Onca soğuğa karşın Kıbrıs Türkleri ayaktaydı, "Babatürk Denktaş"ın cenaze merasiminde… O ne muhteşem kortej yürüyüşüydü, "Babatürk Denktaş"'ın arkasından gidiş. Çoluk, çocuk, genç delikanlı, genç kız, kadın, ihtiyar tüm birleşmişti, genç yürekler, sımsıcacık kalpleri onun için çarpıyordu… Işıklar içersinde yatsın, Cem Karaca'nın şarkılarında haykırdığı gibi; "Selam Olsun Onlara, Gençlere ve Daima Genç Kalanlara".
1975 yılında Kıbrıs'a 5. Paraşüt Taburunda 4. Bölük Komutanı olarak ilk kez gittiğimde kendisiyle karşılaşmış ve emanetin emin ellerde olduğunu görüp, dağdaki bayırdaki mayın temizleme işine yönelmiştim. Sevgili dostum, Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik'in KKTC'de Volkan gazetesinde 16 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan "Millî Kahraman Rauf R. DENKTAŞ" başlıklı yazısında aşağıda veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, itiraf edeyim, hayranlık duyarak sarsılmıştım:
"Rauf Denktaş, keskin zekâsı, yorulmak bilmez çalışkanlığı, güzel ve etkileyici konuşması, İngilizceye akıcı biçimde vukufu, en karmaşık konuları sade bir dille anlatma yeteneği, nüktedanlığı, cömertliği, liderlik vasıfları ve etrafa sevgi saçması, aynı zamanda saygı uyandırması, ince ruhu, hayvanseverliği, hobi sahibi olmasıyla çevresindekileri –muhalifleri dahil– kendisine hayran bırakmıştır."
İşte bunun için daha sağlığında da söylenilmeğe başlanılmıştı, o koca çınar için Atatürk'ten esinlenecek şekilde "Babatürk Denktaş" denilmeğe. Cenaze töreni sırasında her yaştaki Kıbrıs Türkü tarafından taşındı "Babatürk Denktaş" pankartları. Pankart taşıyanları izlediyseniz, hiçbir zorakilik yoktu, davranışlarında, her şeyleri doğaldı, içtendi, samimi idi… Kendisine gösterilen saygıdan da öte, sadece ve sadece Kıbrıs Türk Halkının ona gösterdiği ihtiramın milli yansıması idi. O, sadece Kıbrıs Türkü'nün değil, bütün Türk Dünyasının babasıydı, "Babatürk"üydü. Yalnızca "Babatürk" değil, aynı zamanda Devlet Kurucusu "Gazi"si idi. Türk âdet ve göreneklerine göre savaşa katılan, savaşta yaralanan ve savaştan sağ dönenlere "Gazi" adı verilir, doğrudur. Ama "O" her daim hiçbir zaman mücadeleden geri durmamış, yılmamıştır. Hayatı mücadeleler içersinde geçmiştir, kısaca hiç cepheden dönmemiştir ki… "Gazilik" Türk Mukavemet Teşkilatının yılmaz savaşçısı "Toros"un anasının sütü gibi helal hakkıdır. Ayrıca, unutmayınız, bir de, Türk töresine göre devlet kuranlara da "Gazi" unvanı verilir. Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi Osmanlı Devletini kurdukları için Allah katında kutsal "Gazilik" rütbesini hak ederek almışlardır. Mustafa Kemal Atatürk Sakarya Savaşından sonra TBMM'in kararı ile "Gazi" unvanını almış ve de devlet kurduğu için bu unvanını "Gazilik"le taçlandırmıştır. Onun için TMT'nin "Toros"'u Rauf R. Denktaş; hem "Gazi" hem de "Babatürk"'tür.
Ebediyete intikal ettikten sonra Üçüncü Meşrutiyetçi gaztenekesi taifesinin onun hakkında yazdıkları yazıları bir göz attığımda gördüm ki, Yarabbi, o ne büyük hezeyan… Denktaş gibi büyük kahraman–devlet adamlarının yüceleştirilmeleri karşısında, hiç de fazla söze gerek yok, nasıl ezildiklerini gösteriyor, yazdıkları... Şimdilerde son kullanma tarihi geçtiği için AKP tarafından tek tek kapının önüne konulduklarından mı nedir, nereye döneceklerini şaşırmışlar, yeni kıbleler aramakla meşgullerdir. Biliyorsunuz, üçüncü milenyumla birlikte Ada'daki çözümsüzlüğün sorumluluğunu haksız olarak Denktaş'a yüklemişlerdi. 2002–2004 döneminde Denktaş'ı Türkiye'nin AB sürecine zarar vermekle itham etmişler, O'nun siyasî hayatını sona erdirmek için KKTC'nin iç siyasetine bile müdahalelerde bulunmuşlardı. Hatta ve hatta bunu gizleme gereği bile duymamışlardı. Peki sormak lazım, Denktaş'ın politika sahnesinde olmadığı son 8 yıllık dönemde, Türkiye'nin AB yolunun iyice tıkanmış ve sürecin âdeta durmuş olması olgusunu şimdi nasıl izah edebilirler? Bütün bu yapılanlara karşın, bütün bunlar hakkında "Gazi Babatürk" yine de kötü düşünmedi. Bakın yine yakınındaki bir büyükelçi arkadaşıma gönderdiği mektupta ve özgün yazılarında bu üçüncü meşrutiyetçi makulesini nasıl tanımlıyordu:
"–Gerçekleri zamanında algılayabilme yeteneklerini geliştirmeye ve konularının özüne inebilmeyi öğrenmeye çalışmak yerine, Türkiye'nin ve Türklerin çıkarlarına karsı olan çevrelerin sözcülüğünü tercih etmek.
–Türkiye'nin öncelikli dış politika konularında Türkiye düşmanlarının kullandığı dili kullanmak.( Ermeni, Rum–Yunan konuları ile ilgili yazılarına bakınız.)
–Türkiye'nin uygarlık çizgisini değiştirmeye yönelik politikalara yandaşlık etmek..."
İşte böyle saygıdeğer okurlar, "Gazi Babatürk" unvanı sağlığında kendisinden esirgendi ama, ebediyete intikal ettikten sonra ona sırf bu Âlicenaplığından ötürü "Gazi Babatürk" demek gerekmez mi ? Sevgili okurlar…
1975 yılında Kıbrıs'a 5. Paraşüt Taburunda 4. Bölük Komutanı olarak ilk kez gittiğimde kendisiyle karşılaşmış ve emanetin emin ellerde olduğunu görüp, dağdaki bayırdaki mayın temizleme işine yönelmiştim. Sevgili dostum, Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik'in KKTC'de Volkan gazetesinde 16 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan "Millî Kahraman Rauf R. DENKTAŞ" başlıklı yazısında aşağıda veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, itiraf edeyim, hayranlık duyarak sarsılmıştım:
"Rauf Denktaş, keskin zekâsı, yorulmak bilmez çalışkanlığı, güzel ve etkileyici konuşması, İngilizceye akıcı biçimde vukufu, en karmaşık konuları sade bir dille anlatma yeteneği, nüktedanlığı, cömertliği, liderlik vasıfları ve etrafa sevgi saçması, aynı zamanda saygı uyandırması, ince ruhu, hayvanseverliği, hobi sahibi olmasıyla çevresindekileri –muhalifleri dahil– kendisine hayran bırakmıştır."
İşte bunun için daha sağlığında da söylenilmeğe başlanılmıştı, o koca çınar için Atatürk'ten esinlenecek şekilde "Babatürk Denktaş" denilmeğe. Cenaze töreni sırasında her yaştaki Kıbrıs Türkü tarafından taşındı "Babatürk Denktaş" pankartları. Pankart taşıyanları izlediyseniz, hiçbir zorakilik yoktu, davranışlarında, her şeyleri doğaldı, içtendi, samimi idi… Kendisine gösterilen saygıdan da öte, sadece ve sadece Kıbrıs Türk Halkının ona gösterdiği ihtiramın milli yansıması idi. O, sadece Kıbrıs Türkü'nün değil, bütün Türk Dünyasının babasıydı, "Babatürk"üydü. Yalnızca "Babatürk" değil, aynı zamanda Devlet Kurucusu "Gazi"si idi. Türk âdet ve göreneklerine göre savaşa katılan, savaşta yaralanan ve savaştan sağ dönenlere "Gazi" adı verilir, doğrudur. Ama "O" her daim hiçbir zaman mücadeleden geri durmamış, yılmamıştır. Hayatı mücadeleler içersinde geçmiştir, kısaca hiç cepheden dönmemiştir ki… "Gazilik" Türk Mukavemet Teşkilatının yılmaz savaşçısı "Toros"un anasının sütü gibi helal hakkıdır. Ayrıca, unutmayınız, bir de, Türk töresine göre devlet kuranlara da "Gazi" unvanı verilir. Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi Osmanlı Devletini kurdukları için Allah katında kutsal "Gazilik" rütbesini hak ederek almışlardır. Mustafa Kemal Atatürk Sakarya Savaşından sonra TBMM'in kararı ile "Gazi" unvanını almış ve de devlet kurduğu için bu unvanını "Gazilik"le taçlandırmıştır. Onun için TMT'nin "Toros"'u Rauf R. Denktaş; hem "Gazi" hem de "Babatürk"'tür.
Ebediyete intikal ettikten sonra Üçüncü Meşrutiyetçi gaztenekesi taifesinin onun hakkında yazdıkları yazıları bir göz attığımda gördüm ki, Yarabbi, o ne büyük hezeyan… Denktaş gibi büyük kahraman–devlet adamlarının yüceleştirilmeleri karşısında, hiç de fazla söze gerek yok, nasıl ezildiklerini gösteriyor, yazdıkları... Şimdilerde son kullanma tarihi geçtiği için AKP tarafından tek tek kapının önüne konulduklarından mı nedir, nereye döneceklerini şaşırmışlar, yeni kıbleler aramakla meşgullerdir. Biliyorsunuz, üçüncü milenyumla birlikte Ada'daki çözümsüzlüğün sorumluluğunu haksız olarak Denktaş'a yüklemişlerdi. 2002–2004 döneminde Denktaş'ı Türkiye'nin AB sürecine zarar vermekle itham etmişler, O'nun siyasî hayatını sona erdirmek için KKTC'nin iç siyasetine bile müdahalelerde bulunmuşlardı. Hatta ve hatta bunu gizleme gereği bile duymamışlardı. Peki sormak lazım, Denktaş'ın politika sahnesinde olmadığı son 8 yıllık dönemde, Türkiye'nin AB yolunun iyice tıkanmış ve sürecin âdeta durmuş olması olgusunu şimdi nasıl izah edebilirler? Bütün bu yapılanlara karşın, bütün bunlar hakkında "Gazi Babatürk" yine de kötü düşünmedi. Bakın yine yakınındaki bir büyükelçi arkadaşıma gönderdiği mektupta ve özgün yazılarında bu üçüncü meşrutiyetçi makulesini nasıl tanımlıyordu:
"–Gerçekleri zamanında algılayabilme yeteneklerini geliştirmeye ve konularının özüne inebilmeyi öğrenmeye çalışmak yerine, Türkiye'nin ve Türklerin çıkarlarına karsı olan çevrelerin sözcülüğünü tercih etmek.
–Türkiye'nin öncelikli dış politika konularında Türkiye düşmanlarının kullandığı dili kullanmak.( Ermeni, Rum–Yunan konuları ile ilgili yazılarına bakınız.)
–Türkiye'nin uygarlık çizgisini değiştirmeye yönelik politikalara yandaşlık etmek..."
İşte böyle saygıdeğer okurlar, "Gazi Babatürk" unvanı sağlığında kendisinden esirgendi ama, ebediyete intikal ettikten sonra ona sırf bu Âlicenaplığından ötürü "Gazi Babatürk" demek gerekmez mi ? Sevgili okurlar…
YeniMesaj / diğer yazıları
- Gaflette ısrar / 24.01.2015
- 'Namaz kılan kimse felaha ermiştir' / 10.11.2014
- Saftan Başbakan olur mu? / 06.03.2014
- Ulusal devlet üzerine / 03.03.2014
- Anne sütü / 08.02.2014
- Minik cerrahlar / 20.01.2014
- Doğal yaşam / 13.01.2014
- Basit ve sade / 12.05.2013
- Faiz sarmalı / 24.03.2013
- Topraklarımız elimizden alınıyor / 20.03.2013
- 'Namaz kılan kimse felaha ermiştir' / 10.11.2014
- Saftan Başbakan olur mu? / 06.03.2014
- Ulusal devlet üzerine / 03.03.2014
- Anne sütü / 08.02.2014
- Minik cerrahlar / 20.01.2014
- Doğal yaşam / 13.01.2014
- Basit ve sade / 12.05.2013
- Faiz sarmalı / 24.03.2013
- Topraklarımız elimizden alınıyor / 20.03.2013