Tebliğ hakkı ve hürriyeti
Bugün Filistin'de Müslümanlara zulüm yapan Yahudiler, 15. asrın sonunda İspanya'dan sürüldüklerinde, onlara Osmanlılar sahip çıkmış ve onları inançlarında hür ve huzur içinde yaşatmıştır. İnsanlık bunu unutsa da tarih unutmamaktadır.
Batılıların tarihi hep, inançlara müdahale etmek ve inanç hürriyetlerini kısıtlamakla doludur. Konstantin, Yahudilerin kulaklarının kesilip sonra da çeşitli ülkelere sürgüne gönderilmelerini emretmişti. Yine 5. asırda Roma İmparatoru, Yahudilerin sığınaklarının, ibadethânelerinin yıkılmasını emretti. Onları ibadetten menetti. Mallarından, herhangi birine yapacakları vasiyeti geçersiz saydı. Davalarının haklılığında delil getirmeye kalkıştıklarında, mallarını yağmalattı.
Nitekim Roma İmparatoru, ülkesinde ne kadar Yahudi varsa hepsini işkenceye tâbi tuttu. Diğer devletler de, ülkelerindeki Yahudilere zulm ve işkence yapılmasını da ayrıca istemişti. Daha sonra Yahudiler, İspanya'da şu üç şarttan birini kabul etmeye mecbur edildiler: Hıristiyanlığı kabul edecekler, şayet kabul etmezlerse hapsedileceklerdi. Ondan da yüz çevirecek olurlarsa o zaman vatanlarından sürgün edileceklerdir. Vatanlarından sürgün edilenlere de Osmanlılar sahip çıkmıştır. Bu da, Müslümanların din ve vicdan hürriyetlerine gösterdikleri müsamahanın en güzel örneğidir.Katoliklerin çıkardığı kanunlardan bir tanesi de şudur: "Bir Yahudi ile yemek yemek caiz değildir. Çocukları Hristiyan terbiyesi üzerine yetiştirmek için onlardan uzak tutmak şarttır". Batılıların bu anlayışı hâlâ devam etmektedir. Bu bâtıl inançtan dolayıdır ki, bugün Bosna-Hersek'te tarihin en korkunç ve iğrenç vahşetini yapmaktadırlar.
Resûlullah'ın insanları dinlerinde serbest bırakması, onları zorla dine çekmeye çalışmaması, O'nun peygamberliğine en büyük delildir. âlemde makul olan tek savaş varsa, o da Peygamberlerin savaşıdır. Çünkü beşeriyetin huzur bulması Allah'ın kanunlarının hayata hakim olmasıyla mümkündür.
"Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz? Risaletimi tebliğ ettim mi, vazifemi yaptım mı?" diyerek, hakkı tebliğine ve vazifesini yerine getirdiğine dair insanları şahit tutuyor. Bu; doğruyu yayma, mesuliyeti hissetme ve vazifeye sahip çıkmanın eşsiz örneğidir.
Tebliği'de estetiği kuşanarak çağın huzuruna çıkmak
Bugün üzerinde durulan mevzuların en mühimi davet metedodur. Zira bu mevzu yüzünden gerek iç gerekse dış uyumsuzluklar zuhur etmiş,mü'minler haklı veya haksız birbirine husumet etmeye başlamışlardır. Mü'minler kardeş olmaları gerekirken birbirlerine bu denli muhalefet etmeleri büyük bir hata veya yanlış olsa gerektir. Bu yanlış o kadar büyük boyutlara vardı ki, metod farklılığından dolayı ortaya çıkan bazı teferruat tonları sanki kıble ayrılığı gibi telâkki edilmiş, neticede bazan mü'minler birbirlerini tekfir etme gibi büyük bir yanlışın içine saplandıkları bile olmuştur, olmaktadır. O halde asıl dava nedir? Bize kalırsa asıl mesele yapılan hizmetlerde bir takım medot farklılıklarının oluşudur. Bu farklılıklar, telâkkilere göre maalesef bu büyük yanlışları vücuda getirmiştir. Şimdi yapıllması gereken iş şu olmalıdır: İslâm davetinin temeline inilmeli hep beraber bu temelden mühlem olarak hareket edilmelidir.
Bugün Filistin'de Müslümanlara zulüm yapan Yahudiler, 15. asrın sonunda İspanya'dan sürüldüklerinde, onlara Osmanlılar sahip çıkmış ve onları inançlarında hür ve huzur içinde yaşatmıştır. İnsanlık bunu unutsa da tarih unutmamaktadır.
Batılıların tarihi hep, inançlara müdahale etmek ve inanç hürriyetlerini kısıtlamakla doludur. Konstantin, Yahudilerin kulaklarının kesilip sonra da çeşitli ülkelere sürgüne gönderilmelerini emretmişti. Yine 5. asırda Roma İmparatoru, Yahudilerin sığınaklarının, ibadethânelerinin yıkılmasını emretti. Onları ibadetten menetti. Mallarından, herhangi birine yapacakları vasiyeti geçersiz saydı. Davalarının haklılığında delil getirmeye kalkıştıklarında, mallarını yağmalattı.
Nitekim Roma İmparatoru, ülkesinde ne kadar Yahudi varsa hepsini işkenceye tâbi tuttu. Diğer devletler de, ülkelerindeki Yahudilere zulm ve işkence yapılmasını da ayrıca istemişti. Daha sonra Yahudiler, İspanya'da şu üç şarttan birini kabul etmeye mecbur edildiler: Hıristiyanlığı kabul edecekler, şayet kabul etmezlerse hapsedileceklerdi. Ondan da yüz çevirecek olurlarsa o zaman vatanlarından sürgün edileceklerdir. Vatanlarından sürgün edilenlere de Osmanlılar sahip çıkmıştır. Bu da, Müslümanların din ve vicdan hürriyetlerine gösterdikleri müsamahanın en güzel örneğidir.Katoliklerin çıkardığı kanunlardan bir tanesi de şudur: "Bir Yahudi ile yemek yemek caiz değildir. Çocukları Hristiyan terbiyesi üzerine yetiştirmek için onlardan uzak tutmak şarttır". Batılıların bu anlayışı hâlâ devam etmektedir. Bu bâtıl inançtan dolayıdır ki, bugün Bosna-Hersek'te tarihin en korkunç ve iğrenç vahşetini yapmaktadırlar.
Resûlullah'ın insanları dinlerinde serbest bırakması, onları zorla dine çekmeye çalışmaması, O'nun peygamberliğine en büyük delildir. âlemde makul olan tek savaş varsa, o da Peygamberlerin savaşıdır. Çünkü beşeriyetin huzur bulması Allah'ın kanunlarının hayata hakim olmasıyla mümkündür.
"Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz? Risaletimi tebliğ ettim mi, vazifemi yaptım mı?" diyerek, hakkı tebliğine ve vazifesini yerine getirdiğine dair insanları şahit tutuyor. Bu; doğruyu yayma, mesuliyeti hissetme ve vazifeye sahip çıkmanın eşsiz örneğidir.
Tebliği'de estetiği kuşanarak çağın huzuruna çıkmak
Bugün üzerinde durulan mevzuların en mühimi davet metedodur. Zira bu mevzu yüzünden gerek iç gerekse dış uyumsuzluklar zuhur etmiş,mü'minler haklı veya haksız birbirine husumet etmeye başlamışlardır. Mü'minler kardeş olmaları gerekirken birbirlerine bu denli muhalefet etmeleri büyük bir hata veya yanlış olsa gerektir. Bu yanlış o kadar büyük boyutlara vardı ki, metod farklılığından dolayı ortaya çıkan bazı teferruat tonları sanki kıble ayrılığı gibi telâkki edilmiş, neticede bazan mü'minler birbirlerini tekfir etme gibi büyük bir yanlışın içine saplandıkları bile olmuştur, olmaktadır. O halde asıl dava nedir? Bize kalırsa asıl mesele yapılan hizmetlerde bir takım medot farklılıklarının oluşudur. Bu farklılıklar, telâkkilere göre maalesef bu büyük yanlışları vücuda getirmiştir. Şimdi yapıllması gereken iş şu olmalıdır: İslâm davetinin temeline inilmeli hep beraber bu temelden mühlem olarak hareket edilmelidir.