(dünden devam…)
İmam Hasan'ın (a.s.) sergilediği uzlaşıcı ve sulhtan yana tavrı sadece ona özgü değildir. Resulüllah (s.a.v.) de bi'setin ilk yıllarında Mekke'de bulunduğu son anlara kadar ve yine zahiren Medine'ye girişinin ikinci yılına kadar müşriklere karşı uzlaşıcı tavırlar sergilemiştir, müşrikler tarafından her ne kadar eziyet ve işkenceye maruz kaldıysa, hatta birçok Müslüman işkence altında öldüyse ve Müslümanlar savaş için izin isteyip, "Bundan kötüsü mü olacak, bundan daha kötü bir şey olamaz" dediyseler de müsaade etmedi. Sadece Hicaz'dan Habeşistan'a hicret etmeleri için izin verdi.
Ancak Hz. Resulüllah Mekke'den Medine'ye hicret edince şu ayet nâzil oluyor: "Zulmedilmelerinden dolayı savaşanlara izin verildi. Allah'ın onlara zafer vermeye gücü yeter." (Hac, 39) Kısacası, işkence ve zulme maruz kalanlara savaşmaları için izin ancak koşullar müsait olduğu zaman verilmiştir.
İslam dini, savaş dini midir, barış dini mi? Eğer barış diniyse sonuna kadar bu metodu sürdürmeleri ve esasen savaşın dinde bir yeri yoktur; dinin işi sadece davet etmektir; ilerleyebildiği kadar böyle ilerlemeli, ilerleyemediği yerde de durmalıdır demeleri gerekirdi. Fakat eğer İslam savaş diniyse, o hâlde Mekke'de bulundukları on üç yıl boyunca neden Müslümanlara hatta kendilerini savunmaları için bile izin verilmedi.
Yoksa İslam hem barış dini (Genel anlamda barış; yani savaşmamak) ve hem de savaş dini midir, bazı şartlarda savaşılmaması ve bazı şartlarda ise savaşılması mı gerekiyor?
Yine Resûlullah'ın (s.a.v.) Medine'de bazı şartlarda müşriklerle veya yahudi ve hıristiyanlarla savaştığını ve bazen de müşriklerle barış yaptığını görmekteyiz.
Nitekim Hz. Resûlullah Hudeybiye'de en azılı düşmanı olan Mekke müşrikleriyle neredeyse ashabın tümünün istememesine rağmen barış antlaşması yapmıştır. Yine Medine'de yahudilerle birbirlerine taarruz etmemek üzere antlaşma imzalamıştır. Bunun nedeni nedir?
Öte yandan Emirü'l-Mü'minin Ali'nin (a.s.) bir yerde savaştığını, başka bir yerde ise savaşmadığını (ve kendi tabiriyle, "Gözde diken, boğazda kemik varmışçasına" sabrettiğini) görmekteyiz.
Resûlullah'tan (s.a.v.) sonra hilafet meselesi söz konusu olunca ve hilâfeti başkaları sahiplenince Ali (a.s.) savaşmıyor; kılıca sarılmıyor ve ben savaşmamak üzere görevlendirildim; savaşmamam gerekir diyor. Diğerlerinden her ne kadar sertlik ve kabalık da görse yumuşak davranıyor.
Öyle ki bir ara Hz. Zehra'nın şu itirazıyla karşılaşıyor: "Nedir bu hâlin ey Ebu Tâlib oğlu?! Neden anne rahmindeki bebek gibi el ve ayağını kucaklayıp bir köşeye çekilmiş dışarı çıkmaktan mahcubiyet duyan sanıklar gibi evde oturmuşsun! Savaş meydanlarında aslanlar senin önünden kaçarlardı.
Şimdi bu çakallar sana musallat olmuşlar! Neden?" (İhticac-i Tabersî, c.1, s.107) Bunun üzerine Hz. Ali (a.s.), orada o zaman vazifem o idi, şimdi ise budur, şeklinde cevap veriyor.
(devam edecek..)
- Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağı / 24.10.2024
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-II / 10.12.2020
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-I / 09.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-VI / 08.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-V / 07.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-IV / 04.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-III / 03.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-II / 02.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-I / 01.12.2020