İmam Ali’den sözler -15-
Resulullah (s.a.a)'in cesaret ve yiğitliği hakkında buyurmuştur. "Korku (tandırı) kızışınca, kendimizi Resulullah ile koruyorduk. Bizden hiç kimse düşmana, Peygamber (s.a.a)'den daha yakın değildi
07.08.2025 00:04:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Resulullah (s.a.a)'in cesaret ve yiğitliği hakkında buyurmuştur. "Korku (tandırı) kızışınca, kendimizi Resulullah ile koruyorduk. Bizden hiç kimse düşmana, Peygamber (s.a.a)'den daha yakın değildi."
Hz. Ali (a.s), Muaviye'nin adamlarının Enbar'ı yağmaladıklarını duyduğunda, kendisi yaya olarak Küfe'den dışarı çıkıp Nuhayle'ye geldi.
Halk ona yetişip; "Ey Mü'minlerin Emiri, biz onlara karşı sana yeteriz'' deyince şöyle buyurdu:
"Kendiniz, bana yetmiyorsunuz, başkalarına karşı bana nasıl yeteceksiniz! Halk, benden önce idarecilerin zulmünden şikâyet ederdi; ben ise bugün idarem altındakilerin zulmünden şikâyetçiyim. Sanki idare edilen benim de idare eden onlar; emredilen benim de emreden onlar!"
Bu arada ashabından iki kişi huzuruna gelerek onlardan biri: "Ben ancak kendime ve kardeşime malikim. Ey Mü'minlerin Emiri, emret emrini yerim getirelim" dedi, İmam (a.s) da;) "İstediğim şey ikinizle nasıl gerçekleşir!" buyurdu.
Haris b. Huvt İmam (a.s)'ın yanına gelerek; "Benim Cemel ashabını sapık olarak bildiğimi mi zannediyorsun?" dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Ey Haris, sen kendi altına baktın, üstüne değil. Bu yüzden de şaşırıp kaldın. Sen hakkı tanımamışsın ki ehlini tanıyasın; batılı tanımamışsın ki ona yöneleni tanıyasın!"
Haris; "O halde ben Said b. Malik ve Abdullah b. Ömer'le birlikte savaştan el çekiyoruz" dediğinde de şöyle buyurdu: "Şüphesiz Said ve Abdullah b. Ömer hakka yardım etmeyip batılı da terk etmediler."
"Sultanın arkadaşı aslana binen kimse gibidir; başkaları onu gıpta ederken, o ne kadar tehlikeli yerde olduğunu bilir."
"İnsanların geride bıraktıklarına (evlatlarına) iyilik edin ki, sizin de geride bıraktıklarınızı korusunlar."
"Hekimlerin sözleri doğru olursa derman, hata olursa derttir."
Bir adam; 'iman nedir?" diye sorduğunda şöyle buyurdu: "Yarın gel de insanların yanında söyleyeyim. Eğer sözümü unutursan diğerleri onu senin için ezberler. Söz ürken bir av gibidir; biri onu kapar, diğeri ise kaybeder."
"Ey Âdemoğlu, daha gelmemiş gününün rızık endişesini, gelmiş olan bu gününe yükleme. Eğer gelmemiş gün ömründense Allah rızkını ulaştırır."
"Dostunu ihtiyatla sev; çünkü bir gün düşmanın olabilir; düşmanına da teenni ile (düşünerek) düşman ol; çünkü bir gün dostun olabilir."
"İnsanlar dünyada amel açısından iki kısımdır: Birisi dünyada dünya için çalışır ve dünya onu ahiretten alı koyar. O geride bırakacaklarının fakirliğinden korkar, ama kendisinin (kıyamet gününün) fakirliğinden güvendedir, böylece ömrünü başkalarının menfaati için geçirir.
Diğeri ise dünyadan sonrası için amel eder, kendini zahmete atmadan dünyadaki nasibi kendisine gelir, böylece her iki nasibini de elde eder, her iki dünyaya sahip olur, Allah katında değer kazanır ve Allah'tan istediği hiçbir haceti geri çevrilmez."
Ömer b. Hattab'ın hükümeti döneminde Kâbe'nin ziynet eşyalarının çoğaldığı söylendi. Bir grup; "Onları İslam ordusu için harca, bunun sevabı daha çoktur; Kâbe'nin ziynete ne ihtiyacı nardır?" dediler.
Ömer onların önerisini uygulamak istedi. Bu iş hakkında Hz. Ali (a.s)'ın da görüşünü almak istediğinde Hz. Ali şöyle buyurdu:
"Kur'an Peygambere nazil olduğu zaman, mallar dört kısımdı: Biri Müslümanların malıydı ki onu varisleri arasında miras hükümlerince dağıttı.
İkincisi savaş ganimetleriydi ki onu da müstahak olanlara taksim etti.
Üçüncüsü humustu ki onu da Allah istediği yerde karar kıldı.
Dördüncüsü de sadakalardı ki Allah onu da kendi yerinde karar kıldı.
O gün de Kâbe'nin ziynet eşyaları vardı, Allah onu olduğu şekilde bıraktı, unutarak terk etmedi, yeri de Allah'a gizli değildi. O halde sen de onu, Allah'ın ve Resulünün karar kıldığı yerde bırak." (Neh'cul Belağa'dan)
Hz. Ali (a.s), Muaviye'nin adamlarının Enbar'ı yağmaladıklarını duyduğunda, kendisi yaya olarak Küfe'den dışarı çıkıp Nuhayle'ye geldi.
Halk ona yetişip; "Ey Mü'minlerin Emiri, biz onlara karşı sana yeteriz'' deyince şöyle buyurdu:
"Kendiniz, bana yetmiyorsunuz, başkalarına karşı bana nasıl yeteceksiniz! Halk, benden önce idarecilerin zulmünden şikâyet ederdi; ben ise bugün idarem altındakilerin zulmünden şikâyetçiyim. Sanki idare edilen benim de idare eden onlar; emredilen benim de emreden onlar!"
Bu arada ashabından iki kişi huzuruna gelerek onlardan biri: "Ben ancak kendime ve kardeşime malikim. Ey Mü'minlerin Emiri, emret emrini yerim getirelim" dedi, İmam (a.s) da;) "İstediğim şey ikinizle nasıl gerçekleşir!" buyurdu.
Haris b. Huvt İmam (a.s)'ın yanına gelerek; "Benim Cemel ashabını sapık olarak bildiğimi mi zannediyorsun?" dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Ey Haris, sen kendi altına baktın, üstüne değil. Bu yüzden de şaşırıp kaldın. Sen hakkı tanımamışsın ki ehlini tanıyasın; batılı tanımamışsın ki ona yöneleni tanıyasın!"
Haris; "O halde ben Said b. Malik ve Abdullah b. Ömer'le birlikte savaştan el çekiyoruz" dediğinde de şöyle buyurdu: "Şüphesiz Said ve Abdullah b. Ömer hakka yardım etmeyip batılı da terk etmediler."
"Sultanın arkadaşı aslana binen kimse gibidir; başkaları onu gıpta ederken, o ne kadar tehlikeli yerde olduğunu bilir."
"İnsanların geride bıraktıklarına (evlatlarına) iyilik edin ki, sizin de geride bıraktıklarınızı korusunlar."
"Hekimlerin sözleri doğru olursa derman, hata olursa derttir."
Bir adam; 'iman nedir?" diye sorduğunda şöyle buyurdu: "Yarın gel de insanların yanında söyleyeyim. Eğer sözümü unutursan diğerleri onu senin için ezberler. Söz ürken bir av gibidir; biri onu kapar, diğeri ise kaybeder."
"Ey Âdemoğlu, daha gelmemiş gününün rızık endişesini, gelmiş olan bu gününe yükleme. Eğer gelmemiş gün ömründense Allah rızkını ulaştırır."
"Dostunu ihtiyatla sev; çünkü bir gün düşmanın olabilir; düşmanına da teenni ile (düşünerek) düşman ol; çünkü bir gün dostun olabilir."
"İnsanlar dünyada amel açısından iki kısımdır: Birisi dünyada dünya için çalışır ve dünya onu ahiretten alı koyar. O geride bırakacaklarının fakirliğinden korkar, ama kendisinin (kıyamet gününün) fakirliğinden güvendedir, böylece ömrünü başkalarının menfaati için geçirir.
Diğeri ise dünyadan sonrası için amel eder, kendini zahmete atmadan dünyadaki nasibi kendisine gelir, böylece her iki nasibini de elde eder, her iki dünyaya sahip olur, Allah katında değer kazanır ve Allah'tan istediği hiçbir haceti geri çevrilmez."
Ömer b. Hattab'ın hükümeti döneminde Kâbe'nin ziynet eşyalarının çoğaldığı söylendi. Bir grup; "Onları İslam ordusu için harca, bunun sevabı daha çoktur; Kâbe'nin ziynete ne ihtiyacı nardır?" dediler.
Ömer onların önerisini uygulamak istedi. Bu iş hakkında Hz. Ali (a.s)'ın da görüşünü almak istediğinde Hz. Ali şöyle buyurdu:
"Kur'an Peygambere nazil olduğu zaman, mallar dört kısımdı: Biri Müslümanların malıydı ki onu varisleri arasında miras hükümlerince dağıttı.
İkincisi savaş ganimetleriydi ki onu da müstahak olanlara taksim etti.
Üçüncüsü humustu ki onu da Allah istediği yerde karar kıldı.
Dördüncüsü de sadakalardı ki Allah onu da kendi yerinde karar kıldı.
O gün de Kâbe'nin ziynet eşyaları vardı, Allah onu olduğu şekilde bıraktı, unutarak terk etmedi, yeri de Allah'a gizli değildi. O halde sen de onu, Allah'ın ve Resulünün karar kıldığı yerde bırak." (Neh'cul Belağa'dan)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.