi'nin şu mealdeki 133. âyeti:
"Koşuşun Rabbinizden bir bağışlanmaya ve Cennete ki, onun genişliği yer ve gökler genişliğidir. (Günahtan) sakınanlar için hazırlanmıştır."
Sayın profesör, bu ayeti okuyup, Cennetin yerler ve gökler genişliğinde olarak dünya üzerinde kurulacağını söylerken küçücük bir hata yapıyor.
Âyette, Cennetin yerine değil, genişliğine işaret edildiğini fark edemiyor.
Hadid Sûresi'nin 21. ayeti, bu söylediğimizin doğruluğunun ispatıdır; oraya bakabilir.
Sayın okuyucular,
Işığı henüz bize ulaşmamış yıldızlar var.
Oysa, birinci kat gök, bize en uzak yıldızın 2 katı.
Âyette haber verildiğine göre, Cennet'in genişliği de yerle gökler kadar.
Uzunluğunu ise anlamak mümkün değil...
Sayın profesörümüz ise, nasıl çıkardıysa, bu âyetten Cennet'in dünyada kurulacağını söylüyor.
* * *
Profesörümüzün, minnacık, mini-mini minnacık bir hatası daha var.
Âyetin sonunda, mazi (geçmiş zaman) sîgasıyla, cennet hakkında, "u'ıddet- hazırlandı" buyurulduğunu bilmiyor.
Bu husus için yine Hadid Sûresi 21. ayete de bakılabilir.
Profesörümüz, Cennetin nerede kurulacağını söyleyedursun, Cennet hazırlanmış bile...
Böylelerine eskiler, "Sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun efendim" derlerdi.
Şimdikiler "Günaydın!" diyorlar.
İlâhiyat profesörünün aksine, Elmalılı Tefsiri diyor ki, "Hadis-i Şeriflerde Cennetin arşın altında olduğu bildirilmektedir."
* * *
Nisâ Sûresi 34. ayette geçen, Türkçemiz'de de bilinen ve kullanılan "darb" kelimesine, "uzaklaştırma" manası veren sayın profesör, bu manayı lügatlara dayandırıyor.
Ne var ki, ne lügat âlimlerinden hiç biri ve ne de 1400 senedir gelmiş geçmiş hiç bir tefsirci, böyle bir mana vermiş değil.
* * *
Bu meseleler konuşulur da, zina hakkındaki "Recm" cezasına temas edilmez mi?
Ona temas ediyor ve buyuruyorlar ki:
-Recm cezasının İslam'da tatbikatı yoktur. Bu ceza Tevrat'ta da yoktur.
Bu sözün birinci kısmına üzülünür, ikinci kısmanı ise gülünür.
Eğer en sahih hadis kitapları kabul edilen Kütüb-i Sitte'yi kabul etmez de elinizin tersiyle iterseniz, "İslam'da recmin tatbikatı yoktur" diyebiliriz.
Bu söz söylendiğine göre, hadislere itibar edilmemiş oluyor ki, üzülünür.
Recmin Tevrat'ta da olmadığı iddiasına ise sadece gülünür.
Günümüzde Tevrat'ın aslı, orijinali var mıdır ki, herhangi bir meselenin Tevrat'ta olup olmadığı söylenebilsin!
İslam inancına göre, Tevrat zaten bozulmuştur.
Aslı elde olmayan bir kitapta, neyin olmadığı nasıl bilinecektir?
* * *
Sayın okuyucular, profesörümüze göre Müslümanların "İtikadda mezhebim Mâturidîr" demeleri yanlışmış; "Kur'an'dır" demeliymiş.
Aman Allah'ım!
Bir Müslüman'ın, "Benim inancım, İmam Mâturidî'nin tarif ettiği şekildedir" demesi niye yanlış olsun ki!
Tenkit maddesinin biri de şu:
Efendim, Müslümanlar hep babalarını dedelerini taklit ediyorlarmış...
Etsinler! Ne var bunda?
Taklit ettiklerinin yollarının yanlış olmaması yetmez mi?
Nice Peygamberler, kendileri gibi Peygamber olan dede ve babalarını taklit etmişlerdi.
Bu çeşit taklit, Kur'an'ın haber verdiği, baba ve dedeleri de kendileri gibi müşrik olanların taklitleriyle hiç bir tutulur mu?
Bu iki ayrı taklidi, aynı değerlendirmeye tabi tutmak, ne Kur'an'a sığar ne hadîse.
Dolayısıyla, ne İslam'a sığar, ne de akıl ve insafa...
Ali Eren / diğer yazıları
- Alın size Avrupa'dan taze cevap / 16.03.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002