Ramazan YazılarıİBADET VE HAYAT
Dünden devam...
Ve şimdi mü'min; yemeyi, içmeyi, nefsin arzu ve isteklerini topyekün dünya nimetlerini sadece Rabbi'nin rızası için -belki de, en muhtaç olduğu anda- terk etmekte ve en büyük cihadı başlatmaktadır. İşte oruç, bu cihadın adıdır. Sahurdan iftara kadar yemeyecek, içmeyecek, nefsine ve şehvetine esir olmayacak, varlık içerisinde yokluğu yaşamak, sabrı, kanaatı, ferâgatı ve fedakârlığı kendi benliğinde yoğurarak kemale ulaşacak. İstiğfar, zikir ve Kur'an ile kalbini ve ruhunu besleyecek. Böylece, insan ve kul olmanın tek ölçüsünü, gayesini en mükemmel şekliyle ortaya koyacaktır.
Peygamber Efendimiz'in ve Ashab-ı Kiram'ın, örnek hayatları doğrultusunda maddi ve manevi yardımlaşmanın en güzelini ortaya koymak suretiyle yeni bir gönül seferberliğini başlatmak bugün mü'minler için en anlamlı bir cihad olacaktır. Ramazan ve oruç münasebetiyle basit ve yersiz ihtirasların ardına düşmeden, itikadi bozukluk olmadıkça herkeste olabileceği gibi bizde de olabilecek ameli hatalardan dolayı din kardeşliğimizi çürüğe çıkarmamak, onların hatası üzerine taht kurmamak mü'min olmanın gereği olduğu gibi, kardeşlerin birbirlerinin kusurlarını, ayıplarını örtmelerinin Settârül-Uyûb (ayıpları örten, gizleyen) olan Allah'ın (cc) emridir. Allah'ın rızası, o istikamette tecelli eder. Aksi taktirde, mü'minler kendi aralarında birbirlerine merhametli olduklarını, olması gerektiğini nasıl iddia ve isbat edebilirler?..
İşte, içinde bulunduğumuz ay, her bakımdan bir fırsat-ı ilâhidir. Her türlü ibadetin cem olduğu, Cennet kapılarının açılıp Cehennem kapılarının kapandığı özel geceleri ile her zamankinden daha çok ilâhi feyzin, lûtfun, affın insanlara verileceği bu ay, mü'minler arasındaki sevginin muhabbetin, affın, ikramın, ihsanın Allah katında ve yüce mana ve makamlara ulaşacağı her türlü hesabın üstündedir. Mü'min, mü'mine merhameti hal, söz ve fiille olur. Bu bakımdan; bir tebessüm, bir bakış dahi merhametin ifadesi olabilir.
Bu kadarını olsun, din kardeşimizden esirgememeliyiz. Söz olarak da onu sevdiğimizi, hakkında duacı olduğumuzu belirtmek de yine merhametin bir ifadesi ve isbatı olacaktır. Ve nihayet, halde ve sözde ortaya çıkan merhametin fiili olarak da ifade ve isbatı, artık her türlü şüpheyi ortadan kaldıracak, yerine "Muhacir" ve "Ensar"ın gerçekleştirdiği en doruk noktadaki İslâm kardeşliği gerçekleşmiş olacaktır.
Netice olarak deriz ki, her halis sözün ve fiilin fert ve cemiyet hayatımızdaki yeri zannedildiğinden çok daha önemlidir. Mü'min söylediği her sözün, attığı her adımın, yaptığı her işin hesabını yapmak zorundadır. İbadetin biraz daha hayatımıza hakim olduğu bu Ramazan ayı; düşünce, tefekkür, fikir, muhasebe hayatımızda da yeni bir canlılığı yeni bir yükselişi getirmesi gerekir. İstiğfarı, zikri, duayı, Kur'an'ı dilimizden eksik etmemeliyiz. Bunlar nefsin ıslah, kalbin de itminanı için şarttır. Nefsi ıslah edelim ki, din kardeşlerimizi sevebilelim. Onları herkeste olabilecek ameli hatalarından dolayı mahkum etmeyelim. Kalbi itminana erdirelim ki, kalp ve ruh dünyamız zengin ve engin olsun. Belki o zaman, mü'minlerin kusurlarının listesini tutmaktan kurtuluruz. Kendimizi böyle abes bir işte vazifeli tutmayız...
Her türlü kötülüğe, hakarete dedikoduya karşı "ben oruçluyum, ben oruçluyum" diyebilmek, "daima hâyır konuşmak veya susmak" bütün uzuvlarımızla oruç tutup onları oruçla terbiye etmek ve takvaya ermek, sonra bütün insanlığa kucak açmak...Ali GEDİK
Gece karanlıkta çiçeklerin arasında
Bu hafta, önce Peygamber Efendimiz (sav)'den müjdelenen teravih namazlarının faziletlerine devam edip sonra da konuyla irtibatı bulunan bir emirle yazımı sürdüreceğim. "Yirmibirinci gece teravihi eda edene, cennette nurdan bir köşk hazırlanıp, ihsan olunur. Yirmi ikinci gece teravihi eda eden kıyamet meydanına gam ve meşakkatlerlerden âzâde olarak gelir. Yirmiüçüncü gece teravih namazı kılana, Cennette bir şehir bina olunur ve o şehir o kulun ismi ile isimlenir. Yirmidöndüncü gece teravih namazı kılma nimetine erişen kişinin yirmi beş duası kabul olunur. Yirmibeşinci gece teravih namazı kılan mü'minden kabir azabı kaldırılır. Kabir azabı görmez. Yirmialtıncı gece teravih kılan aşık, kırk sene ibadet etmiş gibi bir büyük ecre nail olur" (1) (Kaldığımız yerden haftaya inşallah devam edeceğiz.)
Yüce Allah bizlere "Rabb'inin adını an ve herşeyden kalbini boşaltarak bütün gönlünle ona yönel" (2) emrini vermiştir. Şayet her Müslüman'ın muhatap olduğu bu emri yerine getirme çabalarımız oluyorsa, mutlaka kalbimizde de değişiklikler olacaktır. Çünkü Allah'ı zikretmek gaflet uykusundaki kalpleri uyandırır ve canlılık kazandırır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde "Rabb'ini zikredenle zikretmeyen arasında ölü ile diri gibi fark vardır" buyurmuşlardır.
Zikirden maksat Allah'ı anmak olduğuna göre, bize Allah'ı hatırlatan herşey bu kapsama girmektedir. Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur'an okumak, dua edip tesbih çekmek bunlardan bazıları olduğu gibi beynimizi Allah rızasına kurmuş şekilde bir hayat yaşamak ise bizlere bir nefes zikirsiz olmamayı sunar. Çünkü beyinlerimizdeki "Allah benimledir, Allah beni görüyor, Allah benim her yaptığımı biliyor!" kelimeleri ile yaşadığımız her an zikir sevabı alırız. Yüce Allah'ı tanıyıp, tanıdıkça O'ndan korkmak ve bir o kadar da sevmek yolunda bir sürü engellerle karşılaşırız. Bu engeller şeytanın da süslü amelleriyle birlikte bizleri kandırır, zikir yolundan alıkoyar. Allah'ı tanıyıp, bildiğimizi, O'nu her zaman düşünmekte olduğumuzu söyler ve bizleri yanıltır. Sonra ibadetlerimizi çarçabuk yapıp, üzerimizden bir yük gibi hemen atmaya bakarız. İlim meclislerinde ve zikir halkalarında bulunmak bize sıkıcı gelir, hemen bitmesini orayı terketmeyi bekleriz. Oysa bu bekleyiş (haşa) Allah'ı terk etmek değil midir?.. Gönüllerimizde O'na yer vermeyiş, O'nu unutmak isteyiş değil midir?.. Yani Kur'an-ı Kerim'de tanımlanan "Allah'ı unuttular, Allah da onlara kendilerini unutturdu. İşte fasıklar bunlardır" (3) dediği kişilere benzemek değil midir? Yüce Allah yarattığı bir kalbin nasıl huzur bulacağını ve günahlara dalmaması için neler yapılması gerektiğini ayetlerinde bildirmiş ve bu ayet-i kerimeleri bizim anlamakta aciz kaldığımız nice sırlarla donatmıştır. İlk zamanlar uygulamakta sıkılsak da, daralsak da mutlaka Allah kalplerimizi açacak, bahar çiçekleriyle donatacaktır. Sabrettiklerimiz birer zevk, uzaklar yakın olacaktır. Her yerde Esma-i İlahi okunacak, gerçek sevginin doyumsuz lezzeti tadılacaktır. Sonu Allah'a varacak bu güzel yoldan ve bu zevklerden mahrum olmamak için gecelerimizi de dolduralım. Haydi hep birlikte Okan Egesel Bey'in her gece söylediği gibi yola çıkalım!..
İnsansak ve yolcuysak
Uzunsa yolumuz ve kısaysa ömrümüz
Çıkar yollara, gece yürürüz...
Dipnotlar:
1. El Hac Muzaffer Ozak, İrşad, 2. cilt, s. 84
2. Müzemmil: 8.
3. Haşr: 19Hümeyra EZERGÜL
Fıkıh KöşesiOruç tutmamayı mubah kılan özürler
Aşağıdaki on sebepden ötürü oruç tutmamak veya tutulmuş bir orucu bozmak mubahtır:
1. Yolculuk: Ramazan'da en az üç günlük bir yere gidecek olan kimse, geceden oruca niyet etmeyebilir. Bundan dolayı o gün yola çıkınca oruçlu bulunmamış olur. Fakat bir kimse oruç tuttuktan sonra, gündüzün yolculuğa çıksa, bu yolculuk o ilk gün için bir özür sayılmaz, orucuna devam etmesi gerekir. Ancak o gün yola çıkar da, ondan sonra orucunu açarsa, kendisine keffaret gerekmez, yine sadece kaza gerekir.
2. Hastalık: Bir hasta canının helâk olacağından veya aklının gitmesinden veya hastalığının artmasından veya uzamasından korkacak olursa, oruç tutmayabilir ve tutmuş olduğu orucu bozabilir. Sonradan iyileşince tutamadığı günleri kaza eder. İlerlemesinden korkulan göz ağrısı da böyledir; çünkü bu da bir hastalıktır.
Bununla beraber yalnızca bir kuruntuya bağlı korku yeterli değildir. Ya hastanın tecrübesinden veya görülen belirtilerden dolayı kendisince kuvvetli bir zan bulunmalıdır. Yahut uzman olan Müslüman bir doktor tarafından haber verilmelidir.
Oruç tuttuğu takdirde, böyle hasta olacağı delilden doğan kuvvetli bir zanna veya yetkili Müslüman bir doktorun haberine dayanan sağlam bir kimse de hasta hükmündedir.
Yine, ağır sıtma nöbetine tutulan kimse, henüz sıtma belirmeden orucunu bozacak olsa, bunda bir sakınca yoktur. Fakat gün aşırı sıtmaya tutulan kimse, belli günde sıtmanın geri dönmesi sebebiyle kendisini zayıf düşüreceğini düşünerek orucunu bozduğu halde, sıtma meydana çıkmamış olsa, kendisine keffaret gerekmez.
3. Düşmanla cihad: Ramazan'da dümanla savacak bir İslâm mücahidi, düşman karşısında zayıf düşeceğinden korkarsa, oruç tutmayabilir. Sonra savaş yapılmasa da yine kendisine kazadan başka bir şey gerekmez.
4. Zorlama (ikrah) hali: Hayata tesir edecek veya bir uzvun (organın) telef olmasına sebebiyet verecek şekilde bir zorlamadan dolayı oruç açılabilir, bu caizdir. Bununla beraber yolcu veya hasta bulunmayan bir kimse, böyle bir zorlamaya rağmen Ramazan orucunu bozmaz da zulmen öldürülürse günahkâr olmaz, daha büyük bir sevab kazanır ve dindeki sağlamlığını göstermiş olur. Fakat yolcu veya hasta olan kimse, bu zorlamaya rağmen orucunu açmaz da öldürülecek olursa, günaha girmiş olur. Çünkü bunlar için aslında oruçlarını açma izni dinde vardır. Bir ruhsattan zorlanma halinde yararlanmak doğru olmaz.
5. Şiddetli açlık ve susuzluk: Oruçlu bir kimse açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk olmasından veya aklına bir noksanlık gelmesinden bir tercübeye ve belirtiye veya Müslüman bir doktorun haberine dayanarak korkarsa, orucunu sonra kaza etmek şartı ile bozabilir.
Sürecek...Ömer Nasuhi Bilmen-Büyük İslam İlmihali
Lâtifeler
İstanbul kadısı her gün olduğu gibi yine bir gün evinden çıkıp din hükümlerini tatbik ile doğruyu yanlıştan ayırmak için mahkemesine gider. Mahkemesine varınca orada hazır bulunanlardan her kim varsa efendiyi tâzim, tekrîm ve hürmetle karşılarlar. Bu ara abdallardan bir torlak bir köşede şaşkın ve dalgın oturmuştur. Kadıyı karşıdan görünce:
-Zebâniler başı geliyor ha! der.
Bu söz efendinin kulağına gider. Dervişi önüne çağırıp:
-Bre Bektaşi dervişi, ben Hak Teâlâ'nın emrini icrâ ederim, sen bana neden zebâniler başı dedin? der. Derviş:
-Ya Sultanım, zebâniler şeytanın emrini mi icra ederler? Onların yaptıkları da Allah'ın buyruğu değil midir?
***
ŞİİR
Gücün yeterse ger hak ve bana hak
Tapundan olmasun rencîde bir mûr
Dil incitmeksizin âmirliğ eyle
Kul olan lâyIk oldur k'ola me'mûr
Ayağ altında mûr olur çü yarın
Bugün olmak ne assı dehre Tîmur
(Eğer gücün yeterse bana hak ver; huzurundan bir karınca bile incinmesin.
Gönül incitmeden âmirlik yap, kul olan kendisine verileni yapandır.
Bugün dünyaya Tîmur olmaktan ne fayda var? Yarın karıncanın ayağı altında kalacak olduktan sonra).Lamiizâde Abdullah Çelebi
Gönül DostlarıMevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp, dünya ve ahirette kurtuluşa ermeleri için çalışmaya başladığı günlerde, Bağdât Vâlisi Saîd Paşa, ziyâretlerine geldi. Birçok alimin sessiz, başları önüne eğik, hizmetçiler gibi edeble huzurunda oturmuş olduklarını gördü. Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin heybetini görünce, diz çöküp titremeye başladı. Mevlânâ Hâlid'in celâl hâli gidince, Saîd Paşa'nın titremesi geçti ve dua istedi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ona duâ edip; "Kıyâmette, herkes kendi nefsinden suâl olunur. Sen ise nefsinden yâni kendinden ve emrin altında olanların hepsinden suâl olunursun. Hak teâlâdan kork! Çünkü, senin için önünde öyle bir gün vardır ki, o günün korku ve dehşetinden evlâdına süt veren analar, evlâdını unuturlar. Hâmile olanlar, korkudan vakitsiz doğururlar. İnsanları sarhoş görürsün. Onlar sarhoş değil, ancak Allah-ü Teâlâ'nın azabı çok şiddetlidir" deyip, nasîhat buyurunca, Saîd Paşa yine titremeye başladı ve yüksek sesle ağladı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri bir müddet Bağdât'ta kalıp İslâmiyeti anlattıktan sonra memleketi olan Süleymâniye'ye döndü. Orada kendisi için bir dergâh inşâ edildi. Bu dergâhta insanlara vâz ve nasîhat edip talebe yetiştirdi.
Süleymâniye'deyken, Berzencîler'den silâhlı iki yüz kişi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin öldürülmesine karar verdiler. Cumâ günü, silahlı olarak mescidin dış kapısında beklemeye başladıktan sonra, bütün halk câmiden dışarı çıktı. Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, her zaman câmiden en son çıkardı. Dışarı çıkanlar bu silâhlı kişilerin Mevlânâ Hâlid Hazretlerine kötülük yapmak niyetinde olduklarını anladılar. Mevlânâ Hâlid Hazretleri, mescidin kapısından çıkıp, bu silahlı ve kötü niyetli kimselere heybetli bir nazarla bakınca kalblerinde müthiş bir korku hâsıl oldu. Öldürmek için gelenlerden bazısı nâra atarak kaçıştı, bâzılar da yüzüstü düşerek perişan oldu. Bundan sonra, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ile bütün talebeleri, hiçbir şey olmamış gibi, Cennet misâli olan hânekâha gittiler. Kaçan bu düşmanların çoğu; "Mevlânâ câmiden çıkınca, onun omuzlarında heybetli bir arslanın ağzını açmış, üzerimize atlamak üzere olduğunu gördük. O anda aklımız başımızdan gitti, kaçacak yer bulamadık" dediler.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Bağdât'ta ilimle ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgûl olduğu sırada, ona hased eden inkârcılardan birisi Bağdât Vâlisi Saîd Paşa'ya bir mektup yazarak Mevlânâ Hâlid Hazretlerini şikâyet etti. Mektup yalan ve iftirâlarla doluydu. Hattâ Mevlânâ Hâlid Hazretleri küfürle ithâm ediliyordu. Mektûbu okuyan vâli, sinirlenerek mektubu yere çarptı ve; "Sübhânallah! Eğer Hazret-i Şeyh Hâlid de Müslüman değilse, Müslüman kimdir? Bu mektubu yazan ya delidir veya Allah-ü Teâlâ onun basiret gözünü kör etmiştir. Bunun sebebi de o kimsedeki aşırı haseddir. Allah'a sığınırız, Allah'a sığınırız" dedi.
Bağdat'taki alimlere bu mektuba bir reddiye yazılmasını emretti. Halle Müftüsü Muhammed Efendi bu mektuba bir reddiye yazarak bozuk fikirlerini çürüttü. Bu mektubu Bağdât alimleri de tasdik ettiler. Daha sonra hatâ ettiğini anlayan iftirâcı iddiâlarından vazgeçip Mevlânâ Hâlid Hazretlerinden özür diledi ve affedildi.
Ramazan Sofrası
KALBURABASTI
(4 Kişilik)
Malzeme : 250 gr. un, 10 gr. maya, 50 gr. irmik, 2 ad. yumurta, 125 gr. margarin, 100 gr. pudra şekeri, 100 gr. yoğurt. Şurubu: 1,5 kg. tozşeker, 1 kg. su kaynatılır.
Tarif: Un elenip havuz gibi açılır, içine diğer malzemeler konup, iyice yoğrulur. Hazırlanan hamur ceviz büyüklüğünde parçalar halinde yuvarlanıp, kalburda şekillendirilir. Fritöz içindeki 500 gr. sıvıyağda kızarttıktan sonra, bir tepsi içinde hazır olan şurubu soğuk olarak verilerek bekletilir.
Dünden devam...
Ve şimdi mü'min; yemeyi, içmeyi, nefsin arzu ve isteklerini topyekün dünya nimetlerini sadece Rabbi'nin rızası için -belki de, en muhtaç olduğu anda- terk etmekte ve en büyük cihadı başlatmaktadır. İşte oruç, bu cihadın adıdır. Sahurdan iftara kadar yemeyecek, içmeyecek, nefsine ve şehvetine esir olmayacak, varlık içerisinde yokluğu yaşamak, sabrı, kanaatı, ferâgatı ve fedakârlığı kendi benliğinde yoğurarak kemale ulaşacak. İstiğfar, zikir ve Kur'an ile kalbini ve ruhunu besleyecek. Böylece, insan ve kul olmanın tek ölçüsünü, gayesini en mükemmel şekliyle ortaya koyacaktır.
Peygamber Efendimiz'in ve Ashab-ı Kiram'ın, örnek hayatları doğrultusunda maddi ve manevi yardımlaşmanın en güzelini ortaya koymak suretiyle yeni bir gönül seferberliğini başlatmak bugün mü'minler için en anlamlı bir cihad olacaktır. Ramazan ve oruç münasebetiyle basit ve yersiz ihtirasların ardına düşmeden, itikadi bozukluk olmadıkça herkeste olabileceği gibi bizde de olabilecek ameli hatalardan dolayı din kardeşliğimizi çürüğe çıkarmamak, onların hatası üzerine taht kurmamak mü'min olmanın gereği olduğu gibi, kardeşlerin birbirlerinin kusurlarını, ayıplarını örtmelerinin Settârül-Uyûb (ayıpları örten, gizleyen) olan Allah'ın (cc) emridir. Allah'ın rızası, o istikamette tecelli eder. Aksi taktirde, mü'minler kendi aralarında birbirlerine merhametli olduklarını, olması gerektiğini nasıl iddia ve isbat edebilirler?..
İşte, içinde bulunduğumuz ay, her bakımdan bir fırsat-ı ilâhidir. Her türlü ibadetin cem olduğu, Cennet kapılarının açılıp Cehennem kapılarının kapandığı özel geceleri ile her zamankinden daha çok ilâhi feyzin, lûtfun, affın insanlara verileceği bu ay, mü'minler arasındaki sevginin muhabbetin, affın, ikramın, ihsanın Allah katında ve yüce mana ve makamlara ulaşacağı her türlü hesabın üstündedir. Mü'min, mü'mine merhameti hal, söz ve fiille olur. Bu bakımdan; bir tebessüm, bir bakış dahi merhametin ifadesi olabilir.
Bu kadarını olsun, din kardeşimizden esirgememeliyiz. Söz olarak da onu sevdiğimizi, hakkında duacı olduğumuzu belirtmek de yine merhametin bir ifadesi ve isbatı olacaktır. Ve nihayet, halde ve sözde ortaya çıkan merhametin fiili olarak da ifade ve isbatı, artık her türlü şüpheyi ortadan kaldıracak, yerine "Muhacir" ve "Ensar"ın gerçekleştirdiği en doruk noktadaki İslâm kardeşliği gerçekleşmiş olacaktır.
Netice olarak deriz ki, her halis sözün ve fiilin fert ve cemiyet hayatımızdaki yeri zannedildiğinden çok daha önemlidir. Mü'min söylediği her sözün, attığı her adımın, yaptığı her işin hesabını yapmak zorundadır. İbadetin biraz daha hayatımıza hakim olduğu bu Ramazan ayı; düşünce, tefekkür, fikir, muhasebe hayatımızda da yeni bir canlılığı yeni bir yükselişi getirmesi gerekir. İstiğfarı, zikri, duayı, Kur'an'ı dilimizden eksik etmemeliyiz. Bunlar nefsin ıslah, kalbin de itminanı için şarttır. Nefsi ıslah edelim ki, din kardeşlerimizi sevebilelim. Onları herkeste olabilecek ameli hatalarından dolayı mahkum etmeyelim. Kalbi itminana erdirelim ki, kalp ve ruh dünyamız zengin ve engin olsun. Belki o zaman, mü'minlerin kusurlarının listesini tutmaktan kurtuluruz. Kendimizi böyle abes bir işte vazifeli tutmayız...
Her türlü kötülüğe, hakarete dedikoduya karşı "ben oruçluyum, ben oruçluyum" diyebilmek, "daima hâyır konuşmak veya susmak" bütün uzuvlarımızla oruç tutup onları oruçla terbiye etmek ve takvaya ermek, sonra bütün insanlığa kucak açmak...Ali GEDİK
Gece karanlıkta çiçeklerin arasında
Bu hafta, önce Peygamber Efendimiz (sav)'den müjdelenen teravih namazlarının faziletlerine devam edip sonra da konuyla irtibatı bulunan bir emirle yazımı sürdüreceğim. "Yirmibirinci gece teravihi eda edene, cennette nurdan bir köşk hazırlanıp, ihsan olunur. Yirmi ikinci gece teravihi eda eden kıyamet meydanına gam ve meşakkatlerlerden âzâde olarak gelir. Yirmiüçüncü gece teravih namazı kılana, Cennette bir şehir bina olunur ve o şehir o kulun ismi ile isimlenir. Yirmidöndüncü gece teravih namazı kılma nimetine erişen kişinin yirmi beş duası kabul olunur. Yirmibeşinci gece teravih namazı kılan mü'minden kabir azabı kaldırılır. Kabir azabı görmez. Yirmialtıncı gece teravih kılan aşık, kırk sene ibadet etmiş gibi bir büyük ecre nail olur" (1) (Kaldığımız yerden haftaya inşallah devam edeceğiz.)
Yüce Allah bizlere "Rabb'inin adını an ve herşeyden kalbini boşaltarak bütün gönlünle ona yönel" (2) emrini vermiştir. Şayet her Müslüman'ın muhatap olduğu bu emri yerine getirme çabalarımız oluyorsa, mutlaka kalbimizde de değişiklikler olacaktır. Çünkü Allah'ı zikretmek gaflet uykusundaki kalpleri uyandırır ve canlılık kazandırır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde "Rabb'ini zikredenle zikretmeyen arasında ölü ile diri gibi fark vardır" buyurmuşlardır.
Zikirden maksat Allah'ı anmak olduğuna göre, bize Allah'ı hatırlatan herşey bu kapsama girmektedir. Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur'an okumak, dua edip tesbih çekmek bunlardan bazıları olduğu gibi beynimizi Allah rızasına kurmuş şekilde bir hayat yaşamak ise bizlere bir nefes zikirsiz olmamayı sunar. Çünkü beyinlerimizdeki "Allah benimledir, Allah beni görüyor, Allah benim her yaptığımı biliyor!" kelimeleri ile yaşadığımız her an zikir sevabı alırız. Yüce Allah'ı tanıyıp, tanıdıkça O'ndan korkmak ve bir o kadar da sevmek yolunda bir sürü engellerle karşılaşırız. Bu engeller şeytanın da süslü amelleriyle birlikte bizleri kandırır, zikir yolundan alıkoyar. Allah'ı tanıyıp, bildiğimizi, O'nu her zaman düşünmekte olduğumuzu söyler ve bizleri yanıltır. Sonra ibadetlerimizi çarçabuk yapıp, üzerimizden bir yük gibi hemen atmaya bakarız. İlim meclislerinde ve zikir halkalarında bulunmak bize sıkıcı gelir, hemen bitmesini orayı terketmeyi bekleriz. Oysa bu bekleyiş (haşa) Allah'ı terk etmek değil midir?.. Gönüllerimizde O'na yer vermeyiş, O'nu unutmak isteyiş değil midir?.. Yani Kur'an-ı Kerim'de tanımlanan "Allah'ı unuttular, Allah da onlara kendilerini unutturdu. İşte fasıklar bunlardır" (3) dediği kişilere benzemek değil midir? Yüce Allah yarattığı bir kalbin nasıl huzur bulacağını ve günahlara dalmaması için neler yapılması gerektiğini ayetlerinde bildirmiş ve bu ayet-i kerimeleri bizim anlamakta aciz kaldığımız nice sırlarla donatmıştır. İlk zamanlar uygulamakta sıkılsak da, daralsak da mutlaka Allah kalplerimizi açacak, bahar çiçekleriyle donatacaktır. Sabrettiklerimiz birer zevk, uzaklar yakın olacaktır. Her yerde Esma-i İlahi okunacak, gerçek sevginin doyumsuz lezzeti tadılacaktır. Sonu Allah'a varacak bu güzel yoldan ve bu zevklerden mahrum olmamak için gecelerimizi de dolduralım. Haydi hep birlikte Okan Egesel Bey'in her gece söylediği gibi yola çıkalım!..
İnsansak ve yolcuysak
Uzunsa yolumuz ve kısaysa ömrümüz
Çıkar yollara, gece yürürüz...
Dipnotlar:
1. El Hac Muzaffer Ozak, İrşad, 2. cilt, s. 84
2. Müzemmil: 8.
3. Haşr: 19Hümeyra EZERGÜL
Fıkıh KöşesiOruç tutmamayı mubah kılan özürler
Aşağıdaki on sebepden ötürü oruç tutmamak veya tutulmuş bir orucu bozmak mubahtır:
1. Yolculuk: Ramazan'da en az üç günlük bir yere gidecek olan kimse, geceden oruca niyet etmeyebilir. Bundan dolayı o gün yola çıkınca oruçlu bulunmamış olur. Fakat bir kimse oruç tuttuktan sonra, gündüzün yolculuğa çıksa, bu yolculuk o ilk gün için bir özür sayılmaz, orucuna devam etmesi gerekir. Ancak o gün yola çıkar da, ondan sonra orucunu açarsa, kendisine keffaret gerekmez, yine sadece kaza gerekir.
2. Hastalık: Bir hasta canının helâk olacağından veya aklının gitmesinden veya hastalığının artmasından veya uzamasından korkacak olursa, oruç tutmayabilir ve tutmuş olduğu orucu bozabilir. Sonradan iyileşince tutamadığı günleri kaza eder. İlerlemesinden korkulan göz ağrısı da böyledir; çünkü bu da bir hastalıktır.
Bununla beraber yalnızca bir kuruntuya bağlı korku yeterli değildir. Ya hastanın tecrübesinden veya görülen belirtilerden dolayı kendisince kuvvetli bir zan bulunmalıdır. Yahut uzman olan Müslüman bir doktor tarafından haber verilmelidir.
Oruç tuttuğu takdirde, böyle hasta olacağı delilden doğan kuvvetli bir zanna veya yetkili Müslüman bir doktorun haberine dayanan sağlam bir kimse de hasta hükmündedir.
Yine, ağır sıtma nöbetine tutulan kimse, henüz sıtma belirmeden orucunu bozacak olsa, bunda bir sakınca yoktur. Fakat gün aşırı sıtmaya tutulan kimse, belli günde sıtmanın geri dönmesi sebebiyle kendisini zayıf düşüreceğini düşünerek orucunu bozduğu halde, sıtma meydana çıkmamış olsa, kendisine keffaret gerekmez.
3. Düşmanla cihad: Ramazan'da dümanla savacak bir İslâm mücahidi, düşman karşısında zayıf düşeceğinden korkarsa, oruç tutmayabilir. Sonra savaş yapılmasa da yine kendisine kazadan başka bir şey gerekmez.
4. Zorlama (ikrah) hali: Hayata tesir edecek veya bir uzvun (organın) telef olmasına sebebiyet verecek şekilde bir zorlamadan dolayı oruç açılabilir, bu caizdir. Bununla beraber yolcu veya hasta bulunmayan bir kimse, böyle bir zorlamaya rağmen Ramazan orucunu bozmaz da zulmen öldürülürse günahkâr olmaz, daha büyük bir sevab kazanır ve dindeki sağlamlığını göstermiş olur. Fakat yolcu veya hasta olan kimse, bu zorlamaya rağmen orucunu açmaz da öldürülecek olursa, günaha girmiş olur. Çünkü bunlar için aslında oruçlarını açma izni dinde vardır. Bir ruhsattan zorlanma halinde yararlanmak doğru olmaz.
5. Şiddetli açlık ve susuzluk: Oruçlu bir kimse açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk olmasından veya aklına bir noksanlık gelmesinden bir tercübeye ve belirtiye veya Müslüman bir doktorun haberine dayanarak korkarsa, orucunu sonra kaza etmek şartı ile bozabilir.
Sürecek...Ömer Nasuhi Bilmen-Büyük İslam İlmihali
Lâtifeler
İstanbul kadısı her gün olduğu gibi yine bir gün evinden çıkıp din hükümlerini tatbik ile doğruyu yanlıştan ayırmak için mahkemesine gider. Mahkemesine varınca orada hazır bulunanlardan her kim varsa efendiyi tâzim, tekrîm ve hürmetle karşılarlar. Bu ara abdallardan bir torlak bir köşede şaşkın ve dalgın oturmuştur. Kadıyı karşıdan görünce:
-Zebâniler başı geliyor ha! der.
Bu söz efendinin kulağına gider. Dervişi önüne çağırıp:
-Bre Bektaşi dervişi, ben Hak Teâlâ'nın emrini icrâ ederim, sen bana neden zebâniler başı dedin? der. Derviş:
-Ya Sultanım, zebâniler şeytanın emrini mi icra ederler? Onların yaptıkları da Allah'ın buyruğu değil midir?
***
ŞİİR
Gücün yeterse ger hak ve bana hak
Tapundan olmasun rencîde bir mûr
Dil incitmeksizin âmirliğ eyle
Kul olan lâyIk oldur k'ola me'mûr
Ayağ altında mûr olur çü yarın
Bugün olmak ne assı dehre Tîmur
(Eğer gücün yeterse bana hak ver; huzurundan bir karınca bile incinmesin.
Gönül incitmeden âmirlik yap, kul olan kendisine verileni yapandır.
Bugün dünyaya Tîmur olmaktan ne fayda var? Yarın karıncanın ayağı altında kalacak olduktan sonra).Lamiizâde Abdullah Çelebi
Gönül DostlarıMevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp, dünya ve ahirette kurtuluşa ermeleri için çalışmaya başladığı günlerde, Bağdât Vâlisi Saîd Paşa, ziyâretlerine geldi. Birçok alimin sessiz, başları önüne eğik, hizmetçiler gibi edeble huzurunda oturmuş olduklarını gördü. Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin heybetini görünce, diz çöküp titremeye başladı. Mevlânâ Hâlid'in celâl hâli gidince, Saîd Paşa'nın titremesi geçti ve dua istedi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ona duâ edip; "Kıyâmette, herkes kendi nefsinden suâl olunur. Sen ise nefsinden yâni kendinden ve emrin altında olanların hepsinden suâl olunursun. Hak teâlâdan kork! Çünkü, senin için önünde öyle bir gün vardır ki, o günün korku ve dehşetinden evlâdına süt veren analar, evlâdını unuturlar. Hâmile olanlar, korkudan vakitsiz doğururlar. İnsanları sarhoş görürsün. Onlar sarhoş değil, ancak Allah-ü Teâlâ'nın azabı çok şiddetlidir" deyip, nasîhat buyurunca, Saîd Paşa yine titremeye başladı ve yüksek sesle ağladı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri bir müddet Bağdât'ta kalıp İslâmiyeti anlattıktan sonra memleketi olan Süleymâniye'ye döndü. Orada kendisi için bir dergâh inşâ edildi. Bu dergâhta insanlara vâz ve nasîhat edip talebe yetiştirdi.
Süleymâniye'deyken, Berzencîler'den silâhlı iki yüz kişi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin öldürülmesine karar verdiler. Cumâ günü, silahlı olarak mescidin dış kapısında beklemeye başladıktan sonra, bütün halk câmiden dışarı çıktı. Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, her zaman câmiden en son çıkardı. Dışarı çıkanlar bu silâhlı kişilerin Mevlânâ Hâlid Hazretlerine kötülük yapmak niyetinde olduklarını anladılar. Mevlânâ Hâlid Hazretleri, mescidin kapısından çıkıp, bu silahlı ve kötü niyetli kimselere heybetli bir nazarla bakınca kalblerinde müthiş bir korku hâsıl oldu. Öldürmek için gelenlerden bazısı nâra atarak kaçıştı, bâzılar da yüzüstü düşerek perişan oldu. Bundan sonra, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri ile bütün talebeleri, hiçbir şey olmamış gibi, Cennet misâli olan hânekâha gittiler. Kaçan bu düşmanların çoğu; "Mevlânâ câmiden çıkınca, onun omuzlarında heybetli bir arslanın ağzını açmış, üzerimize atlamak üzere olduğunu gördük. O anda aklımız başımızdan gitti, kaçacak yer bulamadık" dediler.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Bağdât'ta ilimle ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgûl olduğu sırada, ona hased eden inkârcılardan birisi Bağdât Vâlisi Saîd Paşa'ya bir mektup yazarak Mevlânâ Hâlid Hazretlerini şikâyet etti. Mektup yalan ve iftirâlarla doluydu. Hattâ Mevlânâ Hâlid Hazretleri küfürle ithâm ediliyordu. Mektûbu okuyan vâli, sinirlenerek mektubu yere çarptı ve; "Sübhânallah! Eğer Hazret-i Şeyh Hâlid de Müslüman değilse, Müslüman kimdir? Bu mektubu yazan ya delidir veya Allah-ü Teâlâ onun basiret gözünü kör etmiştir. Bunun sebebi de o kimsedeki aşırı haseddir. Allah'a sığınırız, Allah'a sığınırız" dedi.
Bağdat'taki alimlere bu mektuba bir reddiye yazılmasını emretti. Halle Müftüsü Muhammed Efendi bu mektuba bir reddiye yazarak bozuk fikirlerini çürüttü. Bu mektubu Bağdât alimleri de tasdik ettiler. Daha sonra hatâ ettiğini anlayan iftirâcı iddiâlarından vazgeçip Mevlânâ Hâlid Hazretlerinden özür diledi ve affedildi.
Ramazan Sofrası
KALBURABASTI
(4 Kişilik)
Malzeme : 250 gr. un, 10 gr. maya, 50 gr. irmik, 2 ad. yumurta, 125 gr. margarin, 100 gr. pudra şekeri, 100 gr. yoğurt. Şurubu: 1,5 kg. tozşeker, 1 kg. su kaynatılır.
Tarif: Un elenip havuz gibi açılır, içine diğer malzemeler konup, iyice yoğrulur. Hazırlanan hamur ceviz büyüklüğünde parçalar halinde yuvarlanıp, kalburda şekillendirilir. Fritöz içindeki 500 gr. sıvıyağda kızarttıktan sonra, bir tepsi içinde hazır olan şurubu soğuk olarak verilerek bekletilir.