İdarecilerimiz, uzun yıllardır tersine gidişten vazgeçmiyorlar. Bir çoğu ise, tersine gittiğinin farkında bile değil, tabiri caizse burnunun doğrusuna yol alıyorlar. Duvara toslayınca uyansalar ne ala. Yine uyanmıyorlar, kör-kütük yolarına devam ediyorlar. Daha doğrusu uçuruma doğru yuvarlanıyorlar. Halleri, bindiği dalı kesen adamın haline benziyor. Sorsanız, güya dünyadaki gelişmeleri takip ediyorlar. Hani, nerede? Keşke, gerçekten öyle olsa. Dünyada olup bitenleri takip edebilseler ve onlardan ders çıkarabilseler. Böyle birşeye bugüne kadar şahit olmadık. Şahit olduğumuz, eller Mersin'e giderken, bizimkilerin tersine gittiğidir.
Bu tersine gidişlerin bazısı ekonomi alanında yaşanmaktadır. Bunlardan birisini örnek vermek istiyorum. Herkesin bildiği ve kabul ettiği bir gerçek vardır. O da şudur: İletişim ve ulaşımın olabildiğince geliştiği bu çağda bile devlet, yardıma muhtaç olan herkese ulaşamamaktadır. Herkese ulaşmayı amaç edinen sosyal devlet de bunu başaramamıştır. Onun içinde deniliyor ki, "yardımlaşma ve dayanışmayı halkın kendi kendine yapmasından başka çıkar yol yok". Bundan dolayı da Batılılar "üçüncü sektör"adını verdikleri gönüllü kuruluşlara büyük önem ve destek veriyorlar. Batılıların yeni keşfettiği üçüncü sektörün, bizim dünyamızda çok ayrı bir yeri ve değeri vardır.
Üçüncü sektör adı verilen bu kuruluşların, bizdeki orijinal adı vakıftır. Hiç bir millet, bizim milletimiz kadar vakıfları disipline edip insanlığın hizmetine sunamamıştır. Batı dünyasında vakıf, ancak 18. Asırda Medeni Kanun'la yer alabilmiştir. Geç de olsa, vakıfların önemini anlayan Batı Dünyası, vakıfları vergi muafiyetleriyle desteklemekte ve teşvik etmektedir. Özellikle ABD'de sağlık ve eğitim gibi kurtuluşların çoğu özel sermayeli vakıflar tarafından işletilmektedir.
Türkiye'ye dönüp baktığımızda ise durum, bu gelişmelerin tam tersi bir istikamette seyretmektedir. Devlet yetkilileri, "devlet varken bu işlerle uğraşmak size mi kalmış?" der gibi davranışlar sergiliyorlar. Bir keresinde bir vakıf kurumunu teftişe gelen müfettişlerin yaptıklarına şahit oldum. Onların hareketlerini hala unutamıyorum. Müfettişler, sanki gönüllü olarak hizmet veren kuruluşa değil de, bir terörist yuvasına girmiş gibi sormadan, etmeden, sağa-sola dalıyor, çöp sepetlerini karıştırıyorlardı. Vakıf yöneticilerine öyle sorular soruyorlardı ki, duyan insanın kanının donmaması mümkün değildi. Siz şimdi gelin bu yapılanlarla, Batılıların teşvik ve desteklerini karşılaştırın da, "eller Mersin'e biz tersine" ya da "elle aya, biz yaya gidiyoruz" demeyin.
Maddi kalkınma ne kadar yükselirse yükselsin, her toplumda mutlaka yardıma muhtaç insan bulunacaktır. Şu da bir gerçek ki, muhtaç olanların hepsine devletin elinin uzanması mümkün olmuyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesinde ve refahın yaygınlaşmasında vakıf kuruluşları büyük rol oynamaktadırlar. Vakıfların ülkemizde asırlar öncesine uzanan bir geçmişi vardır. Bir çok engellemelere rağmen, bu vakıflar görevlerini yapmakta ve sosyal patlamalara engel olmaktadırlar.
Dünya Bankası eski Baş İktirasatçısı Josephe Stiglitz'in "IMF ayaklanmaları" adını verdiği ayaklanmaların Türkiye'de olmamasının tek sebebi bu vakıflardır. İnsanın aklına ister istemez şu geliyor: Bütün dünyada IMF ayaklanmaları olurken Türkiye'de olmamasına kızan ve hayıflananlar mı, vakıflarımıza düşmanca tavır takınıyorlar? Yoksa bunu da mı IMF emrediyor? Emredebilir, çünkü Stiglitz'in dediği gibi, "ülkede basınç artarken, IMF düdüklü tencere patlayana kadar ateşi yükseltir" onun için ateşi düşüren ve sosyal patlamayı önleyen kişiler, kuruluşlar düşman ilan edilir.
Dünya Bankası ve IMF'nin emirlerinden başkasını gözü görmeyen ve kulağı işitmeyenlere Prof. Dr. Peter Drucker'in ilerlemiş yaşına rağmen yazdığı "Ekolojik Vizyon" adlı son eserini tavsiye etsek, nasıl olur acaba? Peter Drucker bu eserinde gelir amaçlı olmayan üçüncü sektörün önemini ve insanlığa sunduğu hizmetleri anlatıyor. Bizimkiler yine anlamaz mı dersiniz? Eğer anlamamaya ve tersine gitmeye karar vermişlerse, elbette anlamazlar. Öyleyse geriye tek çıkar yol kalıyor; Anlayanlarla bir ve beraber olmak, tersine gidenleri kendi haline bırakmak.
Bu tersine gidişlerin bazısı ekonomi alanında yaşanmaktadır. Bunlardan birisini örnek vermek istiyorum. Herkesin bildiği ve kabul ettiği bir gerçek vardır. O da şudur: İletişim ve ulaşımın olabildiğince geliştiği bu çağda bile devlet, yardıma muhtaç olan herkese ulaşamamaktadır. Herkese ulaşmayı amaç edinen sosyal devlet de bunu başaramamıştır. Onun içinde deniliyor ki, "yardımlaşma ve dayanışmayı halkın kendi kendine yapmasından başka çıkar yol yok". Bundan dolayı da Batılılar "üçüncü sektör"adını verdikleri gönüllü kuruluşlara büyük önem ve destek veriyorlar. Batılıların yeni keşfettiği üçüncü sektörün, bizim dünyamızda çok ayrı bir yeri ve değeri vardır.
Üçüncü sektör adı verilen bu kuruluşların, bizdeki orijinal adı vakıftır. Hiç bir millet, bizim milletimiz kadar vakıfları disipline edip insanlığın hizmetine sunamamıştır. Batı dünyasında vakıf, ancak 18. Asırda Medeni Kanun'la yer alabilmiştir. Geç de olsa, vakıfların önemini anlayan Batı Dünyası, vakıfları vergi muafiyetleriyle desteklemekte ve teşvik etmektedir. Özellikle ABD'de sağlık ve eğitim gibi kurtuluşların çoğu özel sermayeli vakıflar tarafından işletilmektedir.
Türkiye'ye dönüp baktığımızda ise durum, bu gelişmelerin tam tersi bir istikamette seyretmektedir. Devlet yetkilileri, "devlet varken bu işlerle uğraşmak size mi kalmış?" der gibi davranışlar sergiliyorlar. Bir keresinde bir vakıf kurumunu teftişe gelen müfettişlerin yaptıklarına şahit oldum. Onların hareketlerini hala unutamıyorum. Müfettişler, sanki gönüllü olarak hizmet veren kuruluşa değil de, bir terörist yuvasına girmiş gibi sormadan, etmeden, sağa-sola dalıyor, çöp sepetlerini karıştırıyorlardı. Vakıf yöneticilerine öyle sorular soruyorlardı ki, duyan insanın kanının donmaması mümkün değildi. Siz şimdi gelin bu yapılanlarla, Batılıların teşvik ve desteklerini karşılaştırın da, "eller Mersin'e biz tersine" ya da "elle aya, biz yaya gidiyoruz" demeyin.
Maddi kalkınma ne kadar yükselirse yükselsin, her toplumda mutlaka yardıma muhtaç insan bulunacaktır. Şu da bir gerçek ki, muhtaç olanların hepsine devletin elinin uzanması mümkün olmuyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesinde ve refahın yaygınlaşmasında vakıf kuruluşları büyük rol oynamaktadırlar. Vakıfların ülkemizde asırlar öncesine uzanan bir geçmişi vardır. Bir çok engellemelere rağmen, bu vakıflar görevlerini yapmakta ve sosyal patlamalara engel olmaktadırlar.
Dünya Bankası eski Baş İktirasatçısı Josephe Stiglitz'in "IMF ayaklanmaları" adını verdiği ayaklanmaların Türkiye'de olmamasının tek sebebi bu vakıflardır. İnsanın aklına ister istemez şu geliyor: Bütün dünyada IMF ayaklanmaları olurken Türkiye'de olmamasına kızan ve hayıflananlar mı, vakıflarımıza düşmanca tavır takınıyorlar? Yoksa bunu da mı IMF emrediyor? Emredebilir, çünkü Stiglitz'in dediği gibi, "ülkede basınç artarken, IMF düdüklü tencere patlayana kadar ateşi yükseltir" onun için ateşi düşüren ve sosyal patlamayı önleyen kişiler, kuruluşlar düşman ilan edilir.
Dünya Bankası ve IMF'nin emirlerinden başkasını gözü görmeyen ve kulağı işitmeyenlere Prof. Dr. Peter Drucker'in ilerlemiş yaşına rağmen yazdığı "Ekolojik Vizyon" adlı son eserini tavsiye etsek, nasıl olur acaba? Peter Drucker bu eserinde gelir amaçlı olmayan üçüncü sektörün önemini ve insanlığa sunduğu hizmetleri anlatıyor. Bizimkiler yine anlamaz mı dersiniz? Eğer anlamamaya ve tersine gitmeye karar vermişlerse, elbette anlamazlar. Öyleyse geriye tek çıkar yol kalıyor; Anlayanlarla bir ve beraber olmak, tersine gidenleri kendi haline bırakmak.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018