Nizâmeddin Evliyâ
Bu zâtın sözlerinden sonra, Nizâmeddîn Evliyâ'nın fakirliği bir anda yok oldu. O ve iki talebesinin günlerce yiyecek bir lokma bulamadıkları aynı dergâhda, mutfak bütün gün kaynamağa ve hiçbir ayrım gözetilmeden binlerce insan onun cömerd sofrasında doymaya başladı. Kendisi gündüzleri oruç tutuyor ve çok sâde bir hayat sürüyordu. Bütün yediği şey, arpadan yapılmış küçük bir parça ekmek idi.
Nasîreddîn Mahmûd, bu bereketli günleri şöyle anlatır; "Nizâmeddîn Evliyâ Hazretlerinin âşıklarından, bir nehir gibi onun kapısına akan mallar, sabahtan akşama kadar ona zorlukla verilebiliyordu. Hattâ bâzıları hediyeler vermek için yatsı vaktinde geliyordu. Bunun yanında yardıma muhtaç olup, dergâha gelenlerin sayısı âşıklarının sayısını geçmişti. Nizâmeddîn Evliyâ, gerçekten o aşıkların getirdiklerinden fazlasını muhtaçlara ve fakirlere dağıtırdı. Bir gün zengin bir şahıs, o günün gümüş parasından yüz tâne getirdi. Nizâmeddîn Evliyâ bu paraları kabûl etmedi. Fakat o şahsın üzüldüğünü görünce, bir tânesini kabûl etti. O kişi, geri kalan para ile Nizâmeddîn Evliyâ'nın yanında otururken, kendi kendine; Şeyh hepsini kabûl etseydi, saâdete kavuşurdum" diye düşünüyordu. Nizâmeddîn Evliyâ ona dönerek, "Ben onun hepsini kabûl etmedim. Zirâ sana onların faydası olacak. Onu götür. Biz kâfi derecede zenginiz. Sol tarafına bak" dedi. O kimse sol tarafa baktığında hücrenin köşesinde, rastgele yerlere yığılmış vaziyette sayısız altın paraları görünce şaşırdı. O kişi giderken, Nizâmeddîn Evliyâ, bu sırrı hiç kimseye söylememesini tenbih etti. Fakat o dayanamayıp, durumu olduğu gibi herkese anlattı".
Sultân Gıyâseddîn Balaban'ın büyük oğlu Sultan Muizeddîn Balaban'ın saltanatı döneminde, Sultân, Kıyaspur'a yakın bir yerde saray yaptırıyordu. Sultânın komutanları, şehzâdeleri ve halk, Nizâmeddîn Evliyâ'nın dergâhını çok sık ziyâret ediyorlardı. Bu durum Nizâmeddîn Evliyâ'nın yaşayışında biraz karışıklığa sebeb oldu. Bu yüzden, Nizâmeddîn Evliyâ buradan da ayrılmak istedi.
Bu zâtın sözlerinden sonra, Nizâmeddîn Evliyâ'nın fakirliği bir anda yok oldu. O ve iki talebesinin günlerce yiyecek bir lokma bulamadıkları aynı dergâhda, mutfak bütün gün kaynamağa ve hiçbir ayrım gözetilmeden binlerce insan onun cömerd sofrasında doymaya başladı. Kendisi gündüzleri oruç tutuyor ve çok sâde bir hayat sürüyordu. Bütün yediği şey, arpadan yapılmış küçük bir parça ekmek idi.
Nasîreddîn Mahmûd, bu bereketli günleri şöyle anlatır; "Nizâmeddîn Evliyâ Hazretlerinin âşıklarından, bir nehir gibi onun kapısına akan mallar, sabahtan akşama kadar ona zorlukla verilebiliyordu. Hattâ bâzıları hediyeler vermek için yatsı vaktinde geliyordu. Bunun yanında yardıma muhtaç olup, dergâha gelenlerin sayısı âşıklarının sayısını geçmişti. Nizâmeddîn Evliyâ, gerçekten o aşıkların getirdiklerinden fazlasını muhtaçlara ve fakirlere dağıtırdı. Bir gün zengin bir şahıs, o günün gümüş parasından yüz tâne getirdi. Nizâmeddîn Evliyâ bu paraları kabûl etmedi. Fakat o şahsın üzüldüğünü görünce, bir tânesini kabûl etti. O kişi, geri kalan para ile Nizâmeddîn Evliyâ'nın yanında otururken, kendi kendine; Şeyh hepsini kabûl etseydi, saâdete kavuşurdum" diye düşünüyordu. Nizâmeddîn Evliyâ ona dönerek, "Ben onun hepsini kabûl etmedim. Zirâ sana onların faydası olacak. Onu götür. Biz kâfi derecede zenginiz. Sol tarafına bak" dedi. O kimse sol tarafa baktığında hücrenin köşesinde, rastgele yerlere yığılmış vaziyette sayısız altın paraları görünce şaşırdı. O kişi giderken, Nizâmeddîn Evliyâ, bu sırrı hiç kimseye söylememesini tenbih etti. Fakat o dayanamayıp, durumu olduğu gibi herkese anlattı".
Sultân Gıyâseddîn Balaban'ın büyük oğlu Sultan Muizeddîn Balaban'ın saltanatı döneminde, Sultân, Kıyaspur'a yakın bir yerde saray yaptırıyordu. Sultânın komutanları, şehzâdeleri ve halk, Nizâmeddîn Evliyâ'nın dergâhını çok sık ziyâret ediyorlardı. Bu durum Nizâmeddîn Evliyâ'nın yaşayışında biraz karışıklığa sebeb oldu. Bu yüzden, Nizâmeddîn Evliyâ buradan da ayrılmak istedi.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.