Ekonomi yöneticileri, ekonomiyi yalnız rakamlara bakarak anlamaya çalışırlarsa, Arjantin eski başbakanının haline düşerler. Arjantin'de kriz patlak vermeden, halk sokaklara dökülüp dükkanları yağmalamadan kısa bir süre önce, başbakana ekonominin durumu sorulur. Başbakan'ın cevabı şöyle olur: "Ekonomi iyi, fakat halk perişan". Türkiye'de de ekonomi için söylenenler bu tanımlamaya çok benziyor. Ekonomi yöneticilerimiz şunu demiyorlar mı? "Enflasyon düştü büyüme gerçekleşti, makro göstergeler iyi, fakat bunlar henüz halka yansımadı." "Peki bu nasıl oluyor?" diye sorduğumuzda aldığınız cevap şu: "Bu iyileşmeler çok hızlı olduğundan hissedilmedi, ama zaman geçince hissedilecektir." öyleyse beklemeye devam. Zaten halkın yapabileceği başka bir şey de yok.
Aslında ekonominin en iyi göstergesi pazarlardır, bireylerdir. Pazarları gezdiğinizde, bireylerle konuştuğunuzda, gördükleriniz ve duyduklarınız yürek burkuyor. Gerçekten halkın hali perişan. İşin en kötüsü ümitlerde tükenmiş. Böyle bir durumda hala herkesin anlayamayacağı kavramlarla ekonominin iyice gittiğini anlatmaya çalışmak, hem komik kaçıyor, hemde tehlikeyi büyütüyor.
Doğrusu bu değil ve böyle olmamalı. Ekonomi profesörleri, öğrencilerine bile, çok kere ekonomiyi, ekonomik kavramları kullanmadan anlatırlar. Bu konuda şöyle bir hikaye nakledilir. Öğrenci sınıfta profesöre der ki: "hocam, ben bir türlü resesyon, depresyon ve deflasyon arasındaki farkı anlayamadım. Lütfen bunu anlayacağımız bir dille anlatır mısınız?" Gerçekten bu farkı, tanımlara bakarak anlamak çok zor. Çünkü büyümenin geçici bir süre gerilemesine resesyon, bunun uzamasına da depresyon diyorlar. Bu ikisi arasında sadece süre farkı var. Var ama bu süre ne kadar olması gerekir? İşte o belli değil. Belli olmadığı içinde süre, herkese göre değişiyor. Profesör, öğrencinin bu sorusuna karşı bir müddet düşünür ve şu cevabı verir: "Ülke de işsizlik artıyorsa bu hal resesyondur. Hısım akraba, komşular arasında işten çıkarmalar oluyorsa buna depresyon denir. Beni üniversiteden atarlarsa anlaki ülke deflasyona girmiştir."
Ekonomiyi böyle açık seçik anlatmak varken, niçin bilmece, bulmaca gibi tarif ve tanımlara girilir? Amaç halkı aldatmak ve uyutmak mıdır? Halbuki halk söylenenlerin hiç birisine kulak asmıyor. O gördüğüne ve yaşadığına bakarak kararını veriyor. Hükümet istediği kadar "Enflasyonu düşürdük, faiz dışı fazla konusunda hedefi tutturduk" desin, halk bu hükümet hakkın da hükmünü verdi. Hükümet, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de başarısızdır. Halkın verdiği bu hüküm, kesindir ve doğrudur. Bu hükme itiraz edecek olan, önce kendi haline baksın. Kendi halinden memnun mu? Refah düzeyi yükseldi mi? Geleceğe güven duyuyor mu? Bu ve benzer soruları çoğaltmak mümkün. Eğer bu sorulara vereceğimiz cevaplar olumlu ise, halkın verdiği hükmü tartışabiliriz.
Şimdilik halkın hükmünü tartışmayı bırakalım, ekononmimizin en bariz özelliğine dikkat çekelim. O da şudur: Türk ekonomisinde kriz, herşey iyi görünürken patlak verir. Gerçi biz, hiç bir şeyi iyi görmüyoruz, ama görenler bu özelliği unutmasınlar. Unutulmaması gereken bir başka husus da Türk ekonomisinin bazı olaylarla ilk defa karşılaşmasıdır. "Bu olay nedir?" derseniz, stokların GSMH'dan çok daha fazla büyümesini gösterebiliriz. Mesela bu, bu güne kadar görülmüş bir olay değildir. Stokların büyümesi, üreticinin ürettiği malı satmadığının göstergesidir. Dahası bu, iflasların habercisidir.
Bilindiği gibi, stoklar da mal saklayanın döner sermayesi olmalı. Döner sermayesi yoksa,-ki yok olduğu bir gerçek-ya stoklardaki malı üretici firma zararına satacak, ya da ödeme sıkıntısı çektiği için iflas edecektir. İşte ekonomimizin gelip dayandığı son nokta budur. Bunu görmeden, buna çare bulmadan, başka şeylerle uğraşmak, halkın anlamadığı kavramlarla ekonomiyi anlatmak, sorumluluk anlayışıyla bağdaşmıyor.
Aslında ekonominin en iyi göstergesi pazarlardır, bireylerdir. Pazarları gezdiğinizde, bireylerle konuştuğunuzda, gördükleriniz ve duyduklarınız yürek burkuyor. Gerçekten halkın hali perişan. İşin en kötüsü ümitlerde tükenmiş. Böyle bir durumda hala herkesin anlayamayacağı kavramlarla ekonominin iyice gittiğini anlatmaya çalışmak, hem komik kaçıyor, hemde tehlikeyi büyütüyor.
Doğrusu bu değil ve böyle olmamalı. Ekonomi profesörleri, öğrencilerine bile, çok kere ekonomiyi, ekonomik kavramları kullanmadan anlatırlar. Bu konuda şöyle bir hikaye nakledilir. Öğrenci sınıfta profesöre der ki: "hocam, ben bir türlü resesyon, depresyon ve deflasyon arasındaki farkı anlayamadım. Lütfen bunu anlayacağımız bir dille anlatır mısınız?" Gerçekten bu farkı, tanımlara bakarak anlamak çok zor. Çünkü büyümenin geçici bir süre gerilemesine resesyon, bunun uzamasına da depresyon diyorlar. Bu ikisi arasında sadece süre farkı var. Var ama bu süre ne kadar olması gerekir? İşte o belli değil. Belli olmadığı içinde süre, herkese göre değişiyor. Profesör, öğrencinin bu sorusuna karşı bir müddet düşünür ve şu cevabı verir: "Ülke de işsizlik artıyorsa bu hal resesyondur. Hısım akraba, komşular arasında işten çıkarmalar oluyorsa buna depresyon denir. Beni üniversiteden atarlarsa anlaki ülke deflasyona girmiştir."
Ekonomiyi böyle açık seçik anlatmak varken, niçin bilmece, bulmaca gibi tarif ve tanımlara girilir? Amaç halkı aldatmak ve uyutmak mıdır? Halbuki halk söylenenlerin hiç birisine kulak asmıyor. O gördüğüne ve yaşadığına bakarak kararını veriyor. Hükümet istediği kadar "Enflasyonu düşürdük, faiz dışı fazla konusunda hedefi tutturduk" desin, halk bu hükümet hakkın da hükmünü verdi. Hükümet, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de başarısızdır. Halkın verdiği bu hüküm, kesindir ve doğrudur. Bu hükme itiraz edecek olan, önce kendi haline baksın. Kendi halinden memnun mu? Refah düzeyi yükseldi mi? Geleceğe güven duyuyor mu? Bu ve benzer soruları çoğaltmak mümkün. Eğer bu sorulara vereceğimiz cevaplar olumlu ise, halkın verdiği hükmü tartışabiliriz.
Şimdilik halkın hükmünü tartışmayı bırakalım, ekononmimizin en bariz özelliğine dikkat çekelim. O da şudur: Türk ekonomisinde kriz, herşey iyi görünürken patlak verir. Gerçi biz, hiç bir şeyi iyi görmüyoruz, ama görenler bu özelliği unutmasınlar. Unutulmaması gereken bir başka husus da Türk ekonomisinin bazı olaylarla ilk defa karşılaşmasıdır. "Bu olay nedir?" derseniz, stokların GSMH'dan çok daha fazla büyümesini gösterebiliriz. Mesela bu, bu güne kadar görülmüş bir olay değildir. Stokların büyümesi, üreticinin ürettiği malı satmadığının göstergesidir. Dahası bu, iflasların habercisidir.
Bilindiği gibi, stoklar da mal saklayanın döner sermayesi olmalı. Döner sermayesi yoksa,-ki yok olduğu bir gerçek-ya stoklardaki malı üretici firma zararına satacak, ya da ödeme sıkıntısı çektiği için iflas edecektir. İşte ekonomimizin gelip dayandığı son nokta budur. Bunu görmeden, buna çare bulmadan, başka şeylerle uğraşmak, halkın anlamadığı kavramlarla ekonomiyi anlatmak, sorumluluk anlayışıyla bağdaşmıyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018