İmâm-ı Rabbâni Hz.
Hâce Muhammed Baki-billah'ın talebesinin en büyüklerinden ve en yüksek alimlerden olan Seyyid Mir Muhammed Numân diyor ki: "İmâm-ı Rabbâni'ye tabi olmayı hocam bana söyleyince, buna lüzum olmadığını anlatmak için; "Kalbimin aynası ancak sizin parlak kalbinizin nuruna karşı duruyor" dedim. Hocam sert bir sesle; "Sen, Ahmed'i ne sanıyorsun? Onun, güneş olan nuru, bizler gibi binlerce yıldızı örtmektedir" buyurdu.
Belh şehrinde bulunan Mir Muhammed Mü'min Kübrevi, talebesinden birini, İmâm-ı Rabbâni'nin huzuruna gönderdi. İmâm-ı Rabbâni'nin huzuruna varınca, üstadından, Seyyid Mirekşah'dan, Hasan-ı Kubadani ve Kadı'l kudat Tulek'den selam getirdi ve "Üstadım Mir Muhammed Mü'min buyurdu ki: "İhtiyaralığım mani olmasaydı yerim yakın olsaydı, gidip dersinden istifade eder, ölünceye kadar hizmetçilik ederdim. Kimseye nasib olmayan nurları ile kalbimi adınlatmağa çalışırdım. Bedenim uzakta, gönlüm ise onunla oradadır. Bu fakiri, huzurunda bulunan temiz talebesi gibi kabul buyurmasını ve mukaddes nurlarından ruhuma ışık salmasını yalvarırım ve benim için mübarek elini öp! dedi." deyip, İmamın bir daha elini öptü. Veda edip ayrılırken de; "Belh şehrindeki azizler, kendilerine, yüksek hakikatleri bilidiren mektuplarınızdan göndermenizi istirham ettiler" dedi. Bunun üzerine İmâm-ı Rabbâni bir mektup yazıp, diğer birkaç mektupla beraber verdi.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin talebelerinin meşhurlarından olan Muhammed Hâşim-i Keşmi şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hazret-i İmâm'ın huzurunda oturuyordum. Onlar marifetleri yazıyordu. Aniden bevl sıkıştırması sebebiyle kalkıp helaya gitti. Fakat hemen süratle dışarı çıktı. Böyle süratle helaya girip, hemen aceleyle dışarı çıkmalarına hayret ettim. "Bunun sebebi nedir?" dedim. Helâdan çıkar çıkmaz su ibriğini istedi ve sol elinin baş parmağının tırnağını yıkadı ve oğaladı. Sonra tekrar helâya girdi. Bir müddet sonra çıkınca buyurdu ki: "Bevl sıkıştırdı, acele ile helâya girdim ve oturdum. Gözüm tırnağımın üzerine gitti. Üzerinde siyah bir nokta vardı. Kalem yazıyor mu diye kontrol etmek için bunu yapmıştım. Hâlbuki, o nokta Kur'an-ı Kerim'in harflerini yazarken kullanılırdı. Orada oturmağı doğru görmedim ve edeb dışı buldum. Bevl sıkıştırmasından dolayı sıkıntı çektimse de, bu sıkıntı bir edebi terketmenin vereceği sıkıntının yanında çok az geldi. Dışarı çıktım. O siyah noktayı yıkadım ve tekrar içeri girdim."
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin fıkıh meselelerinde ilmi çoktu ve her meseleye anında cevap verebilecek bir derecedeydi. Usûl-i fıkıhta da tam bir maharet sahibiydi. Fakat ihtiyatının çokluğundan, çoğu zaman kıymetli fıkıh kitaplarını yanında bulundururdu. Bütün gayreti, fıkıh alimlerinin üzerinde ittifak ettikleri fetvalara daima uymaktı. Bazı fıkıh alimlerinin caiz dediği, bazılarının mekruh dediği bir işte, o kerahet tarafını tercih eder ve o işi yapmazdı. "Bir meselenin yapılmasında ve yapılmamasında, helâl ve haram olmasında ihtilaf olursa, yapılmaması ve haram tarafını tercih etmeyi mümkün olduğu kadar elden kaçırmamalıdır" buyurdu.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin eski talebelerinden seyyid bir zat şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin biraderi Sürûnç beldesindeydi. Ona bir mektup yazıp huzuruna gelmesini istemişti. Mektubu götürmek için beni vazifelendirdi. Yola çıkarken selametle gitmem için dua edip Fatiha okudu ve bana buyurdu ki: "Yolda Kureyş sûresini çok oku ki tehlikelerden korunasın. Şayet yolda müşkil bir iş ile karşılaşırsan bizi hatırla!" Gitmek üzere yola çıktım. Yanımda iki kişi daha vardı. Sürûnç'a iki menzillik yol kalmıştı. Fakat önümüzde dehşetli bir çöl vardı. Bu çölde iken bir ara, yanımdakilerden ayrılıp biraz uzağa gittim. Abdest tazeledim ve iki rekat namaz kılmak üzere namaza duracaktım. Bu sırada karşıma birden bire korkunç bir arslan çıkıverdi. Bana doğru yaklaşıyordu. Hemen hocam İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin; "Bir müşkil ile karşılaşırsan beni hatırla!" emri hatırıma geldi. Kendi kendime; "Ey hocam! Allah-ü Teala'nın izniyle imdadıma yetiş, beni bu yırtıcı arslanın pençesinden kurtar!" dedim. Daha ben sözümü bitirmeden İmâm-ı Rabbâni hazretleri gözüküverdi ve arslana, benden uzaklaşması için, eliyle işaret etti. Arslan kaçarak uzaklaşıp gitti. Bu hadiseyi yanımdaki arkadaşlar da gördü. Bana; "Böyle bir anda imdadına yetişen bu büyük zat kimdir?" dediklerinde; "İmâm-ı Rabbâni hazretleridir" dedim. Onlar da bu hadise üzerine, İmâm-ı Rabbâni hazretlerini çok sevenlerden oldular."
Hâce Muhammed Baki-billah'ın talebesinin en büyüklerinden ve en yüksek alimlerden olan Seyyid Mir Muhammed Numân diyor ki: "İmâm-ı Rabbâni'ye tabi olmayı hocam bana söyleyince, buna lüzum olmadığını anlatmak için; "Kalbimin aynası ancak sizin parlak kalbinizin nuruna karşı duruyor" dedim. Hocam sert bir sesle; "Sen, Ahmed'i ne sanıyorsun? Onun, güneş olan nuru, bizler gibi binlerce yıldızı örtmektedir" buyurdu.
Belh şehrinde bulunan Mir Muhammed Mü'min Kübrevi, talebesinden birini, İmâm-ı Rabbâni'nin huzuruna gönderdi. İmâm-ı Rabbâni'nin huzuruna varınca, üstadından, Seyyid Mirekşah'dan, Hasan-ı Kubadani ve Kadı'l kudat Tulek'den selam getirdi ve "Üstadım Mir Muhammed Mü'min buyurdu ki: "İhtiyaralığım mani olmasaydı yerim yakın olsaydı, gidip dersinden istifade eder, ölünceye kadar hizmetçilik ederdim. Kimseye nasib olmayan nurları ile kalbimi adınlatmağa çalışırdım. Bedenim uzakta, gönlüm ise onunla oradadır. Bu fakiri, huzurunda bulunan temiz talebesi gibi kabul buyurmasını ve mukaddes nurlarından ruhuma ışık salmasını yalvarırım ve benim için mübarek elini öp! dedi." deyip, İmamın bir daha elini öptü. Veda edip ayrılırken de; "Belh şehrindeki azizler, kendilerine, yüksek hakikatleri bilidiren mektuplarınızdan göndermenizi istirham ettiler" dedi. Bunun üzerine İmâm-ı Rabbâni bir mektup yazıp, diğer birkaç mektupla beraber verdi.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin talebelerinin meşhurlarından olan Muhammed Hâşim-i Keşmi şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hazret-i İmâm'ın huzurunda oturuyordum. Onlar marifetleri yazıyordu. Aniden bevl sıkıştırması sebebiyle kalkıp helaya gitti. Fakat hemen süratle dışarı çıktı. Böyle süratle helaya girip, hemen aceleyle dışarı çıkmalarına hayret ettim. "Bunun sebebi nedir?" dedim. Helâdan çıkar çıkmaz su ibriğini istedi ve sol elinin baş parmağının tırnağını yıkadı ve oğaladı. Sonra tekrar helâya girdi. Bir müddet sonra çıkınca buyurdu ki: "Bevl sıkıştırdı, acele ile helâya girdim ve oturdum. Gözüm tırnağımın üzerine gitti. Üzerinde siyah bir nokta vardı. Kalem yazıyor mu diye kontrol etmek için bunu yapmıştım. Hâlbuki, o nokta Kur'an-ı Kerim'in harflerini yazarken kullanılırdı. Orada oturmağı doğru görmedim ve edeb dışı buldum. Bevl sıkıştırmasından dolayı sıkıntı çektimse de, bu sıkıntı bir edebi terketmenin vereceği sıkıntının yanında çok az geldi. Dışarı çıktım. O siyah noktayı yıkadım ve tekrar içeri girdim."
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin fıkıh meselelerinde ilmi çoktu ve her meseleye anında cevap verebilecek bir derecedeydi. Usûl-i fıkıhta da tam bir maharet sahibiydi. Fakat ihtiyatının çokluğundan, çoğu zaman kıymetli fıkıh kitaplarını yanında bulundururdu. Bütün gayreti, fıkıh alimlerinin üzerinde ittifak ettikleri fetvalara daima uymaktı. Bazı fıkıh alimlerinin caiz dediği, bazılarının mekruh dediği bir işte, o kerahet tarafını tercih eder ve o işi yapmazdı. "Bir meselenin yapılmasında ve yapılmamasında, helâl ve haram olmasında ihtilaf olursa, yapılmaması ve haram tarafını tercih etmeyi mümkün olduğu kadar elden kaçırmamalıdır" buyurdu.
İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin eski talebelerinden seyyid bir zat şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin biraderi Sürûnç beldesindeydi. Ona bir mektup yazıp huzuruna gelmesini istemişti. Mektubu götürmek için beni vazifelendirdi. Yola çıkarken selametle gitmem için dua edip Fatiha okudu ve bana buyurdu ki: "Yolda Kureyş sûresini çok oku ki tehlikelerden korunasın. Şayet yolda müşkil bir iş ile karşılaşırsan bizi hatırla!" Gitmek üzere yola çıktım. Yanımda iki kişi daha vardı. Sürûnç'a iki menzillik yol kalmıştı. Fakat önümüzde dehşetli bir çöl vardı. Bu çölde iken bir ara, yanımdakilerden ayrılıp biraz uzağa gittim. Abdest tazeledim ve iki rekat namaz kılmak üzere namaza duracaktım. Bu sırada karşıma birden bire korkunç bir arslan çıkıverdi. Bana doğru yaklaşıyordu. Hemen hocam İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin; "Bir müşkil ile karşılaşırsan beni hatırla!" emri hatırıma geldi. Kendi kendime; "Ey hocam! Allah-ü Teala'nın izniyle imdadıma yetiş, beni bu yırtıcı arslanın pençesinden kurtar!" dedim. Daha ben sözümü bitirmeden İmâm-ı Rabbâni hazretleri gözüküverdi ve arslana, benden uzaklaşması için, eliyle işaret etti. Arslan kaçarak uzaklaşıp gitti. Bu hadiseyi yanımdaki arkadaşlar da gördü. Bana; "Böyle bir anda imdadına yetişen bu büyük zat kimdir?" dediklerinde; "İmâm-ı Rabbâni hazretleridir" dedim. Onlar da bu hadise üzerine, İmâm-ı Rabbâni hazretlerini çok sevenlerden oldular."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.