GİRİT'TE İSYANLAR BAŞLIYOR
17. yüzyılın ortalarında Osmanlı hakimiyetine giren Girit, stratejik konumu itibariyle Doğu Akdeniz'de önemli bir askeri üs pozisyonundaydı. Adanın bu stratejik özelliği adayı cazibe merkezi olmaktan kurtaramamış ve emperyalist devletlerin ilgisini daima çekmiştir.
Osmanlı idaresinde huzurlu ve rahat bir yaşam süren Girit'te, 19. yüzyılda Osmanlı'nın buhran dönemlerine girmesiyle beraber, Etniki Eterya cemiyetinin kışkırtmaları sonucu kıpırdanmalar başlamıştı. Girit'te ilk isyan, Mora'da başgösteren Yunan isyanına paralel olarak 1821 yılında çıkmıştı. Ama bu isyan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa tarafından bastırılmıştı. Ama ne var ki 1830 Londra Protokolüyle Yunanistan devletinin resmen kurulmasından sonra Girit'teki isyanların ardı arkası gelmemeye başladı ve Girit Rumları Yunanistan'a bağlanma isteklerini dillendirmeye başladılar. Böylece Girit, daha Yunanistan devletinin kurulduğu ilk yıllardan itibaren Türk- Yunan ilişkilerinde bir çıkmaz halini almıştı. (Tıpkı şimdi Kıbrıs meselesinde olduğu gibi)
TAVİZLER BAŞLIYOR
Bu sebeple Yunanistan her fırsat bulduğunda Girit'in kendisine katılmasını (Enosis) isterken, aynı şekilde Girit Rumları da Yunanistan'a ilhakı gündem etmekteydiler. İşin ilginç tarafı ise 1821 yılına ait kayıtlardan anlaşıldığına göre adada 129 bin Hıristiyan'a karşılık 160 bin Müslüman'ın bulunuyor olmasıdır.
Yunanlıların adaya yolladıkları papaz ve öğretmenlerin kışkırtmaları sonucunda Ağustos 1866'da adada büyük bir isyan çıktı ve Rumlar kendilerine geçici bir hükümet kurarak, Girit'in Yunanistan'a bağlandığını ilan ettiler. Sonuçta bu isyan hareketi Osmanlı'nın ciddi tavizler verdiği bir nizamname hazırlamasıyla yatışır gibi oldu. Ayrıca büyük devletlerin o günkü çıkar uyuşmazlıklarının da isyanın sonuçlandırılmasında büyük etkileri vardır.
Osmanlı'nın tavizler verdiği nizamnamenin ardından iyice şımaran Rumlar, 1877- 1878 Osmanlı- Rus savaşı sırasında devletin içinde bulunduğu güç durumdan faydalanarak tekrar isyan etmişlerdir. Durumdan istifade etmek isteyen Rusya, savaşı bitiren Ayastafanos andlaşmasına Girit'teki isyan durumunu ekleyerek, acil çözüm için çeşitli ıslahatlar önermekten geri durmamıştır. Böylece devletlerarası bir boyut kazanan Girit meselesi ayrıca İngiliz Rus rekabetinin de çarpışma noktası olmuştur. Rus baskınlığını kaldıramayan İngiltere konuyu daha da uzatarak Berlin Konferansına taşımıştır. Sorun artık tamamen gerçek çözümden uzak ve çıkar hesaplarının yapıldığı mecralara doğru kaymaya başlamıştır. Tabi bundan en büyük zararı gören devlet ise Girit üzerindeki hakimiyeti günden güne zayıflayan Osmanlı idi. Büyük devletlerin baskısı altında söyleneni yapmaktan başka çaresi kalmayan Osmanlı 9 Eylül 1878'de olağanüstü komiser unvanıyla Gazi Ahmet Muhtar Paşa'yı adaya göndermişti. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, yabancı devletlerin konsolosluklarının denetiminde isyancılarla 23 Ekim 1878'de Halepa Sözleşmesi'ni imzalayarak, Girit'e verilen tavizleri kat be kat artırmıştır. Bu şekilde Girit Osmanlı'dan kopmaya gittikçe yaklaşan ve Osmanlı için ağırlaşan bir konuma gelmişti.
Girit'e tanınan bu haklarla beraber ada neredeyse tamamen Osmanlı kontrolünden çıkmış ve İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya'nın yer yer işgallerine maruz kalmıştır.
TÜRK ASKERİ GİRİT'TEN ÇIKARILIYOR
1897 Osmanlı- Yunan savaşı ardından 4 Aralık 1897 yılında imzalanan İstanbul andlaşmasından 14 gün sonra emperyalist devletler Girit'in tarafsız ve özerk bir devlet haline getirildiğini açıkladılar ve adadan Türk askerinin çıkarılmasını istediler. Buna şiddetle karşı çıkan Osmanlı'yı dinlemeyen devletler bu işi zorla yaparak 5 Kasım 1898'de Osmanlı askerlerini ve memurlarını adadan çıkardılar. Ayrıca Yunanistan'dan prens Yorgi'yi getirerek Girit'e vali yaptılar. Bu durumda bölgedeki Türk halkının da Anadolu'ya göç etmekten başka çaresi kalmamıştı. Bu olaylar Girit'i Yunanistan'a yaklaştıran hadiseler olmasına karşın halen büyük devletler arasında çıkar uyuşmazlığı giderilemediği için adanın Yunanistan'a ilhakı bekletiliyordu.
VE GİRİT YUNANİSTAN'IN...
Yunanlı vali yönetiminde, İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan işgali altındaki Girit Meclisi 5 Ekim 1908'de adayı Yunanistan'a bağladığını ilan etmiştir. Bu şekliyle Girit, devletlerarası bir statüye sahip olmakla beraber, Yunanistan'a Osmanlı'dan daha yakın bir haldeydi. İşgalci devletlerin ordularını adadan çekmeleriyle beraber Rumlar resmi ve özel binalara Yunan bayrağı asmaya başladılar. Adada oldukça rahat bir hareket imkanı bulan Rumlara karşı Osmanlı şiddetli tepki göstermiş olsa da bunun hiçbir faydası olmadı. Ama Yunanistan içindeki bazı iç karışıklıklar ve büyük devletlerin kararsız tutumu adanın ilhakını birkaç yıl daha geciktirmişti. Artık sadece hukuk yönünden Osmanlı'ya bağlı bulunan Girit, Balkan harbinden sonra Londra ( 30 Mayıs 1913) ve Bükreş (10 Ağustos 1913) andlaşmalarıyla resmen Türklerin elinden çıkmış bulunuyordu.
SAHNELER TEKERRÜR EDİYOR
Neredeyse bütün sahneler aynen tekrar etti ve sıra son tangoya gelmiş bulunuyor. Umarız son sahne hiç yaşanmaz. Ama orta öğretim kurumlarında Grekçe ders alarak büyümüş fil-Helenist (Helen aşığı) devletlerden müteşekkil Avrupa Birliği'nin yakın plandaki en büyük amacı Girit'teki o son sahneyi bugün Kıbrıs'ta tekrarlatmak. Bu yolda ciddi bir gayretkeşliğin sergilendiğini görmekteyiz.
İşin en hüzünlü tarafı ise tarihi bir vazife addederek bunları anlatan bizlerin, bizim içimizde ama kesinlikle bizden olmayan bazıları tarafından paranoyak ve komplocu muamelesine maruz kalmamızdır. Ve maalesef bu insanların sayıları her geçen gün arttığı gibi yetkileri de bizden çok daha fazladır...
Sevindiğimiz tek hadise ise, 7 Nisan'da Trabzon'da, 20 Mayıs'ta İstanbul'da ve bugün 10 Haziran'da Ankara Tandoğan Meydanı'nda yüzbinlerden yükselen milli çığlığın bu insanların yüreğine korku salmasıdır...