Bir ülkenin en büyük değeri yetişmiş insanıdır. Yetişmiş insan varsa, tabii kaynakların ve zenginliklerin bir değeri olur. Aksi halde, hepsi ya atıl bir şekilde kalır, ya da sömürücülerin eline geçer. Milletlerin çapı, yetiştirdiği insanların kalitesiyle ölçülür. Eğitim-öğretimin amacı da budur, yani faydalı, yararlı, önder ve örnek insan yetiştirmektir. Bir başka deyişle, ilim adamları milletlerin sigortasıdır. İlimlerin en üstünü de siyaset ilmidir. İmam Gazali, “siyaset ilmi, diğer ilimlerin aramadığı kemali aradığı için diğer ilimleri kendine hizmet ettirir” der. Ancak, burada şu ayırımı yapmamız gerekmektedir: Sözünü ettiğimiz siyaset, insanları dünya ve ahirette saadete ulaştıracak yola sevk etme siyasetidir. Bu, ayak oyunları ve entrikalarla yapılan politikadan çok farklıdır, hatta birbirine zıttırlar.
İlmin ve siyasetin önemini bilenler derler ki: “İlimsiz siyaset olmaz. Siyasete yön vermeyen ilim de bir oyundur.” Esasen siyaset ilme tabi olmalıdır. Bugün ise politikaya, siyaset deniliyor ve her şey politikaya, politika da arzu ve heveslere bağlanıyor.
Politika ve bu çeşit uygulaması, Batı medeniyetinin ürünüdür. Batı’yı tanımamak, iyisiyle kötüsüyle inkâr etmek doğru mudur? Cemil Meriç’e göre, “Batı’yı tanımak zorundayız. Evvelâ düşman olarak, sonra da kendimizi tanımak için… Hakikatte hiçbir düşünce düşman değildir, her düşünce kanımıza karıştırılmak, millileştirilmek şartıyla doğrudur.” (Bkz. Sosyoloji Notları, s. 293).
İşte o, millileştirmeyi yapamadığımız için, çift şahsiyetli insanlar yetiştirdik. Bu kişiler, ne Batı medeniyetini, ne İslâm medeniyeti tam olarak anladılar. Tabiri caizse, iki arada bir derede kaldılar.
Hâsılı, Batı medeniyetini taklit etmeye başladığımız günden itibaren, dünya çapında bir ilim adamı yetiştiremedik. Bu gerçeği Batılılar bile gözlemlemişlerdir. William H. McNeill, “Dünya Tarihi” adlı kitabından, “Tanzimat’tan beri Müslümanların dünyaca ünlü bir kişi yetiştiremediğini” söyler. McNeill bunu, Müslümanların, Batı’dan aldıklarını bilgileri ve öğrendiklerini İslâmi değerlerle karşılaştırıp bir temele oturtamamalarına bağlar. Dikkat edilirse, McNeill’in sosyal ilimlerden söz ettiği anlaşılır. Zira dünyayı etkilemek ancak sosyal ilimlerle olur. Fen ve tıp ilimlerinde kendini ispatlamış birçok ilim adamımız vardır, fakat sosyal ilimlerde aynı şeyi söyleyemiyoruz.
Batı’dan aldığımız sosyal ilimleri ve özellikle de ekonomi ilmini mutlak doğru gibi kabul ettik. Ekonomi ilminin, Batı’nın kendi inanç ve ideolojilerinden kaynakladığını hiç gündeme getirmedik. Nihayet, Tanzimat’tan yıllar sonra, McNeill’in dediğinin aksine, istisna kabilinden Prof. Dr. Haydar Baş çıktı. Batı’nın ekonomi ilmini, tanımından başlayarak sorguladı, yargıladı ve çöp sepetine attı. Bu ilim adamımızın ‘Milli Ekonomi Modeli’ ve ‘Sosyal Devlet-Milli Devlet’ kitapları, dünyaca kabul gördü. Birçok uluslararası kongrede fikirleri tartışılan Prof. Dr. Haydar Baş, Rusya Parlamentosu’nda konuşma yapmak ve parlamenterleri bilgilendirmek için davet edildi. Bu, her Türk vatandaşını gururlandıracak bir olaydır. Ama maalesef, medya gereken ilgiyi göstermedi. Göstermemesi normaldir. Çünkü medyanın geneli millilik vasfını kaybetmiştir.
Dünyada kabul gören ilim adamı yetiştirememek büyük bir bahtsızlıktır. Yetişenden faydalanmamak ise ondan daha büyük bahtsızlıktır. Ne yazık ki, Türkiye bu bahtsızlığı yaşamaktadır. Böylesi bir olaya sessiz kalan, ama hiçbir değeri olmayan konularda heyecan duyan medyaya bakınca, insanın aklına Yahudilerin Siyon protokollerindeki şu cümleler geliyor: “Bazıları başarı heyecanına ve alkışlanmaya susamışlardır. Biz de onları bol bol alkışlarız, cimrilik etmeyiz. Onlara başarıya ulaşmaları için imkân tanırız. Bu gösteriş budalaları farkında olmadan, bizim fikirlerimizi kendi fikirleriymiş gibi benimser ve yaymaya çalışırlar.”
“Başarıya ulaşmaları için imkân tanırız” sözünden gerçek bir başarı anlaşılmamalı. Burada “başarı” denilen şey, medyada yer almak ve kuru bir şöhrete sahip olmaktır. Gerçek başarı ise Prof. Dr. Haydar Baş’ın yaptıklarıdır, medya
göstermese de…
İlmin ve siyasetin önemini bilenler derler ki: “İlimsiz siyaset olmaz. Siyasete yön vermeyen ilim de bir oyundur.” Esasen siyaset ilme tabi olmalıdır. Bugün ise politikaya, siyaset deniliyor ve her şey politikaya, politika da arzu ve heveslere bağlanıyor.
Politika ve bu çeşit uygulaması, Batı medeniyetinin ürünüdür. Batı’yı tanımamak, iyisiyle kötüsüyle inkâr etmek doğru mudur? Cemil Meriç’e göre, “Batı’yı tanımak zorundayız. Evvelâ düşman olarak, sonra da kendimizi tanımak için… Hakikatte hiçbir düşünce düşman değildir, her düşünce kanımıza karıştırılmak, millileştirilmek şartıyla doğrudur.” (Bkz. Sosyoloji Notları, s. 293).
İşte o, millileştirmeyi yapamadığımız için, çift şahsiyetli insanlar yetiştirdik. Bu kişiler, ne Batı medeniyetini, ne İslâm medeniyeti tam olarak anladılar. Tabiri caizse, iki arada bir derede kaldılar.
Hâsılı, Batı medeniyetini taklit etmeye başladığımız günden itibaren, dünya çapında bir ilim adamı yetiştiremedik. Bu gerçeği Batılılar bile gözlemlemişlerdir. William H. McNeill, “Dünya Tarihi” adlı kitabından, “Tanzimat’tan beri Müslümanların dünyaca ünlü bir kişi yetiştiremediğini” söyler. McNeill bunu, Müslümanların, Batı’dan aldıklarını bilgileri ve öğrendiklerini İslâmi değerlerle karşılaştırıp bir temele oturtamamalarına bağlar. Dikkat edilirse, McNeill’in sosyal ilimlerden söz ettiği anlaşılır. Zira dünyayı etkilemek ancak sosyal ilimlerle olur. Fen ve tıp ilimlerinde kendini ispatlamış birçok ilim adamımız vardır, fakat sosyal ilimlerde aynı şeyi söyleyemiyoruz.
Batı’dan aldığımız sosyal ilimleri ve özellikle de ekonomi ilmini mutlak doğru gibi kabul ettik. Ekonomi ilminin, Batı’nın kendi inanç ve ideolojilerinden kaynakladığını hiç gündeme getirmedik. Nihayet, Tanzimat’tan yıllar sonra, McNeill’in dediğinin aksine, istisna kabilinden Prof. Dr. Haydar Baş çıktı. Batı’nın ekonomi ilmini, tanımından başlayarak sorguladı, yargıladı ve çöp sepetine attı. Bu ilim adamımızın ‘Milli Ekonomi Modeli’ ve ‘Sosyal Devlet-Milli Devlet’ kitapları, dünyaca kabul gördü. Birçok uluslararası kongrede fikirleri tartışılan Prof. Dr. Haydar Baş, Rusya Parlamentosu’nda konuşma yapmak ve parlamenterleri bilgilendirmek için davet edildi. Bu, her Türk vatandaşını gururlandıracak bir olaydır. Ama maalesef, medya gereken ilgiyi göstermedi. Göstermemesi normaldir. Çünkü medyanın geneli millilik vasfını kaybetmiştir.
Dünyada kabul gören ilim adamı yetiştirememek büyük bir bahtsızlıktır. Yetişenden faydalanmamak ise ondan daha büyük bahtsızlıktır. Ne yazık ki, Türkiye bu bahtsızlığı yaşamaktadır. Böylesi bir olaya sessiz kalan, ama hiçbir değeri olmayan konularda heyecan duyan medyaya bakınca, insanın aklına Yahudilerin Siyon protokollerindeki şu cümleler geliyor: “Bazıları başarı heyecanına ve alkışlanmaya susamışlardır. Biz de onları bol bol alkışlarız, cimrilik etmeyiz. Onlara başarıya ulaşmaları için imkân tanırız. Bu gösteriş budalaları farkında olmadan, bizim fikirlerimizi kendi fikirleriymiş gibi benimser ve yaymaya çalışırlar.”
“Başarıya ulaşmaları için imkân tanırız” sözünden gerçek bir başarı anlaşılmamalı. Burada “başarı” denilen şey, medyada yer almak ve kuru bir şöhrete sahip olmaktır. Gerçek başarı ise Prof. Dr. Haydar Baş’ın yaptıklarıdır, medya
göstermese de…
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018