Muhammed Bâki-Billah
Yemek husûsundaki bu ihtiyâtı, onların mübârek yollarının ve hâllerinin letâfet ve temizliği sebebiyleydi. Temiz bir aynaya, bir nefesin bile tesir edeceği kadar, saf ve temizdi. Bu sebepten, talebeleri toplanınca, etraflarında en temiz ve en muhlis olanları oturturlardı. Aralarında bir yabancı olsa, hemen onun gafleti, noksanlığı, düşünceleri mübârek kalb aynasına aksederdi.
Birgün dervişlerden birinin bir yorgana ihtiyâcı oldu. Hatırından, ondan bir yorgan istemeyi geçirdi. Muhammed Bâki-billah Hazretlerine bu düşüncesi, zahir olup, namazdan sonra; "Filân dervişe ve yorgan ihtiyâcı olanlara, yorgan veriniz" buyurdu. O derviş; "O günden beri Muhammed Bâki-billah Hazretlerini üzecek bir düşüncenin kalbimden geçeceğinden korktum" demiştir.
Birgün, azizlerden biri, onun muhlis talebelerinden birine, arzu ve istek dolu bir mektup gönderdi. Bu mektup Muhammed Bâki-billah Hazretlerine takdim edildi. Yüksek bir tevâzu ile mektubun arkasına şöyle yazdı: "Maalesef bu âcizde iş yapacak kuvvet kalmadı. Allah-ü Teala, bu geride kalmış günlerin mâtemini tutana birkaç gün ömür verirse, en büyük gayretle maksadı ararım, hayâtımı bu yolda veririm. Allah-ü Teala bu miskine, her iki cihândaki işini, kudret-i ilâhiyyeye bırakmasını ve bütün tutulmalardan kurtarmasını ihsan eylesin. Âmin. Yâ Rabb-el-âlemin... O kardeşim ricâ ederim ki, bu arzunun husûlü için, yüzünüz yerlere sürünüz. Ve fakîrin bu arzusuna kavuşması için Allah-ü Tealaya dua ediniz. Zira arkadan, gıyaben yapılan duaları, Allah-ü Teala hemen kabûl eder. Dualar ederim efendim."
Muhammed Hâşim-i Keşmî, Şeyh Tâceddin'den şöyle nakletmiştir: Birgün Muhammed Bâki-billah Hazretleri nehre doğru gidiyordu. Muzdarip, garip, çok üzüntülü olduğu anlaşılıyordu. Ben de arkasından gidiyordum. Biraz sonra, arkasından geldiğimi anladı, âh ederek, içli bir sesle, "Ey Tâceddîn, vâridât, feyzler, nûrlar, haller ve esrârı o kadar üzerime yağdırıyorlar ki, bu nehir mürekkeb olsa, onları yazamadan biter. Amma benim için bunlardan ne çıkar? Benim aradığım görülemez, bilinemez, istek anlatılamaz, istenen vasfedilemez" buyurdu.
Beyt:
Ne taleb dile gelir, ne matlûb anlatılır,
Ne onun bir benzeri, ne bunun misli vardır.
Muhammed Bâki-billah Hazretleri, tasavvuf hâlleri içinde kendinden geçmiş bir durumda olmasına rağmen, iki sene talebelerini yetiştirmekle meşgûl oldu. Talebelerinin en büyüğü ve en üstünü olan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri tasavvufta yetişip kemâle ulaşınca, kendini sohbetten tâlim ve telkinden çekip, dostlarını ve talebelerinin yetiştiştirilmesini ona havâle etti. Kendini bu işten çekip, yalnızlığı tercih etti. Ahirete ait büyük bir elem ve üzüntü ile yalnız kaldı. Sadece cemâatle namaz kılmak için dışarı çıkardı.
Muhammed Bâki-billah Hazretlerini kim görse; "Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak isterse, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, yâni Ebû Bekr-i Sıddîk'a baksın" hadis-i şerifini hatırlardı. Bununla beraber, nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara işlerdi. Gafiller, kendisini görünce; "Onları görenler Allah'ı hatırlar" hadis-i şerifini akıllarına getirirlerdi. Hattâ öyle ki, birgün Hindûların tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu. Orada bulunanların gözleri Muhammed Bâki-billah Hazretlerine takılınca, birbirlerine: "Bu nasıl bir insandır ki, onu görünce Allah hatırımıza geldi" dediler.
Yemek husûsundaki bu ihtiyâtı, onların mübârek yollarının ve hâllerinin letâfet ve temizliği sebebiyleydi. Temiz bir aynaya, bir nefesin bile tesir edeceği kadar, saf ve temizdi. Bu sebepten, talebeleri toplanınca, etraflarında en temiz ve en muhlis olanları oturturlardı. Aralarında bir yabancı olsa, hemen onun gafleti, noksanlığı, düşünceleri mübârek kalb aynasına aksederdi.
Birgün dervişlerden birinin bir yorgana ihtiyâcı oldu. Hatırından, ondan bir yorgan istemeyi geçirdi. Muhammed Bâki-billah Hazretlerine bu düşüncesi, zahir olup, namazdan sonra; "Filân dervişe ve yorgan ihtiyâcı olanlara, yorgan veriniz" buyurdu. O derviş; "O günden beri Muhammed Bâki-billah Hazretlerini üzecek bir düşüncenin kalbimden geçeceğinden korktum" demiştir.
Birgün, azizlerden biri, onun muhlis talebelerinden birine, arzu ve istek dolu bir mektup gönderdi. Bu mektup Muhammed Bâki-billah Hazretlerine takdim edildi. Yüksek bir tevâzu ile mektubun arkasına şöyle yazdı: "Maalesef bu âcizde iş yapacak kuvvet kalmadı. Allah-ü Teala, bu geride kalmış günlerin mâtemini tutana birkaç gün ömür verirse, en büyük gayretle maksadı ararım, hayâtımı bu yolda veririm. Allah-ü Teala bu miskine, her iki cihândaki işini, kudret-i ilâhiyyeye bırakmasını ve bütün tutulmalardan kurtarmasını ihsan eylesin. Âmin. Yâ Rabb-el-âlemin... O kardeşim ricâ ederim ki, bu arzunun husûlü için, yüzünüz yerlere sürünüz. Ve fakîrin bu arzusuna kavuşması için Allah-ü Tealaya dua ediniz. Zira arkadan, gıyaben yapılan duaları, Allah-ü Teala hemen kabûl eder. Dualar ederim efendim."
Muhammed Hâşim-i Keşmî, Şeyh Tâceddin'den şöyle nakletmiştir: Birgün Muhammed Bâki-billah Hazretleri nehre doğru gidiyordu. Muzdarip, garip, çok üzüntülü olduğu anlaşılıyordu. Ben de arkasından gidiyordum. Biraz sonra, arkasından geldiğimi anladı, âh ederek, içli bir sesle, "Ey Tâceddîn, vâridât, feyzler, nûrlar, haller ve esrârı o kadar üzerime yağdırıyorlar ki, bu nehir mürekkeb olsa, onları yazamadan biter. Amma benim için bunlardan ne çıkar? Benim aradığım görülemez, bilinemez, istek anlatılamaz, istenen vasfedilemez" buyurdu.
Beyt:
Ne taleb dile gelir, ne matlûb anlatılır,
Ne onun bir benzeri, ne bunun misli vardır.
Muhammed Bâki-billah Hazretleri, tasavvuf hâlleri içinde kendinden geçmiş bir durumda olmasına rağmen, iki sene talebelerini yetiştirmekle meşgûl oldu. Talebelerinin en büyüğü ve en üstünü olan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri tasavvufta yetişip kemâle ulaşınca, kendini sohbetten tâlim ve telkinden çekip, dostlarını ve talebelerinin yetiştiştirilmesini ona havâle etti. Kendini bu işten çekip, yalnızlığı tercih etti. Ahirete ait büyük bir elem ve üzüntü ile yalnız kaldı. Sadece cemâatle namaz kılmak için dışarı çıkardı.
Muhammed Bâki-billah Hazretlerini kim görse; "Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak isterse, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, yâni Ebû Bekr-i Sıddîk'a baksın" hadis-i şerifini hatırlardı. Bununla beraber, nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara işlerdi. Gafiller, kendisini görünce; "Onları görenler Allah'ı hatırlar" hadis-i şerifini akıllarına getirirlerdi. Hattâ öyle ki, birgün Hindûların tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu. Orada bulunanların gözleri Muhammed Bâki-billah Hazretlerine takılınca, birbirlerine: "Bu nasıl bir insandır ki, onu görünce Allah hatırımıza geldi" dediler.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.