Miladi sekizinci asırdan itibaren Müslümanlar İberik Yarımadası'nda insanlık tarihinin en muaazzam medeneyitlerinden birisini vücuda getirmişlerdir. Şimdiki İspanya'nın bulunduğu topraklarda hüküm süren Endülüs Devleti'nde felsefenin temel sorunsalı din-felsefe uzlaşmasıdır. Bütün gayretler peygamberlik kurumunu filozoflarla eşit düzeyde tutmak ve hakikate ulaşmakta din kadar felsefenin de etkin olduğunu savunmak adınadır.
Endülüs'e felsefenin ilk girişi İbn Bacce isimli filozofla mümkün olur. Kendisi Aristo'nun bir çok eserini şerheder (açıklar) ve Farabi kanalıyla da Eflatun'u incelemiştir. Mevcut İslam tefekkürüne "Hüccet'ül İslam" İmam-ı Gazali'nin kazandırdığı perspektiften tamamen farklı bir yön edindirmiş, böylece Endülüs'ün gündemine felsefeyi sokmuştur. Kendisinden sonra gelen İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'e yaptığı etki bir yana Yahudi filozof Mose'nin 14. yüzyılda yazdığı eserlere dahi ilham kaynağı olmuştur. "Batıda İmam-ı Gazali'yi ilk eleştiren filozof olarak iki yüzlü bir yaklaşım içinde bulunur. Bir yanda ona hayran olduğunu, onun önerdiği yolun kişiyi marifetullaha götürdüğünü kabul eder ve bu yolun Resulullah'a (sav) dayandığını beyan eder. (Din Felsefe Vahiy Akıl İlişkisi, Ali Bulaç, sy.192). Diğer yanda ise "Bize Ebu Hamid El-Gazali denen adamın kitapları ulaşan insanlardan itizal ederek büyük zevklere ulaştığını söyler. Bunların hepsi birer zandır; hak yerine kendince ikame ettiği şeylerdir" (a.g.e, 192) der. İbn Bacce'ye göre hakikate ulaşmanın yegane yolu akıldır ve bundan dolayı tasavvuf bir hatadır, ucuz mutluluk vaadeder. Endülüslü şair Ülfet bin Hakan onun hakkında hicviyeler yazmış ve dinsizlikle itham etmiştir.
İbn Bacce'yi takip eden dönemde İbn Tufeyl felsefede söz sahibidir. Kendisi Endülüs'teki Muvahhidin Sarayında büyük bir teveccühe sahiptir ve Sultan Yusuf'un özel doktorudur. Bir dönem vezirliğini de üstlenir. Fakat saraya en büyük hediyesi şüphesiz İbn Rüşd olur. Batı edebiyatındaki Cervantes'in Robinson'una ilham olacak Hayy bin Yakzan isimli felsefe romanını kaleme alır. İbn Tufeyl'e göre Şark'ta yetişen düşünürlerden güvenilecek olanı sadece İbni Sina'dır ve İmam-ı Gazali Tasavvuf yolunu tuttuğu için asıl hakikatten ayrılmıştır.
Endülüs'te görkemli ve özgün bir felsefî ekol kuran İbn Tufeyl, din-felsefe uzlaşması bağlamında çalışmalar yapmıştır.
Filozoflar halkasının sonuncusu meşhur İbn Rüşd'dür. Aristo'nun en sadık talebesi ve eserlerinin yılmaz savunucusu, şerhedicisidir. Hakkında Ernst Renan isimli müsteşrikin büyük bir etüdü vardır. İbn Rüşd; İbn Tufeyl'in Endülüs sultanının dostluğundan istifade ederek saraya girmeye muvaffak olmuştur. Bir eserinde hükümdarla olan mülakatını şöyle anlatır: "Sultan bana filozofların Allah ve Ahiret hakkında ne düşündükleri sordu. Ben onun ne düşündüğünü ve İbn Tufeyl'in evvelce kendisine ne söylemiş olduğunu bilemediğim için doğrusu korktum. Cevap vermekte tereddüt ettim. Sultan doğrudan doğruya Eflatun ve Aristo'nun bazı fikirlerinden ve İslam filozoflarının bundan ayrıldıkları noktalardan bahsetti. O zaman kendisinin felsefi konularda derinliğine hayret ederek serbestçe konuşabileceğimi anladım"(İslam Düşüncesi, Ord. Prof. M. Ziya Ülken, sy.229).
İbn Rüşd bir dönem kadılık, bir dönem sultanın özel doktorluğu gibi görevler alır. Sarayda teveccüh kazanır. Fakat bu devirde henüz Kurtuba Kadısı iken felsefi kanaatlerinden dolayı şüphe altına girer. Dinî vazife görmesine rağmen dinsizlikle itham edilir. Çağdaşı olan Ebu Mehmed Abd'ül Ays isimli bir kelamcı İbn Rüşd'ün şirke düstüğüne şehadet etmiştir.
Kendisine bir tartışma esnasında Allah'ın Ad ve Semud kavmini cezalandırmak için gönderdiği fırtınadan bahsedilir. İbn Rüşd, Ad kavminin mahvedilmesine dair anlatılan şeylerin "masal" olduğunu söyler. Orada hazır bulunanlar Kur'an'da açıkça zikredilen bu kıssa hakkında İbn Rüşd'ün böyle konuşmasına hayret ederler. (Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, sy.62).
Ömrünün sonunda evinde dostlarını kaybetmiş, halk tarafından dışlanmış bir halde ölür. Fakat etkisi uzun yıllar devam edecektir.
Fethin ilk günlerinde var olan vatan ve inanç şuurunun, felsefenin şüphe şırınga eden bu üç filozofuyla sarsıldığı Endülüs'te artık fikir anarşisi hakimdir. Yahudi tercümanların katkılarıyla körüklenen filozofik söylemler neticede dini birlik ve milli bütünlüğü bitirmiştir.
Sonuçta, "Allah Endülüs Müslümanlarına düşman korkusunu öyle musallat eder ki, bunlardan biri herhangi bir yerde bir Hıristiyan'la karşılaşsa Allah'tan utanmadan sırtını döner ve kaçar. Allah düşmanları Müslümanların bu davranışlarını çok sık gördüklerinden alışmışlardır." (a.g.e)
Mehmet Maruf
Endülüs'e felsefenin ilk girişi İbn Bacce isimli filozofla mümkün olur. Kendisi Aristo'nun bir çok eserini şerheder (açıklar) ve Farabi kanalıyla da Eflatun'u incelemiştir. Mevcut İslam tefekkürüne "Hüccet'ül İslam" İmam-ı Gazali'nin kazandırdığı perspektiften tamamen farklı bir yön edindirmiş, böylece Endülüs'ün gündemine felsefeyi sokmuştur. Kendisinden sonra gelen İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'e yaptığı etki bir yana Yahudi filozof Mose'nin 14. yüzyılda yazdığı eserlere dahi ilham kaynağı olmuştur. "Batıda İmam-ı Gazali'yi ilk eleştiren filozof olarak iki yüzlü bir yaklaşım içinde bulunur. Bir yanda ona hayran olduğunu, onun önerdiği yolun kişiyi marifetullaha götürdüğünü kabul eder ve bu yolun Resulullah'a (sav) dayandığını beyan eder. (Din Felsefe Vahiy Akıl İlişkisi, Ali Bulaç, sy.192). Diğer yanda ise "Bize Ebu Hamid El-Gazali denen adamın kitapları ulaşan insanlardan itizal ederek büyük zevklere ulaştığını söyler. Bunların hepsi birer zandır; hak yerine kendince ikame ettiği şeylerdir" (a.g.e, 192) der. İbn Bacce'ye göre hakikate ulaşmanın yegane yolu akıldır ve bundan dolayı tasavvuf bir hatadır, ucuz mutluluk vaadeder. Endülüslü şair Ülfet bin Hakan onun hakkında hicviyeler yazmış ve dinsizlikle itham etmiştir.
İbn Bacce'yi takip eden dönemde İbn Tufeyl felsefede söz sahibidir. Kendisi Endülüs'teki Muvahhidin Sarayında büyük bir teveccühe sahiptir ve Sultan Yusuf'un özel doktorudur. Bir dönem vezirliğini de üstlenir. Fakat saraya en büyük hediyesi şüphesiz İbn Rüşd olur. Batı edebiyatındaki Cervantes'in Robinson'una ilham olacak Hayy bin Yakzan isimli felsefe romanını kaleme alır. İbn Tufeyl'e göre Şark'ta yetişen düşünürlerden güvenilecek olanı sadece İbni Sina'dır ve İmam-ı Gazali Tasavvuf yolunu tuttuğu için asıl hakikatten ayrılmıştır.
Endülüs'te görkemli ve özgün bir felsefî ekol kuran İbn Tufeyl, din-felsefe uzlaşması bağlamında çalışmalar yapmıştır.
Filozoflar halkasının sonuncusu meşhur İbn Rüşd'dür. Aristo'nun en sadık talebesi ve eserlerinin yılmaz savunucusu, şerhedicisidir. Hakkında Ernst Renan isimli müsteşrikin büyük bir etüdü vardır. İbn Rüşd; İbn Tufeyl'in Endülüs sultanının dostluğundan istifade ederek saraya girmeye muvaffak olmuştur. Bir eserinde hükümdarla olan mülakatını şöyle anlatır: "Sultan bana filozofların Allah ve Ahiret hakkında ne düşündükleri sordu. Ben onun ne düşündüğünü ve İbn Tufeyl'in evvelce kendisine ne söylemiş olduğunu bilemediğim için doğrusu korktum. Cevap vermekte tereddüt ettim. Sultan doğrudan doğruya Eflatun ve Aristo'nun bazı fikirlerinden ve İslam filozoflarının bundan ayrıldıkları noktalardan bahsetti. O zaman kendisinin felsefi konularda derinliğine hayret ederek serbestçe konuşabileceğimi anladım"(İslam Düşüncesi, Ord. Prof. M. Ziya Ülken, sy.229).
İbn Rüşd bir dönem kadılık, bir dönem sultanın özel doktorluğu gibi görevler alır. Sarayda teveccüh kazanır. Fakat bu devirde henüz Kurtuba Kadısı iken felsefi kanaatlerinden dolayı şüphe altına girer. Dinî vazife görmesine rağmen dinsizlikle itham edilir. Çağdaşı olan Ebu Mehmed Abd'ül Ays isimli bir kelamcı İbn Rüşd'ün şirke düstüğüne şehadet etmiştir.
Kendisine bir tartışma esnasında Allah'ın Ad ve Semud kavmini cezalandırmak için gönderdiği fırtınadan bahsedilir. İbn Rüşd, Ad kavminin mahvedilmesine dair anlatılan şeylerin "masal" olduğunu söyler. Orada hazır bulunanlar Kur'an'da açıkça zikredilen bu kıssa hakkında İbn Rüşd'ün böyle konuşmasına hayret ederler. (Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, sy.62).
Ömrünün sonunda evinde dostlarını kaybetmiş, halk tarafından dışlanmış bir halde ölür. Fakat etkisi uzun yıllar devam edecektir.
Fethin ilk günlerinde var olan vatan ve inanç şuurunun, felsefenin şüphe şırınga eden bu üç filozofuyla sarsıldığı Endülüs'te artık fikir anarşisi hakimdir. Yahudi tercümanların katkılarıyla körüklenen filozofik söylemler neticede dini birlik ve milli bütünlüğü bitirmiştir.
Sonuçta, "Allah Endülüs Müslümanlarına düşman korkusunu öyle musallat eder ki, bunlardan biri herhangi bir yerde bir Hıristiyan'la karşılaşsa Allah'tan utanmadan sırtını döner ve kaçar. Allah düşmanları Müslümanların bu davranışlarını çok sık gördüklerinden alışmışlardır." (a.g.e)
Mehmet Maruf