İcmal dergimizin mayıs sayısında şöyle yazmışız:
Üzerinde yaşadığımız dünya gezeninin göklerden ayrıldığı günden beri gök kubbede yankılanan sesleri elbette saymak ta tespit etmek te mümkün değil.
Kim bilir belki kıyametten evvel bilim, teknik, teknoloji uzay boşluğunda yankılanan mesela dağlar gibi dalgalar arasından oğluna "Yavrum, gel bin gemiye" diye seslenen Hz. Nuh'un sesini tespit edebilir.
Kim bilir belki de günün birinde, kainat kitabını dikkatle okuyan insan beyni ve bu beynin hasılası olan bilim; Hz. Yakub'un "Yusuf'u kurt yedi" haberinden sonra yaklaşık kırk yıl gök kubbede yankılanan hasret dolu ağlayışlarını tespit edebilir.
Zaten, Yüce Yaratıcının insanlığa son mesajı olan Kur'an'ı Kerimi tedebbür ile, tefekkür ile ve tertil üzere okuyan cins beyinler anlatılan kıssalardaki kahramanların seslerini duyar gibi olurlar ve onların göz yaşlarını da hissederler.
Mesela; Yunus Peygamberin, balığın karnında okuduğu tesbihatı bu güne kadar miyarlar okudu, bu gün milyarlar okuyor ve kıyamet sabahına kadar da nice milyarlar okuyacaktır.
"İşlediği hatâ yüzünden büyük bir balık tarafından yutulan ve üç gün boyunca balığın karnında kaldıktan sonra, lütfumuz sayesinde kurtulan Zünnûn yani Balık Sahibi adıyla meşhur Yunus'a da katımızdan ilim ve hikmet vermiştik. Hani Yunus, bütün öğüt ve uyarılara rağmen bir türlü doğru yola gelmeyen kavminin olabildiğince inkârcı ve alaycı tutumu karşısında öfkeye kapılarak, iznimizi almadan görev yerini terk edip gitmişti. Bu davranışından dolayı kendisini cezalandırıp sıkıntıya düşüreceğimizi hiç hesaba katmamıştı. Böylece, kasabadan ayrılıp deniz kenarına gitti. Bir yolcu gemisine binip denize açıldı. Fakat aniden gemi batma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bunu aralarında günahkâr bir kişinin bulunmasına bağlayan gemiciler, "Gelin aramızda kura çekelim de, bu felâketin kimin yüzünden geldiğini bulup onu gemiden atalım!" dediler. Çekilen kura sonucu Yunus denize atılıp da büyük bir balık tarafından yutulunca, karanlıklar içerisinde Rabb'ine el açıp şöyle yakardı: "Ey yüce Rabb'im; Senden başka ilâh yok! Acziyetimi itiraf ediyor ve senin sonsuz merhametine sığınıyorum! Sen, eksiklik ve noksanlık ifâde edebilecek bütün sıfatlardan uzaksın, insan hayalinin ulaşabileceği her türlü tasavvurun üstünde ve ötesindesin, yüceler yücesisin! Doğrusu ben, emrini göz ardı etmekle kendime zulmettim!" Enbiya: 87).
Biz insanların elinden ya da dilinden, iyi ya da kötü, hayır ya da şer her ne türlü eylem ya da söylem sadır olur ise onun zerresinin dahi asla kaybolmayacağını ve günün birinde karşımıza çıkacağını "Habir" olan Rabbimizin haberlerinden öğreniyoruz:
"Sevgili oğlum; yapmış olduğun iyilik veya kötülük, zerre kadar küçük ve önemsiz bile olsa ve o da sağlam bir kayanın içinde yâhut göklerde, kâinâtın en ücra bir köşesinde, ya da yerin derinliklerinde gizlenmiş olsa, Allah onu mutlaka Hesap Gününde ortaya çıkaracaktır. Çünkü Allah, bütün gizlilikleri en ince ayrıntısıyla bilir, her şeyden haberdardır." (Lokman: 16).
73 yıllık ömrünü tam da bu şuurla, bu bilinçle ve bu dikkatle yaşayıp ebedi aleme rihlet eden merhum Haydar Hoca'nın ardından yazı yazmak için masaya oturunca, şairin dediği gibi; "Tükendi mürekkep karıştı satır/Bilmez ki bu katip ne yaza şimdi" vaziyetine düşüyor insan.
Günün birinde gökkubbede yankılanan, uzay boşluğunda dolaşan seslerin tespiti mümkün olursa eğer, bu seslerin arasında muhakkak ki Haydar Hoca'nın sesi ayrı bir yer tutacaktır.
Nice kent meydanlarında on binlere karşı yaptığı konuşmalar arşivlerdedir ve dinleyenlerin hafızalarındadır.
Hemen hemen bütün şehirlerin en büyük kapalı spor salonlarında saatler süren hitabeleri hem kayıtlardadır hem de katılımcıların zihinlerindedir.
Kaleme aldığı cilt cilt kitaplar milletin gözü önündedir ve çoğumuzun da evimizde kütüphanelerimizdedir.
Merhum Haydar Baş, hep dertli insandır, devamlı derdi olan bir insandır ve sürekli derdi, üzerinde yaşadığı vatanıdır ve ait olduğu milletidir.
"Gitme ey yolcu beraber oturup ağlaşalım/Elemim bir yüreğin karı değil paylaşalım" dizelerini kelime kelime, hece hece bir ömür ta hücrelerine kadar yaşayan bir eylem adamıdır.
Vatanına ve milletine kurulan tuzakları görmesi, hissetmesi hep onun uykularını kaçırmış ve bu yüzdendir ki mevsimin kışına, boranına, fırtınasına ve kasırgasına bakmadan hep yollara düşmüştür.
Yunus'un; "Kastım budur şehre varam/Feryad u figan koparam" mısralarını bizzat yaşamış, durmak, yorulmak bilmeyen bir er kişidir Haydar Baş.
Üzerinde yaşadıkları toprakların altındaki hazinelerin talan edilmesinden habersiz, öylesine günü birlik yaşayan, hatta kaynaklarının talan edilmesine zemin hazırlayan siyasileri alkışlayan milletin ayağına giderek, sofrasına oturarak, kahvehanesinde çay içerek yaklaşmakta olan tehlikeleri haber vermiştir.
Köylünün yegâne geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılıkla ilgili projelerini anlatmış, tarım ürünlerinin stratejik ürünler olduğuna dikkatleri çekmiş ve oradan ayrılırken de köylünün çiftçinin bir karış dahi olsa toprağını-tarlasını satmamasını tembih etmiştir.
Yanlış uygulamalar, yanlış kararlar yüzünden bu gün emeğinin karşılığını alamayan, bu yüzden de tarlasını, çayırını satmaya niyetlenen köylülere; "torağınızın altın değerine ulaşacağı günler gelecek" diyerek topraklarına sahip çıkmalarını öğütlemiştir.
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024