Konunun aciliyeti ve önemi üzerine, dün başladığımız "Genç Diplomatlar için Kıbrıs Dersleri" dizimize birkaç gün ara vermek durumunda kaldık.
Yüzüne kondurduğu kelebek sakallı "poker-face" maskesinin arkasına sığınarak; soğuk savaş dönemi demirperde gerisi propaganda uzmanı rolü ile Troçki arasında gidip gelen Hulki Cevizoğlu'yla tanışıklığımız öyle pek gerilere dayanmaz.
1996'da Koç'un sponsorluğunda gerçekleşen Venizelos gemisi olayından sonra "davet edildiğimiz" Ceviz Kabuğu programı için Sayın Sevgi Erenerol Hanım ile birlikte saatlerce bekletildiğimiz o zamanki Kanal-6'nın soğuk ve hırpanî bir barakasında vakit geceyarısını aştığı halde içerde hâlâ Sincan'dan tankların geçmesine sebep olan Belediye Başkanı vardı ve Ceviz'in kabuğu halâ dolmamıştı.
Birden aynı programa bir hafta önce Koç'un da konuk olduğunu hatırladık ve Koç'un here yere nâzır görünmez etkisiyle sabrımızın sınandığının farkına vardık.
Sabaha karşı Cevizoğlu'nu Sincan Belediye Başkanı ile içinde bulundukları muhabbetin koyuluğunda bırakıp, içerden gelen "Beklesinler, sıraları geldi, şimdi onları alacağım" haberlerine de rağbet etmeden büyük bir zevkle bize giydirilmeye çalışılan figüranlık görevimizden istifa ettik, programa katılmadık.
İşte o Cevizoğlu geçtiğimiz hafta sonu, değiştirdiği bilmem kaçıncı kanalında "Misyonerlik" programı yaptı. İki katolik papazı konuşturarak misyoner propagandasına resmen ve alenen çanak tuttu.
"Misyon", görev demektir kıymetli okuyucu, "Misyoner" de doğal olarak görevli... Buradaki "görev", Hıristiyan dininin tanıtılması ve aktarılmasıdır. Yâni misyonerler, Hıristiyan dininin uçbeyleridirler.
Misyonerliği en güzel anlatan şu tarif Raimondo Luraghi'nin "Sömürgecilik Tarihi" adlı kitabından alınmıştır: (E yayınları)
"Beyazlar Afrika'ya geldiklerinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Uyandığımızda gördük ki artık onların toprakları, bizim ise İncillerimiz vardı."
1860'larda Amerikalılar da kıt'anın asıl sahibi olan Kızılderililerin topraklarını onların ellerinden "Tanrı'nın adına" alıyorlardı. General carleton Washington'daki Savaş Bakanlığına yazdığı mektupta "Kızılderilileri uzaklaştıracak ve madenlere gidip gelenlerle orada çalışanları koruyacak sayıda askere gerek var... Gerçekten de Tanrı'nın sevgili kuluymuşuz... Burada ayaklarımızın dibinde kum gibi altın kaynıyor, bize yalnız toplaması kalıyor". (Kalbimi Vatanıma Gömün. Dee Brown. E Yayınları. Sayfa 43)
Amerika kıtasının keşfedildiği yıl olan 1492'de eski kıta Avrupa'da bir başka din savaşı sona eriyor, Endülüs Emevileri'nin 800 yıllık Avrupa macerası nihayetleniyordu.
Lübnanlı romancı Amin Malouf, daha önce de bahsettiğimiz "Afrikalı Leo" adlı kitabında Müslümanların İspanya'da ancak dinlerinde "ehlileştirilmiş=müdeccen" bir tarzı benimsedikleri ölçüde kalabilmelerine müsaade edildiğini anlatır. (Sayfa 73)
Yâni kıymetli okuyucu, bütün örneklerde görüldüğü gibi tarih boyunca misyonerler aracılığı ile tebliğ edilmeye çalışılan Hıristiyan dini daima yeni toprakların ele geçirilmesinde bir araç görevi görmüştür.
O halde şimdi "inanç turizmi" safsatasını bir devlet politikası haline getirerek, ekranlarda papazları konuşturarak hangi amaca hizmet edildiği, âlet olunduğu açık bir şekilde ortaya konulmuş olmamakta mıdır?
Anadolu'nun her yerinde metrûk ve harap kilise kalıntılarını onararak İstanbul'dan âyin yönetmek üzere papaz isteyenler, buna göz yumanlar neye hizmet ettiklerinin farkında mıdırlar?
Milyarlarca lira ödenek ayrılarak restore edilen manastırlardan başka turiste gösterecek metaımız yok mu?
Yerleştirilmeye çalışılan diyalog ve hoşgörü kavramlarının dönüp millî birlik ve bütünlüğümüze saplanacak sivri dilli bir hançer olduğunu göremiyor mu hiç kimse?
Hâlâ yeni kilise-havra-sinagog açmak, yenilerin de açılmasını teşvik etmek ne demektir?
Türk tarihi ile ilgileri yok, okumuyorlar. Bari Afrikalıları, Kızılderilileri, Endülüs Emevileri'ni okusunlar.
Yüzüne kondurduğu kelebek sakallı "poker-face" maskesinin arkasına sığınarak; soğuk savaş dönemi demirperde gerisi propaganda uzmanı rolü ile Troçki arasında gidip gelen Hulki Cevizoğlu'yla tanışıklığımız öyle pek gerilere dayanmaz.
1996'da Koç'un sponsorluğunda gerçekleşen Venizelos gemisi olayından sonra "davet edildiğimiz" Ceviz Kabuğu programı için Sayın Sevgi Erenerol Hanım ile birlikte saatlerce bekletildiğimiz o zamanki Kanal-6'nın soğuk ve hırpanî bir barakasında vakit geceyarısını aştığı halde içerde hâlâ Sincan'dan tankların geçmesine sebep olan Belediye Başkanı vardı ve Ceviz'in kabuğu halâ dolmamıştı.
Birden aynı programa bir hafta önce Koç'un da konuk olduğunu hatırladık ve Koç'un here yere nâzır görünmez etkisiyle sabrımızın sınandığının farkına vardık.
Sabaha karşı Cevizoğlu'nu Sincan Belediye Başkanı ile içinde bulundukları muhabbetin koyuluğunda bırakıp, içerden gelen "Beklesinler, sıraları geldi, şimdi onları alacağım" haberlerine de rağbet etmeden büyük bir zevkle bize giydirilmeye çalışılan figüranlık görevimizden istifa ettik, programa katılmadık.
İşte o Cevizoğlu geçtiğimiz hafta sonu, değiştirdiği bilmem kaçıncı kanalında "Misyonerlik" programı yaptı. İki katolik papazı konuşturarak misyoner propagandasına resmen ve alenen çanak tuttu.
"Misyon", görev demektir kıymetli okuyucu, "Misyoner" de doğal olarak görevli... Buradaki "görev", Hıristiyan dininin tanıtılması ve aktarılmasıdır. Yâni misyonerler, Hıristiyan dininin uçbeyleridirler.
Misyonerliği en güzel anlatan şu tarif Raimondo Luraghi'nin "Sömürgecilik Tarihi" adlı kitabından alınmıştır: (E yayınları)
"Beyazlar Afrika'ya geldiklerinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Uyandığımızda gördük ki artık onların toprakları, bizim ise İncillerimiz vardı."
1860'larda Amerikalılar da kıt'anın asıl sahibi olan Kızılderililerin topraklarını onların ellerinden "Tanrı'nın adına" alıyorlardı. General carleton Washington'daki Savaş Bakanlığına yazdığı mektupta "Kızılderilileri uzaklaştıracak ve madenlere gidip gelenlerle orada çalışanları koruyacak sayıda askere gerek var... Gerçekten de Tanrı'nın sevgili kuluymuşuz... Burada ayaklarımızın dibinde kum gibi altın kaynıyor, bize yalnız toplaması kalıyor". (Kalbimi Vatanıma Gömün. Dee Brown. E Yayınları. Sayfa 43)
Amerika kıtasının keşfedildiği yıl olan 1492'de eski kıta Avrupa'da bir başka din savaşı sona eriyor, Endülüs Emevileri'nin 800 yıllık Avrupa macerası nihayetleniyordu.
Lübnanlı romancı Amin Malouf, daha önce de bahsettiğimiz "Afrikalı Leo" adlı kitabında Müslümanların İspanya'da ancak dinlerinde "ehlileştirilmiş=müdeccen" bir tarzı benimsedikleri ölçüde kalabilmelerine müsaade edildiğini anlatır. (Sayfa 73)
Yâni kıymetli okuyucu, bütün örneklerde görüldüğü gibi tarih boyunca misyonerler aracılığı ile tebliğ edilmeye çalışılan Hıristiyan dini daima yeni toprakların ele geçirilmesinde bir araç görevi görmüştür.
O halde şimdi "inanç turizmi" safsatasını bir devlet politikası haline getirerek, ekranlarda papazları konuşturarak hangi amaca hizmet edildiği, âlet olunduğu açık bir şekilde ortaya konulmuş olmamakta mıdır?
Anadolu'nun her yerinde metrûk ve harap kilise kalıntılarını onararak İstanbul'dan âyin yönetmek üzere papaz isteyenler, buna göz yumanlar neye hizmet ettiklerinin farkında mıdırlar?
Milyarlarca lira ödenek ayrılarak restore edilen manastırlardan başka turiste gösterecek metaımız yok mu?
Yerleştirilmeye çalışılan diyalog ve hoşgörü kavramlarının dönüp millî birlik ve bütünlüğümüze saplanacak sivri dilli bir hançer olduğunu göremiyor mu hiç kimse?
Hâlâ yeni kilise-havra-sinagog açmak, yenilerin de açılmasını teşvik etmek ne demektir?
Türk tarihi ile ilgileri yok, okumuyorlar. Bari Afrikalıları, Kızılderilileri, Endülüs Emevileri'ni okusunlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002