Dışarıda, lapa lapa yağmakta olan kar tanelerinin yeryüzüne inişini hızlandıran kar fırtınasının sesi, evde ise gürül gürül yanmakta olan kömür sobasının sesine karışan tabak-kaşık sesleri…
Çocukluğumun Ramazan gecelerini işte bu seslerle hatırlıyorum ve öyle ki, gözlerimi tarifsiz bir sevinçle açar-açmaz annemin ve ablalarımın telaşlı koşuşturmalarına ve hummalı bir sofra hazırlıklarına şahit olurdum.
Henüz oruç tutacak yaşta olmadığım için uyanır-uyanmaz yataktan fırlamak yerine, uyandığımı göstermek için yatağın içinde sağa-sola döner dururdum ve beni de sahur sofrasına davet etmelerini beklerdim.
Gecenin bir yarısında başlamış olan sahur sofrası hazırlığı devam ederken, genellikle pilava, makarnaya ya da daha önce pişirilmiş olan yufkalardan oluşan 'siron' dediğimiz mahalli yemeğe dökülmek için sobanın üstünde erimekte olan tereyağının sesi ve kokusu beni uyandırdığı zaman babam evde olmazdı.
Bu kışta-kıyamette, bu karda-fırtınada hem de gecenin ortasında nereye gitmiş olabilirdi?
Sofra hazırlığı bitmek üzere iken adeta bir kardan adam vaziyetinde içeri girdiğinde nereye gittiğini anlamış olurdum.
Sahur vaktinin ilk dakikalarında rahmetli babam kar fırtınasına aldırmadan giyinir-kuşanır dışarı çıkar, görebildiği kadar mahalleye bir göz atar, sahura kalkmış olan komşuların ışıkları yanmaktadır zaten, ama ışıkları yanmayan komşuları sahura uyandırmayı bir komşuluk vazifesi bilen babam, hepsini tek tek dolaşır, seslenir, uyandırır ve o arada yağan kardan ötürü bembeyaz olarak eve dönerdi.
Oruç tutacak yaşta değildim ama sahur sofralarını asla kaçırmazdım, hatta bu yüzden, aramızda bir buçuk-iki yaş olan ablamın 'oruç tutmuyorsun madem, yemeğimize niye ortak oluyorsun?' şeklinde itirazlarına muhatap olurdum.
Bizim oralarda çocuklar, belli yaşa gelene kadar genellikle 'tekne orucu' tutarlardı eskiden.
Tekne, içinde hamur mayalanan ve tandırda pişirilen ekmeklerin de içinde muhafaza edildiği ağaçtan yapılmış ve köy evlerinin olmazsa olmaz mutfak eşyalarından biri.
Tekne, ekmeği çağrıştırdığı için ve çocukların da acıktıkları zaman doğru tekneye yöneldikleri için, acıkıp da ekmeğe yöneldikleri vakte kadar geçen süreye 'tekne orucu' demişler.
Yıl 2021… Hicri 1442, bir Ramazana daha merhaba dedik.
Tipi-boran, kar-fırtına demeden komşuları sahura kaldıran babam ahirete göçeli çok oldu, babamın; "şu yemeği babam çok sever, bir tabak götüreyim" dediği rahmetli dedemin vefatı üzerinden yarım asırdan fazla geçti, yine babamın; "bizim Mevlüd'ün ışığı yanmıyor, uyandırıp da geleyim" dediği Mevlüd amcam 2019'da göçtü gitti, yine bana; "hem oruç tutmuyorsun hem de yemeğimize ortak oluyorsun" diyen ablamı geçtiğimiz yıl yolcu ettik öte dünyaya.
Çocukluğumuzun Ramazanlarından birinde, tamda iftar vaktinde, rahmetli annemin bütün ikazlarına rağmen yanmakta olan sobanın başında kardeşim Muhlis ile güreşirken yanağımın sobada yandığını, içten içe yandığım halde herkesten saklamaya çalışırken, iftar sofrasında gaz lambasının karşısında parlayan yanağımı annemin fark etmesini…
Yad edilen yarenler, dostlar, ciğerpareler ve hatıralar hatıralar…
Ne anne kaldı ne Muhlis kaldı.
Gençler hayalleri ile ihtiyarlar ise hatıraları ile yaşarmış.
Demek ki ihtiyarladık.
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024