Bir insan için ruh ne ise bir devlet içinde adalet odur, desem ne dersiniz? Ruh, bedenden ayrılınca geriye sadece ceset kalır. Ya adalet, devletten ayrılırsa geriye ne kalır?
Cevap için yardımcı bir örnek vereyim;
Anadolu işgal edilmiş, başkent İstanbul'da işgalcilerin bayrakları dalgalanıyor, sokaklarda işgalci askerleri devriye atıyordu. Ama Osmanlı kağıt üzerinde hala devlet olarak tanımlanıyordu.
Padişah Vahdettin, Saray'ın günlük sefasına devam ederken hükümette Damat Ferit Paşa vardı.
Yüz yıllarca Osmanlı sultanları tarafında el üstünde tutulmuş, devletin en kritik makamlarında görev yapmış Ermeniler adeta yedikleri çanağa pisliyorlardı. Tabi başlarında her zaman ki gibi din adamları vardı.
Dönemin Ermeni Patriği Zevan adlı hain 1915 tehciri için ve tehcirde görev yapanların yargılanması için İngilizlerden de destek alarak bir mahkeme kurulmasını istemişti.
Osmanlı devleti, 'Divan-ı Harb-i Örfi' adında özel bir mahkeme kurdurdu.
Mahkeme Osmanlının, hakim Osmanlının. İşe bakın ki kimlerin yargılanacağını, kimlerin idama, kimlerin de hapse çarptırılacağını Patrik Zevan karar vermişti.
Bu listeye tepki gösteren mahkeme başkanı Hayret Paşa görevinden ayrıldı.
Onun yerine İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi olan Mustafa Nazım Paşa getirilmiştir. Mustafa Nazım Paşa'nın, hukuki dayanaktan yoksun söylentileri delil kabul ederek verdiği cezalardan dolayı mahkemenin adı, halk arasında 'Nemrut Mustafa Paşa Divanı' olarak adlandırılmıştır.
Yargılananlardan birisi de tehcir yıllarında Yozgat'ın Boğazlayan ilçesinde kaymakamlık yapan Kemal Bey'di.
Mahkemeye çıkarılan Kaymakam Kemal Bey, savunmasında şöyle der: "Düne kadar hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz.
Ermeniler tarafından öldürülen dindaşların ve soydaşların mateminin, Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur.
Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek, kâh arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek, facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı.
Savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzerine kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam.
Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz."
Mahkemenin daha doğrusu Ermeni patriğinin hüküm baştan belliydi ve mahkeme idamını açıkladı. 10 Nisan 1919'da idam edilecekti.
Şeyhülislamın verdiği fetvayı Padişah Vahdettin de onayladı.
Onuruyla idam sehpasına yürüyen Kemal Bey'in son sözleri ise şöyleydi;
"Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum.
Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun adalet!
Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır.
Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır. Yaşasın Millet! " (İdamdan sonra TBMM, 14 Ekim 1922'de Kemal Bey'i 'Milli Şehit' ilan eder.)
Demek ki adın, unvanın, geçmişin cihan devleti, sultan, halife vs. ne olursa olsun bağımsızlığını kaybettin mi ne adaletin kalır, ne varlığın. İsmin ise birilerinin tatmin vasıtası olur.
Günümüzle kısayı ise siz yapın…
Cevap için yardımcı bir örnek vereyim;
Anadolu işgal edilmiş, başkent İstanbul'da işgalcilerin bayrakları dalgalanıyor, sokaklarda işgalci askerleri devriye atıyordu. Ama Osmanlı kağıt üzerinde hala devlet olarak tanımlanıyordu.
Padişah Vahdettin, Saray'ın günlük sefasına devam ederken hükümette Damat Ferit Paşa vardı.
Yüz yıllarca Osmanlı sultanları tarafında el üstünde tutulmuş, devletin en kritik makamlarında görev yapmış Ermeniler adeta yedikleri çanağa pisliyorlardı. Tabi başlarında her zaman ki gibi din adamları vardı.
Dönemin Ermeni Patriği Zevan adlı hain 1915 tehciri için ve tehcirde görev yapanların yargılanması için İngilizlerden de destek alarak bir mahkeme kurulmasını istemişti.
Osmanlı devleti, 'Divan-ı Harb-i Örfi' adında özel bir mahkeme kurdurdu.
Mahkeme Osmanlının, hakim Osmanlının. İşe bakın ki kimlerin yargılanacağını, kimlerin idama, kimlerin de hapse çarptırılacağını Patrik Zevan karar vermişti.
Bu listeye tepki gösteren mahkeme başkanı Hayret Paşa görevinden ayrıldı.
Onun yerine İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi olan Mustafa Nazım Paşa getirilmiştir. Mustafa Nazım Paşa'nın, hukuki dayanaktan yoksun söylentileri delil kabul ederek verdiği cezalardan dolayı mahkemenin adı, halk arasında 'Nemrut Mustafa Paşa Divanı' olarak adlandırılmıştır.
Yargılananlardan birisi de tehcir yıllarında Yozgat'ın Boğazlayan ilçesinde kaymakamlık yapan Kemal Bey'di.
Mahkemeye çıkarılan Kaymakam Kemal Bey, savunmasında şöyle der: "Düne kadar hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz.
Ermeniler tarafından öldürülen dindaşların ve soydaşların mateminin, Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur.
Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek, kâh arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek, facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı.
Savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzerine kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam.
Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz."
Mahkemenin daha doğrusu Ermeni patriğinin hüküm baştan belliydi ve mahkeme idamını açıkladı. 10 Nisan 1919'da idam edilecekti.
Şeyhülislamın verdiği fetvayı Padişah Vahdettin de onayladı.
Onuruyla idam sehpasına yürüyen Kemal Bey'in son sözleri ise şöyleydi;
"Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum.
Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun adalet!
Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır.
Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır. Yaşasın Millet! " (İdamdan sonra TBMM, 14 Ekim 1922'de Kemal Bey'i 'Milli Şehit' ilan eder.)
Demek ki adın, unvanın, geçmişin cihan devleti, sultan, halife vs. ne olursa olsun bağımsızlığını kaybettin mi ne adaletin kalır, ne varlığın. İsmin ise birilerinin tatmin vasıtası olur.
Günümüzle kısayı ise siz yapın…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Bakan Şimşek’ten korkutan açıklama: ‘En kötüyü geride bıraktık’ / 13.06.2025
- Gerçekler ve yalanlar / 12.06.2025
- MHP’de gömlek değiştirdi / 11.06.2025
- Mafya dönemi bitti organize suçlar dönemi başladı / 09.06.2025
- Devlet bağımsız ise yargı da bağımsızdır / 08.06.2025
- Baba devlet / 07.06.2025
- Adalet varsa zulüm, zulüm varsa adalet yoktur / 06.06.2025
- Asıl kurban: Nefsin kurbanıdır / 05.06.2025
- İktidarın faizsiz ekonomi özlemi! / 04.06.2025
- Papa, İznik ve Vatikan’ın hedefi / 02.06.2025
- Gerçekler ve yalanlar / 12.06.2025
- MHP’de gömlek değiştirdi / 11.06.2025
- Mafya dönemi bitti organize suçlar dönemi başladı / 09.06.2025
- Devlet bağımsız ise yargı da bağımsızdır / 08.06.2025
- Baba devlet / 07.06.2025
- Adalet varsa zulüm, zulüm varsa adalet yoktur / 06.06.2025
- Asıl kurban: Nefsin kurbanıdır / 05.06.2025
- İktidarın faizsiz ekonomi özlemi! / 04.06.2025
- Papa, İznik ve Vatikan’ın hedefi / 02.06.2025