Tıp ilmi ne kadar gelişirse gelişsin, hastalıklar bir kaç adım önde ilerlediği için dertlere derman bulmada, yaralara merhem çalmada çoğu zaman aciz kalıyor, hastalıkların hızına bir türlü yetişemiyor.
Dertler ve dertlere derman bulma meselesini inceleyenler, yani ilaç sektörü sahasında çalışan uzmanlar, araştırmacılar, ilaç üretenlerle hastalık üretenlerin bazen aynı firmalar, bazen de çok yakın çıkar ilişkisi içinde olan şirketler olduğu sonucuna varıyorlar.
Adamlar, bir yandan dünya çapında gıda sektörüne hükmederek, gıda maddelerinin genetiği ile oynayarak insan sağlığını alt?üst eden gıda maddeleri, sebze ve meyveler üretiyorlar, diğer yandan da sebep oldukları hastalıklara ilaç üretiyorlar, bu kısır döngü günden güne artarak devam ediyor.
İnsanlık var olan dertlerine derman beklerken her gün yeni yeni dertlerle tanışıyor, her gün yeni hastalıkların içinde buluyor kendisini.
İlaç diye içtiğimiz şeylerin de ne kadarı ilaç ve ne kadarı hastalık kaynağı olduğu sorusu da bir kenarda kocaman bir soru olarak duruyor.
Biyolojik hastalıklar açısından baktığımızda durum gerçekten vahim ve tehlike çanları çalıyor. Meseleye, psikolojik ve sosyolojik açıdan baktığımızda da durumun diğerinden pek farklı olmadığını üzülerek görüyoruz.
İletişim vasıtalarının baş döndürücü hızla gelişmesi nedeniyle artık, dedikodu, gıybet, yalan, iftira gibi toplumları kemiren hastalıklar uluslar arası boyutlarda yayılmaya başladı.
Yunus Emre'nin; "Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı/Söz ola ağulu aşı/Bal ile yağ ede bir söz" dizeleri zamanımızda, her devirden daha çok önem kazanmış ve güncel hale gelmiştir.
Dünyanın bir ucundaki bir fısıltı derhal öbür ucunda duyuluyor ve kitleleri, devletleri harekete geçirebiliyor.
Ne yazık ki, dünyanın dengesinin bozulması, havasının suyunun kirlenmesi, gıda maddelerinin fesada uğratılması nedeniyle günden güne artan biyolojik hastalıklara paralel olarak toplumsal hastalıklar da sürekli artmaktadır.
Umursamazlık, vurdum duymazlık, bana necilik, iyiliği, güzelliği hep başkalarından bekleme türünden hastalıklarla çepeçevre kuşatılmış durumdayız.
Mesela, Yahudileri eleştiren Bakara suresinin 44. ayetini ayna yaparak karşısına geçip boyumuza?bosumuza, halimize?tavrımıza, gidişimize?gidişatımıza lütfen bir bakalım:
"Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz? hem de ilahî kelâmı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?" (Bakara: 44).
Ne kadar tanıdık bir tip ve tipleme değil mi?
Bu aynaya bakarken hep kendimizi bir kenarda tutarak, "tam da falancayı, filancayı tarif ediyor" değişimiz bile ne kadar derman bekleyen dertlerle malul olduğumuzu göstermiyor mu?
Dertler ve dertlere derman bulma meselesini inceleyenler, yani ilaç sektörü sahasında çalışan uzmanlar, araştırmacılar, ilaç üretenlerle hastalık üretenlerin bazen aynı firmalar, bazen de çok yakın çıkar ilişkisi içinde olan şirketler olduğu sonucuna varıyorlar.
Adamlar, bir yandan dünya çapında gıda sektörüne hükmederek, gıda maddelerinin genetiği ile oynayarak insan sağlığını alt?üst eden gıda maddeleri, sebze ve meyveler üretiyorlar, diğer yandan da sebep oldukları hastalıklara ilaç üretiyorlar, bu kısır döngü günden güne artarak devam ediyor.
İnsanlık var olan dertlerine derman beklerken her gün yeni yeni dertlerle tanışıyor, her gün yeni hastalıkların içinde buluyor kendisini.
İlaç diye içtiğimiz şeylerin de ne kadarı ilaç ve ne kadarı hastalık kaynağı olduğu sorusu da bir kenarda kocaman bir soru olarak duruyor.
Biyolojik hastalıklar açısından baktığımızda durum gerçekten vahim ve tehlike çanları çalıyor. Meseleye, psikolojik ve sosyolojik açıdan baktığımızda da durumun diğerinden pek farklı olmadığını üzülerek görüyoruz.
İletişim vasıtalarının baş döndürücü hızla gelişmesi nedeniyle artık, dedikodu, gıybet, yalan, iftira gibi toplumları kemiren hastalıklar uluslar arası boyutlarda yayılmaya başladı.
Yunus Emre'nin; "Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı/Söz ola ağulu aşı/Bal ile yağ ede bir söz" dizeleri zamanımızda, her devirden daha çok önem kazanmış ve güncel hale gelmiştir.
Dünyanın bir ucundaki bir fısıltı derhal öbür ucunda duyuluyor ve kitleleri, devletleri harekete geçirebiliyor.
Ne yazık ki, dünyanın dengesinin bozulması, havasının suyunun kirlenmesi, gıda maddelerinin fesada uğratılması nedeniyle günden güne artan biyolojik hastalıklara paralel olarak toplumsal hastalıklar da sürekli artmaktadır.
Umursamazlık, vurdum duymazlık, bana necilik, iyiliği, güzelliği hep başkalarından bekleme türünden hastalıklarla çepeçevre kuşatılmış durumdayız.
Mesela, Yahudileri eleştiren Bakara suresinin 44. ayetini ayna yaparak karşısına geçip boyumuza?bosumuza, halimize?tavrımıza, gidişimize?gidişatımıza lütfen bir bakalım:
"Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz? hem de ilahî kelâmı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?" (Bakara: 44).
Ne kadar tanıdık bir tip ve tipleme değil mi?
Bu aynaya bakarken hep kendimizi bir kenarda tutarak, "tam da falancayı, filancayı tarif ediyor" değişimiz bile ne kadar derman bekleyen dertlerle malul olduğumuzu göstermiyor mu?
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024