İmam Muhammed Takî (a.s.) zamanında kültürel hayat
Bu çağdaki kültürel hayat, kesin olarak İslam tarihinin bütün dönemlerinin en parlak olgularından kabul edilmiştir. Kültür hareketi son derece gelişmişti
28.04.2024 18:09:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Bu çağdaki kültürel hayat, kesin olarak İslam tarihinin bütün dönemlerinin en parlak olgularından kabul edilmiştir. Kültür hareketi son derece gelişmişti.
İlmî faaliyetler geniş bir alana yayılmıştı. Eğitim kurumların açılmış, ilim halkaları her tarafa yayılmıştı. İnsanlar büyük bir iştiyakla ilme yönelmişlerdi.
Tarihçi Nicholson bu dönem hakkında şöyle der: "Abbâsî Devleti'nin sınırlarının genişliği, zenginlik kaynaklarının bolluğu ve ticarî hayatın canlılığı kültürel uyanışın, daha önce doğuda tanık olunmamış bir şekilde gerçekleşmesi üzerinde büyük bir etki oynamıştı.
Öyle ki, halifeden tutun toplumun en alt katmanlardaki sıradan herhangi bir insana kadar herkesin sürpriz sayılabilecek şekilde ilim öğrenmekte olduğu veya en azından edebiyata meyilli olduğu görülebilirdi.
Abbâsîler zamanında insanlar, ilim ve irfan kaynaklarına ulaşmak ve edindikleri bilgileri memleketlerine aktarmak maksadıyla üç kıtayı dolaşırlardı.
Tıpkı bal arısı gibi, her çiçekten öz alarak ilim talebelerine, ilim âşıklarına aktarıyorlardı.
Sonra da bu ilimleri kesintisiz bir sürecin belirtisi olarak tasnif etme işine koyulurlardı. Ki bu tasnifleri ansiklopedilere benzetmek mümkündür. Hiç kuşkusuz çağdaş bilgilerin, önceden tahmin edilmeyecek şekilde bizim elimize ulaşmasında, bu çalışmaların büyük bir etkisi vardır."
KÜLTÜR MERKEZLERİ
İmam Muhammed Takî (a.s.) zamanındaki kültür merkezlerini şöyle sıralamak mümkündür:
1- Medine: O dönemin en önemli kültür merkezlerinden biri Medine'ydi. Ehl-i Beyt (selâm üzerlerine olsun) medresesi burada şekillenmişti.
Ehl-i Beyt hadislerini tedvin etmek için gecelerini gündüzlerine katan gözde fakihler ve râviler bu medresenin müdâvimleriydiler.
İslam'ın ruhunu ve özünü temsil eden fıkha dâir konusal hadislerin tedvininde büyük bir özen gösteriyorlardı.
Yine Medine'de tâbiin medresesinin de şekillendiğini görüyoruz. Bu medrese, fıkhın sahabeden alınmasını esas alan bir fıkıh ekolünü temsil ediyordu. Bu ekolün belirgin özelliklerinden biri, herhangi bir mevzuda sahabeden rivâyet edilen bir görüş olmadığı durumlarda, kendi ifadeleriyle kişisel görüş ve kıyas yöntemine başvurmaktı.
2- Kûfe: Kûfe, önem bakımından Medine'den sonra gelir. Şehrin Câmiu'l-A'zam'ı (Büyük Camii), en büyük ilim enstitülerinden, İslamî medreselerden biriydi. Burada birçok ders halkası vardı. Buradaki eğitimin genel özelliği; fıkıh, tefsir ve hadis gibi İslamî ilimlerin okutulmasıydı.
Kûfe, Ehl-i Beyt Ekolü'ne bağlı görüşün etkisindeydi. Şehrin medreseleri Ehl-i Beyt ilmini öğretmeyi esas almışlardı.
Hasan b. Ali el-Veşşa anlatıyor: "Mescidde -Kûfe Mescidi- dokuz yüz şeyhle (üstadla) görüştüm. Hepsi de sözlerine, 'Bana Ca'fer b. Muhammed anlattı' diye başlıyorlardı.
Bu mescidde eğitim gören en önemli ilim aileleri şunlardı: Âl-i Hayyan et-Tağlibî, Âl-i A'yen, Benî Atiyye ve Derrac ailesi...
Kûfe medresesinde etkin olan ilim dalı sadece fıkıh değildi. Nahiv de önemli bir yer tutuyordu burada. Kûfe'de nahivciler medresesi kurulmuştu. Bu medresenin en belirgin simaı, Halife Hârun Reşid'in, oğlu Emin ve Me'mun'u eğitmekle görevlendirdiği Ki- saî'dir. Bu arada vurgulamakta yarar vardır ki, insanı dili yanlış kullanmaktan koruyan bu ilmin kurucusu, kâidelerinin ve usullerinin belirleyicisi İmam Emîrü'l-Mü'minîn Ali'dir (üzerine selâm olsun).
3- Basra: Nahiv ilminin önemli merkezlerinden biriydi. Basra medresesinin temelini atan kişi, Emîrü'l-Mü'minîn Ali'nin (a.s.) öğrencisi Ebû'l-Esved ed-Duelî'dir.
Bu medrese Kûfe medresesinin rakibiydi. Kûfe nahivcilerinden ayırmak için Basra nahivcilerine "Mantık Ehli" denilmiştir. Bu ilmin sembol simaı da, "el-Kitab"ın müellifi Fars olan Sibeveyh'dir. Adı geçen kitap Arap diline ilişkin kitapların en olgunu, en derinliklisi ve en köklüsüdür.
Debour şöyle der: "Sibeveyh'in kitabını inceleyecek olursak, olgun bir çalışmanın, büyük bir çalışmanın ürünü olduğunu görürüz. Öyle ki, son kuşak âlimler bu kitap hakkında şöyle demişlerdir: Bu eserin, tıpkı İbn Sina'nın el-Kanun adlı eseri gibi birçok âlimin ortak çalışmalarının ürünü olması gerekir.'
Basra, nahiv ilminin adeta meydanı olduğu gibi, tefsir ilminin de medresesi sayılıyordu. Ki bu ilmin en belirgin simaı, Ebû Amr b. A'la idi.
Yine temelleri, Arap dilinde kaleme alınmış ilk sözlük sayılan "el-Ayn" kitabının yazarı el-Halil tarafından atılan aruz ilminin de medresesi sayılırdı.
4- Bağdat: İlim ve kültür faaliyetleriyle parlamıştı. Birçok medrese ve enstitü barındırıyordu. İlimden daha kolay, daha bol bulunan başka bir şey yoktu. Bağdat, diğer İslam merkezleri gibi belli bir ilim dalına has değildi.
Bilakis aklî ve naklî ilimlerin tamamına ve diğer sanatlara ilişkin faaliyetlere rastlamak mümkündü orada. Dönemin en büyük ilim havzasıydı Bağdat. Dünyanın her tarafından ilim ve irfan talebeleri Bağdat'a akın ediyordu.
Gustave Leboun anlatıyor: "Başta Yunanlılar, Farslar, Kıptîler ve Keldanîler'den olmak üzere bütün milletlerden ve dinlerden âlimler, sanatçılar ve edebiyatçılar Bağdat'a geliyorlardı. Burayı bir dünya kültür merkezi hâline getirmişlerdi.
Ebû'l-Ferec, Me'mun hakkında şunları söylüyor: Hekimler (hikmet ehli filozoflar) ile özel toplantılar düzenler, onların ilmî münazaralarına kulak verirdi. İlim ehlinin Allah'ın seçme kulları, gözde mahlûkları olduğunun bilincinde olarak onların müzakerelerinden lezzet alırdı."
Yukarıda işaret ettiğimiz şehirler, o dönemin belli başlı kültür merkezleriydiler." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)
İlmî faaliyetler geniş bir alana yayılmıştı. Eğitim kurumların açılmış, ilim halkaları her tarafa yayılmıştı. İnsanlar büyük bir iştiyakla ilme yönelmişlerdi.
Tarihçi Nicholson bu dönem hakkında şöyle der: "Abbâsî Devleti'nin sınırlarının genişliği, zenginlik kaynaklarının bolluğu ve ticarî hayatın canlılığı kültürel uyanışın, daha önce doğuda tanık olunmamış bir şekilde gerçekleşmesi üzerinde büyük bir etki oynamıştı.
Öyle ki, halifeden tutun toplumun en alt katmanlardaki sıradan herhangi bir insana kadar herkesin sürpriz sayılabilecek şekilde ilim öğrenmekte olduğu veya en azından edebiyata meyilli olduğu görülebilirdi.
Abbâsîler zamanında insanlar, ilim ve irfan kaynaklarına ulaşmak ve edindikleri bilgileri memleketlerine aktarmak maksadıyla üç kıtayı dolaşırlardı.
Tıpkı bal arısı gibi, her çiçekten öz alarak ilim talebelerine, ilim âşıklarına aktarıyorlardı.
Sonra da bu ilimleri kesintisiz bir sürecin belirtisi olarak tasnif etme işine koyulurlardı. Ki bu tasnifleri ansiklopedilere benzetmek mümkündür. Hiç kuşkusuz çağdaş bilgilerin, önceden tahmin edilmeyecek şekilde bizim elimize ulaşmasında, bu çalışmaların büyük bir etkisi vardır."
KÜLTÜR MERKEZLERİ
İmam Muhammed Takî (a.s.) zamanındaki kültür merkezlerini şöyle sıralamak mümkündür:
1- Medine: O dönemin en önemli kültür merkezlerinden biri Medine'ydi. Ehl-i Beyt (selâm üzerlerine olsun) medresesi burada şekillenmişti.
Ehl-i Beyt hadislerini tedvin etmek için gecelerini gündüzlerine katan gözde fakihler ve râviler bu medresenin müdâvimleriydiler.
İslam'ın ruhunu ve özünü temsil eden fıkha dâir konusal hadislerin tedvininde büyük bir özen gösteriyorlardı.
Yine Medine'de tâbiin medresesinin de şekillendiğini görüyoruz. Bu medrese, fıkhın sahabeden alınmasını esas alan bir fıkıh ekolünü temsil ediyordu. Bu ekolün belirgin özelliklerinden biri, herhangi bir mevzuda sahabeden rivâyet edilen bir görüş olmadığı durumlarda, kendi ifadeleriyle kişisel görüş ve kıyas yöntemine başvurmaktı.
2- Kûfe: Kûfe, önem bakımından Medine'den sonra gelir. Şehrin Câmiu'l-A'zam'ı (Büyük Camii), en büyük ilim enstitülerinden, İslamî medreselerden biriydi. Burada birçok ders halkası vardı. Buradaki eğitimin genel özelliği; fıkıh, tefsir ve hadis gibi İslamî ilimlerin okutulmasıydı.
Kûfe, Ehl-i Beyt Ekolü'ne bağlı görüşün etkisindeydi. Şehrin medreseleri Ehl-i Beyt ilmini öğretmeyi esas almışlardı.
Hasan b. Ali el-Veşşa anlatıyor: "Mescidde -Kûfe Mescidi- dokuz yüz şeyhle (üstadla) görüştüm. Hepsi de sözlerine, 'Bana Ca'fer b. Muhammed anlattı' diye başlıyorlardı.
Bu mescidde eğitim gören en önemli ilim aileleri şunlardı: Âl-i Hayyan et-Tağlibî, Âl-i A'yen, Benî Atiyye ve Derrac ailesi...
Kûfe medresesinde etkin olan ilim dalı sadece fıkıh değildi. Nahiv de önemli bir yer tutuyordu burada. Kûfe'de nahivciler medresesi kurulmuştu. Bu medresenin en belirgin simaı, Halife Hârun Reşid'in, oğlu Emin ve Me'mun'u eğitmekle görevlendirdiği Ki- saî'dir. Bu arada vurgulamakta yarar vardır ki, insanı dili yanlış kullanmaktan koruyan bu ilmin kurucusu, kâidelerinin ve usullerinin belirleyicisi İmam Emîrü'l-Mü'minîn Ali'dir (üzerine selâm olsun).
3- Basra: Nahiv ilminin önemli merkezlerinden biriydi. Basra medresesinin temelini atan kişi, Emîrü'l-Mü'minîn Ali'nin (a.s.) öğrencisi Ebû'l-Esved ed-Duelî'dir.
Bu medrese Kûfe medresesinin rakibiydi. Kûfe nahivcilerinden ayırmak için Basra nahivcilerine "Mantık Ehli" denilmiştir. Bu ilmin sembol simaı da, "el-Kitab"ın müellifi Fars olan Sibeveyh'dir. Adı geçen kitap Arap diline ilişkin kitapların en olgunu, en derinliklisi ve en köklüsüdür.
Debour şöyle der: "Sibeveyh'in kitabını inceleyecek olursak, olgun bir çalışmanın, büyük bir çalışmanın ürünü olduğunu görürüz. Öyle ki, son kuşak âlimler bu kitap hakkında şöyle demişlerdir: Bu eserin, tıpkı İbn Sina'nın el-Kanun adlı eseri gibi birçok âlimin ortak çalışmalarının ürünü olması gerekir.'
Basra, nahiv ilminin adeta meydanı olduğu gibi, tefsir ilminin de medresesi sayılıyordu. Ki bu ilmin en belirgin simaı, Ebû Amr b. A'la idi.
Yine temelleri, Arap dilinde kaleme alınmış ilk sözlük sayılan "el-Ayn" kitabının yazarı el-Halil tarafından atılan aruz ilminin de medresesi sayılırdı.
4- Bağdat: İlim ve kültür faaliyetleriyle parlamıştı. Birçok medrese ve enstitü barındırıyordu. İlimden daha kolay, daha bol bulunan başka bir şey yoktu. Bağdat, diğer İslam merkezleri gibi belli bir ilim dalına has değildi.
Bilakis aklî ve naklî ilimlerin tamamına ve diğer sanatlara ilişkin faaliyetlere rastlamak mümkündü orada. Dönemin en büyük ilim havzasıydı Bağdat. Dünyanın her tarafından ilim ve irfan talebeleri Bağdat'a akın ediyordu.
Gustave Leboun anlatıyor: "Başta Yunanlılar, Farslar, Kıptîler ve Keldanîler'den olmak üzere bütün milletlerden ve dinlerden âlimler, sanatçılar ve edebiyatçılar Bağdat'a geliyorlardı. Burayı bir dünya kültür merkezi hâline getirmişlerdi.
Ebû'l-Ferec, Me'mun hakkında şunları söylüyor: Hekimler (hikmet ehli filozoflar) ile özel toplantılar düzenler, onların ilmî münazaralarına kulak verirdi. İlim ehlinin Allah'ın seçme kulları, gözde mahlûkları olduğunun bilincinde olarak onların müzakerelerinden lezzet alırdı."
Yukarıda işaret ettiğimiz şehirler, o dönemin belli başlı kültür merkezleriydiler." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Muhammed Taki eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.