Diyalogcu zihniyet Atatürk'ü sevmez
İstanbul'da gerçekleşen 'Atatürk Vatandır Sempozyumu'ndaki sunumunda Atatürk'ün hayatı boyunca pek çok cephede canı pahasına Ehl-i Kitap ile mücadele verdiğini belirten yazar Seçil Mumcuoğlu, "Onun karşısındaki en tehlikeli akım ise bugün adına Diyalog dediğimiz mandacı zihniyet olmuştur" dedi
04.10.2017 00:00:00
'Atatürk Vatandır' sempozyum serisinin İstanbul ayağında konuşan Seçil Mumcuoğlu'nun tebliğini aynen yayınlıyoruz:
Günümüzde Fetullah Gülenin öncülük ettiği ve maalesef Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da desteklenen Diyalog çalışması ne demektir, buna bakalım.
Diyaloğun anlamını kaynağından öğrenelim.
Papa II. John Paul 1991 yılında ilan ettiği "Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon)" isimli genelgesinde aynen şöyle der: "Dinlerarası diyolog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir."
Papa 2. Paul'un, 2000 yılına girerken yaptığı açıklamada verdiği mesaj Diyaloğun hedeflerini anlamamızı sağlar; "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Afrika ve Amerika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda Asya'yı Hıristiyanlaştıralım."
Vatikan yayınlarının Kateşizm kitabı ise diyaloğun amacını şöyle söyler: "Bu diyalogun tek amacı İncil'i tanıtmaktır. Muhataplar ikinci Âdem'i (Hz. İsa'yı) Tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar ki Birinci Âdem'i de (Hz. Adem'i de) yaratan odur."
Peki Yüce Allah'ın bu konudaki hükmü nedir?
1- "Hiç şüphe yok ki, Allah katında yegâne din İslam'dır." (Âl-i İmran, 19).
2- "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçtim." (Mâide, 3).
3- "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki; kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i İmran, 85).
Yahudi Ve Hristiyanlarla ilgili ayetler
1- "Yahudiler 'Üzeyir Allah'ın oğludur' demişler; Hıristiyanlar da, 'Mesih Allah'ın oğludur' demişlerdi. Bu, onların kendi ağızları ile geveledikleri sözleridir ki, kendilerinden önceki kafirlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da uyduruyorlar." (Tevbe, 30).
2- "Rahman çocuk edindi, dediler, and olsun ki, siz pek kötü cürette bulundunuz! Neredeyse o (sözün dehşeti)nden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacaktı. Rahman için çocuk iddia ettiklerinden ötürü. Çocuk edinmek Rahman'a yakışmaz." (Meryem, 88-92).
3- "Şurası muhakkaktır ki, 'Meryem'in oğlu Mesih, Allah'ın ta kendisidir' diyenler küfre girmişlerdir." (Mâide, 17).
Bütün bu ayetlerle ortadadır ki Hıristiyan ve Yahudilerle itikadi anlamda diyalog mümkün olamaz.
Papalığın açıklamasındaki, "muhataplar Hz. İsa'yı tanrı kabul etmek zorundadır" cümlesi diyalogculala ilgili durumu açıklamaya yeterli aslında.
Milli Mücadele yıllarında Diyalog faaliyetlerinin öncüsü, Fetullah Gülen hareketinin ve çeşitli isimlerle hala faaliyet göstermekte olan Nur cemaatinin kaynak Hocası Sait Nursi'dir.
Said Nursi'nin Hıristiyanlar hakkındaki görüşleri
Bakalım Sait Nursi efendinin, Allah-u Teâlâ'nın "küfür" dediği İsevilik ve Hıristiyanlarla ilgili görüşleri nelerdir:
"Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, her halde şimal cereyanı; İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak." (Emirdağ Lahikası, c.1, s.150).
Sait Nursi, Çanakkale savaşında ölen Hıristiyanlar için üzülmektedir:
"Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa'ya mensup Hıristiyanların mensuplarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir." (Kastamonu Lahikası, 114-115).
Hatta Çanakkale'de ölen Hıristiyanlarla ilgili "Perdeyi gayb açılsa kendileri için hazırlanan mükafatları görseler, Ya rabbi şükür Elhamdülillah diyecekler." (Kastamonu Lahikası, 45) diyor.
Açıkça görüldüğü gibi Müslüman bir hocadan ziyade bir papaz gibi düşünmekte ve hissetmektedir. İşte diyalog budur. Amacı Haçlı hücumuna karşı milleti bir arada tutan iman gücünü elinden almak.
Bakın aynı Çanakkale'de Atatürk'ün hatıralarından; 3 dakikada öleceğini bilmesine rağmen arkasına dönüp bakmadan Kur'an bilenlerin Kur'an okuyarak, bilmeyenlerin "Allah Allah" diyerek içtikleri şehadet şerbeti ile ilgili ve Milli Mücadele ilgili Sait Nursi'nin görüşleri nelerdir?
Teal?i İslam Cemiyeti'nin 16 Eylül 1919'da İkdam gazetesinde yayınladıkları bildiri:
"Biçare millet! Bu yankesicilerin hilelerini, desiselerini hala tamamen anlayamamıştır. Yazık bin kere yazık ki, gerek harb içinde, gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icab eden küçük fedakarlığı göze almıyor.
Millet (...) hala kendisini aldatan bu heriflere niçin diyemiyor ki: Ey hainler, ey Allah'tan korkmayan ve Peygamberden haya etmeyen mahluklar, muharebe ettiniz başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, şimdi niye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet ediyorsunuz?
İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harpte mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin neticesine katlanarak telafisini sabr?u sükun ve akl?u tedbir dairesinde izale etmekten başka çare var mıdır?
Düşünmüyor musunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.
Hem sizler ey yalancı ve deni şâkiler!
(...) Kendinize ne hakla, ne yüzle Kuva?yı Milliye namını veriyorsunuz? Utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın. Cenab?ı Hakk'ın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun."
16 Eylül 1919'da, Teali İslam Cemiyeti'nin, İkdam gazetesinde, Anadolu hareketi aleyhinde yayınladığı ilk beyannamesini, daha sonra ikinci ve üçüncüsü takip etmiştir.
Bu cemiyetin ilk yönetim kurulunda Mustafa Sabri (Başkan), İskilipli Mehmet Atıf (İkinci başkan), Said?i Kürdî (İttihad?ı Muhammediye önderi olarak) bulunuyorlardı.
Sait Nursi'nin de içinde bulunduğu bazı isimler Kürdistan Teali Cemiyeti'ni kurmuş ve Kürdistan'ın bağımsızlığı için İngilizlerden yardım istemiştir.
Atatürk Ehl-i Kitap'la mücadele etti
Atatürk hayatı boyunca pek çok cephede canı pahasına Ehl-i Kitap ile mücadele vermiştir. Onun karşısındaki en tehlikeli akım ise bugün adına diyalog dediğimiz mandacı zihniyet olmuştur.
Bağımsızlık ruhunu din adamı kimliği ile yok eden bu zihniyet nasıl bugün faaliyetlerini farklı aktörlerle sürdürüyorsa, Milli Mücadele yıllarında da Bağımsızlığın önünü kesmek Ehl-i Kitab'ın himayesine girmek için elinden geleni yapmıştır.
Canlarını ortaya koyarak Ehl-i Kitab'ın işgalinin önüne geçmeye çalışan Kuvvacıları yalancı ve şaki ilan eden Allah'ın lanetini gazabını onlara uygun gören bildirinin altına imza atan Sait Nursi, Ekümeniklik isteyen Fener Patriği Athenagorası "gizli Müslüman" ilan etmektedir.
Athenagoras kimdir?
Patrik Athenagoras, Milli Mücadele yıllarında Anadolu'daki Rum azınlıkları kışkırtmak üzere kurulan Mavri Mira teşkilatının kurucusudur.
Athenagoras, Lozan'a göre Türk vatandaşı olmadığı için Patrik olması mümkün değildir. Fakat Abd Başkanı Truman'ın talimatıyla, Patrik Maksimus istifa ettirilip; Türk siyasilerinin de desteği ile kılıfına uydurularak Athenagoras, Patrik olarak atanmıştır.
Athenagoras'ı hazmettirme işini de Sait Nursi üstlenmiştir. Gizli müslüman dedikoduları yayılmıştır.
Zaten Sait Nursi'nin ABD'ye bakışı nasıl bir mandacı zihniyet taşıdığının da göstergesidir:
"? Küre?i Arz'ın şimdiki en büyük devleti Amerika'nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyet'le Asya ve Afrika'nın saadet ve sükûnet ve barış bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslam
Mandacı üstadın günümüzdeki talebeleri
Said Efendi, risalelerini kaleme aldığında birer nüshasını Papa XII. Pie'ye göndermiş, Papa da buna mukabele etmiştir.
Günümüz nurcuları, Kuvva-yı Milliye'yi çetecilik olarak nitelendirip, rahatsızlıklarını ifade ederlerken, Milli Mücadele yıllarında Fener Rum Patrikhanesi de Kuvva-yı Milliye hareketini barbarlık olarak nitelendirmiştir.
Diyalogcu nurcuların "milli duruş"a ve Kuvva-yı Milliye'ye karşı oluşları, üstatlarından devraldıkları bir mandacılık mirasıdır.
Günümüzde Fetullah Gülen'in öncülüğünü yaptığı ve maalesef Diyanet, iktidar ve hatta bazen muhalefetten bile destek gören diyalog faaliyetleri; papazlarla sarmaş dolaş pozlar vermek, Ramazan sofralarında iftar duaları yaptırmak ve ABD'nin planına taşeronluk yapmak aslında, Said Nursi'den devralınmış bir vazifedir.
Unutulmaması gereken, daha önce de defalarca ifade ettiğimiz gibi bu topraklarda gözü olanların daima amaçlarına ulaşmak için planları da olacaktır.
Sormamız gereken soru ise;
Hayatı boyunca hiç Hacca gitmemiş,
Camiye sıkıldığı için gitmediğini söyleyen,
Cuma kılmayan,
Sakal bırakmayan,
Evlenmeyen,
Haçlı ile savaşmayan,
Şakirtlerini vatan müdafaasına göndermeyen,
ABD yanlısı Sait Kürdi'nin; Atatürk'e "deccal" diyecek kuvvete nasıl ulaştığı toplumda bu adamın din adamı olarak nasıl kabul gördüğüdür.
Atatürk hayatı boyunca cepheden cepheye vatan müdafaası yapmış,
Asker olmasına rağmen Cuma namazlarını kılmış,
Hatta Cuma hutbesi bile vermiş samimi bir Müslüman,
Bağımsızlığımızın mimarı bir kahraman ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusudur.
Nasıl bu insanın imanı teraziye konurken, Sait Nursi ve Diyalogcu hocaların faaliyetleri, Prof. Dr. Haydar Baş ve ekibinin verdiği ilmi mücadeleye kadar nerdeyse hiç sorgulanmamıştır! Ve hala misyonlarını sürdürebilmektedirler.
Atatürk düşmanı bu zihniyet gerek iktidar, gerek Diyanet ve hatta muhalefet saflarında bile kendine hayat bulabilmektedir!
İslam sevgi dinidir
Allah kainatı sevgi üzerine yaratmıştır. "Sen olmasaydın Habibim alemleri yaratmazdım."
Peygamberimiz, Hz. Ali, Hasan, Hüseyin ve Fâtıma'yı abasının altına alıp, "Ya Rabbi bunlar benim etimden? Ben bunları seviyorum, bunları seveni sen de sev. Düşmanları benim düşmanımdır, düşmanlık edenlere sen de düşman ol" diye niyazda bulunmuş.
Allah, Şura suresi 23. Ayette, "De ki Muhammedîm risaletime karşılık sizden Ehl-i Beyt'ime sevgiden başka bir şey istemiyorum" buyuruyor.
Ne zaman bu sevgi kalplerde yok oldu ise kan gözyaşı ve katliam onu takip etmiştir.
Kalpler Ehl-i Beyt'i unutunca Hz. Peygamberin ahirete göçmesinden sadece elli sene sonra Cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin'i katletmiş
ve tarih boyunca ne zaman kalpler bu yokluğu yaşasa kan gözyaşı peşinden gelmiştir.
Sanırım bu topraklarda oynanan oyunlar bizi kalp aleminde Ehl-i Beyt'ten uzak büyük bir çölde bıraktı.
Sevilmesi gerekenler hayatlarımızdan çıktı. Değersiz insanlar baş tacı edildi.
Halbuki Allah, Çanakkale zaferini, -Haydar Baş'ın keşfi ile- Ehl-i Beyt'inin neslinden Mustafa Kemal'ine ve onunla şehadete yürüyenlere nasip etmişti.
Ehl-i Beyt nefesi Mustafa Kemal Atatürk'ün ruhunda "Bağımsızlık benim karakterimdir" cümlesi ile hayat buldu ve esaret zincirlerini paramparça etti.
Aynen günümüzde milletine kurulan bütün tuzakları Ehl-i Beyt nefesi ile bir bir bozan Prof. Dr. Haydar Baş'ın hayatında olduğu gibi?
Şükürler olsun Rabbim kullarını yalnız bırakmadı.
Dün Atatürk'ümüz vardı, bugün de fitnelerin önünde, hiçbir güç sahibinden ya da kınayıcıdan çekinmeyen Prof. Dr. Haydar Baş'ımız var.
O bizi Atamızın etrafında bir araya getirdi. Çöle dönmüş kalplerimiz ölçüyü kaybetmişken; Ehl-i Beyt pınarı ile tekrar canlandı.
Artık kimse Atatürk'e kötü söz söyleyemez, çünkü millet Atatürk'e kavuşmuştur.
Artık kimse Atatürk'ün annesine iftira atamaz, çünkü artık millet onu kendi anası bilmektedir.
Türk milleti olarak; bizi kendi gerçeklerimizle buluşturan gerçek Atatürkçü Prof. Dr. Haydar Baş'a minnettarız.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki; güzel bir gelecek için ekonomik ve sosyal her sahada Prof. Dr. Haydar Baş'ı anlamaya mecburuz.
Günümüzde Fetullah Gülenin öncülük ettiği ve maalesef Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da desteklenen Diyalog çalışması ne demektir, buna bakalım.
Diyaloğun anlamını kaynağından öğrenelim.
Papa II. John Paul 1991 yılında ilan ettiği "Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon)" isimli genelgesinde aynen şöyle der: "Dinlerarası diyolog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir."
Papa 2. Paul'un, 2000 yılına girerken yaptığı açıklamada verdiği mesaj Diyaloğun hedeflerini anlamamızı sağlar; "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Afrika ve Amerika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda Asya'yı Hıristiyanlaştıralım."
Vatikan yayınlarının Kateşizm kitabı ise diyaloğun amacını şöyle söyler: "Bu diyalogun tek amacı İncil'i tanıtmaktır. Muhataplar ikinci Âdem'i (Hz. İsa'yı) Tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar ki Birinci Âdem'i de (Hz. Adem'i de) yaratan odur."
Peki Yüce Allah'ın bu konudaki hükmü nedir?
1- "Hiç şüphe yok ki, Allah katında yegâne din İslam'dır." (Âl-i İmran, 19).
2- "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçtim." (Mâide, 3).
3- "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki; kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i İmran, 85).
Yahudi Ve Hristiyanlarla ilgili ayetler
1- "Yahudiler 'Üzeyir Allah'ın oğludur' demişler; Hıristiyanlar da, 'Mesih Allah'ın oğludur' demişlerdi. Bu, onların kendi ağızları ile geveledikleri sözleridir ki, kendilerinden önceki kafirlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da uyduruyorlar." (Tevbe, 30).
2- "Rahman çocuk edindi, dediler, and olsun ki, siz pek kötü cürette bulundunuz! Neredeyse o (sözün dehşeti)nden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacaktı. Rahman için çocuk iddia ettiklerinden ötürü. Çocuk edinmek Rahman'a yakışmaz." (Meryem, 88-92).
3- "Şurası muhakkaktır ki, 'Meryem'in oğlu Mesih, Allah'ın ta kendisidir' diyenler küfre girmişlerdir." (Mâide, 17).
Bütün bu ayetlerle ortadadır ki Hıristiyan ve Yahudilerle itikadi anlamda diyalog mümkün olamaz.
Papalığın açıklamasındaki, "muhataplar Hz. İsa'yı tanrı kabul etmek zorundadır" cümlesi diyalogculala ilgili durumu açıklamaya yeterli aslında.
Milli Mücadele yıllarında Diyalog faaliyetlerinin öncüsü, Fetullah Gülen hareketinin ve çeşitli isimlerle hala faaliyet göstermekte olan Nur cemaatinin kaynak Hocası Sait Nursi'dir.
Said Nursi'nin Hıristiyanlar hakkındaki görüşleri
Bakalım Sait Nursi efendinin, Allah-u Teâlâ'nın "küfür" dediği İsevilik ve Hıristiyanlarla ilgili görüşleri nelerdir:
"Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, her halde şimal cereyanı; İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak." (Emirdağ Lahikası, c.1, s.150).
Sait Nursi, Çanakkale savaşında ölen Hıristiyanlar için üzülmektedir:
"Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa'ya mensup Hıristiyanların mensuplarının çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir." (Kastamonu Lahikası, 114-115).
Hatta Çanakkale'de ölen Hıristiyanlarla ilgili "Perdeyi gayb açılsa kendileri için hazırlanan mükafatları görseler, Ya rabbi şükür Elhamdülillah diyecekler." (Kastamonu Lahikası, 45) diyor.
Açıkça görüldüğü gibi Müslüman bir hocadan ziyade bir papaz gibi düşünmekte ve hissetmektedir. İşte diyalog budur. Amacı Haçlı hücumuna karşı milleti bir arada tutan iman gücünü elinden almak.
Bakın aynı Çanakkale'de Atatürk'ün hatıralarından; 3 dakikada öleceğini bilmesine rağmen arkasına dönüp bakmadan Kur'an bilenlerin Kur'an okuyarak, bilmeyenlerin "Allah Allah" diyerek içtikleri şehadet şerbeti ile ilgili ve Milli Mücadele ilgili Sait Nursi'nin görüşleri nelerdir?
Teal?i İslam Cemiyeti'nin 16 Eylül 1919'da İkdam gazetesinde yayınladıkları bildiri:
"Biçare millet! Bu yankesicilerin hilelerini, desiselerini hala tamamen anlayamamıştır. Yazık bin kere yazık ki, gerek harb içinde, gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icab eden küçük fedakarlığı göze almıyor.
Millet (...) hala kendisini aldatan bu heriflere niçin diyemiyor ki: Ey hainler, ey Allah'tan korkmayan ve Peygamberden haya etmeyen mahluklar, muharebe ettiniz başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, şimdi niye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet ediyorsunuz?
İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harpte mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin neticesine katlanarak telafisini sabr?u sükun ve akl?u tedbir dairesinde izale etmekten başka çare var mıdır?
Düşünmüyor musunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.
Hem sizler ey yalancı ve deni şâkiler!
(...) Kendinize ne hakla, ne yüzle Kuva?yı Milliye namını veriyorsunuz? Utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın. Cenab?ı Hakk'ın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun."
16 Eylül 1919'da, Teali İslam Cemiyeti'nin, İkdam gazetesinde, Anadolu hareketi aleyhinde yayınladığı ilk beyannamesini, daha sonra ikinci ve üçüncüsü takip etmiştir.
Bu cemiyetin ilk yönetim kurulunda Mustafa Sabri (Başkan), İskilipli Mehmet Atıf (İkinci başkan), Said?i Kürdî (İttihad?ı Muhammediye önderi olarak) bulunuyorlardı.
Sait Nursi'nin de içinde bulunduğu bazı isimler Kürdistan Teali Cemiyeti'ni kurmuş ve Kürdistan'ın bağımsızlığı için İngilizlerden yardım istemiştir.
Atatürk Ehl-i Kitap'la mücadele etti
Atatürk hayatı boyunca pek çok cephede canı pahasına Ehl-i Kitap ile mücadele vermiştir. Onun karşısındaki en tehlikeli akım ise bugün adına diyalog dediğimiz mandacı zihniyet olmuştur.
Bağımsızlık ruhunu din adamı kimliği ile yok eden bu zihniyet nasıl bugün faaliyetlerini farklı aktörlerle sürdürüyorsa, Milli Mücadele yıllarında da Bağımsızlığın önünü kesmek Ehl-i Kitab'ın himayesine girmek için elinden geleni yapmıştır.
Canlarını ortaya koyarak Ehl-i Kitab'ın işgalinin önüne geçmeye çalışan Kuvvacıları yalancı ve şaki ilan eden Allah'ın lanetini gazabını onlara uygun gören bildirinin altına imza atan Sait Nursi, Ekümeniklik isteyen Fener Patriği Athenagorası "gizli Müslüman" ilan etmektedir.
Athenagoras kimdir?
Patrik Athenagoras, Milli Mücadele yıllarında Anadolu'daki Rum azınlıkları kışkırtmak üzere kurulan Mavri Mira teşkilatının kurucusudur.
Athenagoras, Lozan'a göre Türk vatandaşı olmadığı için Patrik olması mümkün değildir. Fakat Abd Başkanı Truman'ın talimatıyla, Patrik Maksimus istifa ettirilip; Türk siyasilerinin de desteği ile kılıfına uydurularak Athenagoras, Patrik olarak atanmıştır.
Athenagoras'ı hazmettirme işini de Sait Nursi üstlenmiştir. Gizli müslüman dedikoduları yayılmıştır.
Zaten Sait Nursi'nin ABD'ye bakışı nasıl bir mandacı zihniyet taşıdığının da göstergesidir:
"? Küre?i Arz'ın şimdiki en büyük devleti Amerika'nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyet'le Asya ve Afrika'nın saadet ve sükûnet ve barış bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslam
Mandacı üstadın günümüzdeki talebeleri
Said Efendi, risalelerini kaleme aldığında birer nüshasını Papa XII. Pie'ye göndermiş, Papa da buna mukabele etmiştir.
Günümüz nurcuları, Kuvva-yı Milliye'yi çetecilik olarak nitelendirip, rahatsızlıklarını ifade ederlerken, Milli Mücadele yıllarında Fener Rum Patrikhanesi de Kuvva-yı Milliye hareketini barbarlık olarak nitelendirmiştir.
Diyalogcu nurcuların "milli duruş"a ve Kuvva-yı Milliye'ye karşı oluşları, üstatlarından devraldıkları bir mandacılık mirasıdır.
Günümüzde Fetullah Gülen'in öncülüğünü yaptığı ve maalesef Diyanet, iktidar ve hatta bazen muhalefetten bile destek gören diyalog faaliyetleri; papazlarla sarmaş dolaş pozlar vermek, Ramazan sofralarında iftar duaları yaptırmak ve ABD'nin planına taşeronluk yapmak aslında, Said Nursi'den devralınmış bir vazifedir.
Unutulmaması gereken, daha önce de defalarca ifade ettiğimiz gibi bu topraklarda gözü olanların daima amaçlarına ulaşmak için planları da olacaktır.
Sormamız gereken soru ise;
Hayatı boyunca hiç Hacca gitmemiş,
Camiye sıkıldığı için gitmediğini söyleyen,
Cuma kılmayan,
Sakal bırakmayan,
Evlenmeyen,
Haçlı ile savaşmayan,
Şakirtlerini vatan müdafaasına göndermeyen,
ABD yanlısı Sait Kürdi'nin; Atatürk'e "deccal" diyecek kuvvete nasıl ulaştığı toplumda bu adamın din adamı olarak nasıl kabul gördüğüdür.
Atatürk hayatı boyunca cepheden cepheye vatan müdafaası yapmış,
Asker olmasına rağmen Cuma namazlarını kılmış,
Hatta Cuma hutbesi bile vermiş samimi bir Müslüman,
Bağımsızlığımızın mimarı bir kahraman ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusudur.
Nasıl bu insanın imanı teraziye konurken, Sait Nursi ve Diyalogcu hocaların faaliyetleri, Prof. Dr. Haydar Baş ve ekibinin verdiği ilmi mücadeleye kadar nerdeyse hiç sorgulanmamıştır! Ve hala misyonlarını sürdürebilmektedirler.
Atatürk düşmanı bu zihniyet gerek iktidar, gerek Diyanet ve hatta muhalefet saflarında bile kendine hayat bulabilmektedir!
İslam sevgi dinidir
Allah kainatı sevgi üzerine yaratmıştır. "Sen olmasaydın Habibim alemleri yaratmazdım."
Peygamberimiz, Hz. Ali, Hasan, Hüseyin ve Fâtıma'yı abasının altına alıp, "Ya Rabbi bunlar benim etimden? Ben bunları seviyorum, bunları seveni sen de sev. Düşmanları benim düşmanımdır, düşmanlık edenlere sen de düşman ol" diye niyazda bulunmuş.
Allah, Şura suresi 23. Ayette, "De ki Muhammedîm risaletime karşılık sizden Ehl-i Beyt'ime sevgiden başka bir şey istemiyorum" buyuruyor.
Ne zaman bu sevgi kalplerde yok oldu ise kan gözyaşı ve katliam onu takip etmiştir.
Kalpler Ehl-i Beyt'i unutunca Hz. Peygamberin ahirete göçmesinden sadece elli sene sonra Cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin'i katletmiş
ve tarih boyunca ne zaman kalpler bu yokluğu yaşasa kan gözyaşı peşinden gelmiştir.
Sanırım bu topraklarda oynanan oyunlar bizi kalp aleminde Ehl-i Beyt'ten uzak büyük bir çölde bıraktı.
Sevilmesi gerekenler hayatlarımızdan çıktı. Değersiz insanlar baş tacı edildi.
Halbuki Allah, Çanakkale zaferini, -Haydar Baş'ın keşfi ile- Ehl-i Beyt'inin neslinden Mustafa Kemal'ine ve onunla şehadete yürüyenlere nasip etmişti.
Ehl-i Beyt nefesi Mustafa Kemal Atatürk'ün ruhunda "Bağımsızlık benim karakterimdir" cümlesi ile hayat buldu ve esaret zincirlerini paramparça etti.
Aynen günümüzde milletine kurulan bütün tuzakları Ehl-i Beyt nefesi ile bir bir bozan Prof. Dr. Haydar Baş'ın hayatında olduğu gibi?
Şükürler olsun Rabbim kullarını yalnız bırakmadı.
Dün Atatürk'ümüz vardı, bugün de fitnelerin önünde, hiçbir güç sahibinden ya da kınayıcıdan çekinmeyen Prof. Dr. Haydar Baş'ımız var.
O bizi Atamızın etrafında bir araya getirdi. Çöle dönmüş kalplerimiz ölçüyü kaybetmişken; Ehl-i Beyt pınarı ile tekrar canlandı.
Artık kimse Atatürk'e kötü söz söyleyemez, çünkü millet Atatürk'e kavuşmuştur.
Artık kimse Atatürk'ün annesine iftira atamaz, çünkü artık millet onu kendi anası bilmektedir.
Türk milleti olarak; bizi kendi gerçeklerimizle buluşturan gerçek Atatürkçü Prof. Dr. Haydar Baş'a minnettarız.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki; güzel bir gelecek için ekonomik ve sosyal her sahada Prof. Dr. Haydar Baş'ı anlamaya mecburuz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.