‘İman sahibi nefsine baktı; gözlerini yumdu’
Nefsini anlayan iman sahibinin hâli, irfan sahibine benzemez. İman sahibi bir hâle sahiptir, o hâlle avunur. Hâlbuki hâl daima değişir. O, bunu pek anlayamaz
01.03.2023 09:16:00





Nefsini anlayan iman sahibinin hâli, irfan sahibine benzemez. İman sahibi bir hâle sahiptir, o hâlle avunur. Hâlbuki hâl daima değişir. O, bunu pek anlayamaz.
İrfan sahibi makam ehlidir; makam ise sabit olur. İman sahibi, hâlinin değişmesinden korkar, imanı zevale erecek diye üzülür.
Bu sebeple kalbinin hüzne boğulduğu olur. Bu arada dıştan güler yüz gösterdiği de olur. O, korku anında içinde saklı hüznü göstermemek için güler, konuşur. Yüzü güler, ama kalbi korku ile kesilir gibi olur.
İrfan sahibi, bazen halka sert ve hüzünlü yüzle çıkar. Sebebi onlara emir ve yasakları bildirmek içindir. Halka emri ve yasağı bildirirken bir Peygamber vekili olarak konuşur.
Allah yolunda olan büyük zâtlar, işittikleri iyi şeyleri yaparlar. Yaptıkları iş onları, Hakk'a yaklaştırır.
Yaptıkları yararlı iş sonunda kalp kulakları ile vasıtasız O'nun öğüdünü dinlerler. Bu hâl, uyku gibi bir hâle geçip yaratılmışlardan uzak, Hak ayıklığına erdikleri zaman olur.
Kalbin sıhhat bulursa halkı kaybeder, onlara gözünü yumarsın ve Hak tarafından sana ayıklık hâli gelir; O'nu dinlersin. Bu hâl gizlide ve aşikârede devam eder.
Açıkta olursun, ilâhî varidat sana gelmeye başlar. Ve O'nun hükmü sır âlemi yolu ile sana gelir. Ve kalbi sırlarla doldurur. O hikmetli işler, kalpten iyileşen nefse, oradan da dile gelir. Dilden ise, halka... Halka konuşmak isteyen bu yoldan konuşmalı, bu yol kapalı ise susmalı.
Allah yolunda can koyanların cinneti, tabiata kulluk etmemek, nefse ve hevaî şeylere akılsız olmak, şehvet ve geçici tatlara karşı kör olmaktır. Onların deliliği budur. Bayağı aklını yitiren delilere benzemezler; ama onlara da deli denir.
Bir soruya cevap veren Hasan-ı Basrî (r.a) şöyle der: "Siz, onları görseydiniz, deli derdiniz, onlar da sizin bu hâlinize baksalardı, bir an bile Allah'a inanmamış olduğunuzu söylerlerdi."
Halkı bırakıp halvete çekilme hâlin iyi olmadı. Burada halvetin asıl mânası kalbi bütün fâni şeylerden temiz tutmak, iç âlemi, dünya, âhiret ve Hakk'ın zâtından gayri her şeyden temizlemektir.
Bu hâl, geçmişteki velîlerin, iyilerin ve peygamberlerin hâlidir. Onların gittiği yol budur. Tek başına emr-i ma'rûf ve nehy-i ani'l-münkerde bulunmak, bin kişi ile gizliye geçip ibadet etmekten benim için daha sevimlidir.
İman sahibi nefsine baktı; gözlerini yumdu. Ümitlerini kesti ve uygunsuz arzusunu reddetti. Tâ ki nefsin görüşleri kendi helakine sebep olmasın.
Nefsin yaşaması, ancak kalp ve sırra uyması sonunda olabilir. Nefse ve sırra uyulması, görüşlerinin dışına çıkılmaması ve her bakımdan birlik olunması şartı ile olur.
Sır ve kalbe uyan nefis onların emirleri gereğince emreder, yasak bildiklerini yasak sayar ve onların seçtiği dışında bir seçme yapmaz.
İşte bu nefse, mutmainne nefis denir. Bu nefis, sır ve kalp bir talepte birleşirler. Her üçünün de bir maksadı vardır. Nefis bunu kazanınca ona gereken şey devamlı mücadelenin azaltılmasıdır.
Hak Teâlâ'nın sende ve diğer yaratılmışlarda yaratmakta olduğu fiil tecellisi dolayısıyla münazara etme; kendi şahsî görüşlerini ortaya atma. Hak Teâlâ'nın şu ulvî kelâmını duymadın mı? "O, yaptığı işten sorumlu değildir; öbürleri yaptıklarından sorumludur." (Enbiyâ, 23) (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)
İrfan sahibi makam ehlidir; makam ise sabit olur. İman sahibi, hâlinin değişmesinden korkar, imanı zevale erecek diye üzülür.
Bu sebeple kalbinin hüzne boğulduğu olur. Bu arada dıştan güler yüz gösterdiği de olur. O, korku anında içinde saklı hüznü göstermemek için güler, konuşur. Yüzü güler, ama kalbi korku ile kesilir gibi olur.
İrfan sahibi, bazen halka sert ve hüzünlü yüzle çıkar. Sebebi onlara emir ve yasakları bildirmek içindir. Halka emri ve yasağı bildirirken bir Peygamber vekili olarak konuşur.
Allah yolunda olan büyük zâtlar, işittikleri iyi şeyleri yaparlar. Yaptıkları iş onları, Hakk'a yaklaştırır.
Yaptıkları yararlı iş sonunda kalp kulakları ile vasıtasız O'nun öğüdünü dinlerler. Bu hâl, uyku gibi bir hâle geçip yaratılmışlardan uzak, Hak ayıklığına erdikleri zaman olur.
Kalbin sıhhat bulursa halkı kaybeder, onlara gözünü yumarsın ve Hak tarafından sana ayıklık hâli gelir; O'nu dinlersin. Bu hâl gizlide ve aşikârede devam eder.
Açıkta olursun, ilâhî varidat sana gelmeye başlar. Ve O'nun hükmü sır âlemi yolu ile sana gelir. Ve kalbi sırlarla doldurur. O hikmetli işler, kalpten iyileşen nefse, oradan da dile gelir. Dilden ise, halka... Halka konuşmak isteyen bu yoldan konuşmalı, bu yol kapalı ise susmalı.
Allah yolunda can koyanların cinneti, tabiata kulluk etmemek, nefse ve hevaî şeylere akılsız olmak, şehvet ve geçici tatlara karşı kör olmaktır. Onların deliliği budur. Bayağı aklını yitiren delilere benzemezler; ama onlara da deli denir.
Bir soruya cevap veren Hasan-ı Basrî (r.a) şöyle der: "Siz, onları görseydiniz, deli derdiniz, onlar da sizin bu hâlinize baksalardı, bir an bile Allah'a inanmamış olduğunuzu söylerlerdi."
Halkı bırakıp halvete çekilme hâlin iyi olmadı. Burada halvetin asıl mânası kalbi bütün fâni şeylerden temiz tutmak, iç âlemi, dünya, âhiret ve Hakk'ın zâtından gayri her şeyden temizlemektir.
Bu hâl, geçmişteki velîlerin, iyilerin ve peygamberlerin hâlidir. Onların gittiği yol budur. Tek başına emr-i ma'rûf ve nehy-i ani'l-münkerde bulunmak, bin kişi ile gizliye geçip ibadet etmekten benim için daha sevimlidir.
İman sahibi nefsine baktı; gözlerini yumdu. Ümitlerini kesti ve uygunsuz arzusunu reddetti. Tâ ki nefsin görüşleri kendi helakine sebep olmasın.
Nefsin yaşaması, ancak kalp ve sırra uyması sonunda olabilir. Nefse ve sırra uyulması, görüşlerinin dışına çıkılmaması ve her bakımdan birlik olunması şartı ile olur.
Sır ve kalbe uyan nefis onların emirleri gereğince emreder, yasak bildiklerini yasak sayar ve onların seçtiği dışında bir seçme yapmaz.
İşte bu nefse, mutmainne nefis denir. Bu nefis, sır ve kalp bir talepte birleşirler. Her üçünün de bir maksadı vardır. Nefis bunu kazanınca ona gereken şey devamlı mücadelenin azaltılmasıdır.
Hak Teâlâ'nın sende ve diğer yaratılmışlarda yaratmakta olduğu fiil tecellisi dolayısıyla münazara etme; kendi şahsî görüşlerini ortaya atma. Hak Teâlâ'nın şu ulvî kelâmını duymadın mı? "O, yaptığı işten sorumlu değildir; öbürleri yaptıklarından sorumludur." (Enbiyâ, 23) (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.