Önlem alınacağı yerde aksine izlenen suç ve ceza politikası nedeniyle tablo utanç verici boyutlara ulaşmıştır.
AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana öldürülen kadın sayısı 8 bindir. Sadece bu yılın ilk iki ayında 98 kadın cinayeti işlenmiştir.
Kadınlar seslerini duyurabilmek için anayasal bir hak olan yürüme özgürlüğünü kullanmak istediler, valilik izin vermedi! Hani toplanma ve yürüyüş özgürlüğüne yargının müdahalesine şerbetlenmiştik. Oysa bu kez, yargı da benim, yürütme de benim diyen zihniyet temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına set çekmiştir.
Kadınları cadı gibi gören, cadı avı düzenleyen çağlar öncesinin "Engizisyon Adaleti" tarihin karanlıklarında kaldı. Adalet dediğimize bakmayın; Ortaçağ Avrupası'nda, kadınların "cadı olup olmadığını anlamak" için kullanılan yöntemlerden biri de, elleri ve kollarını bağlayarak köprüden suya atmaktı. Eğer kadın kurtulursa, cadı olduğu anlaşılır ve hemen öldürülürdü.
Kurtulmayı başaramaz ve ölür ise, onurlu bir Hristiyan olarak ölmüş sayılırdı.
Günümüzde kadınlarımız, "cadı oldukları için değil", sadece kadın oldukları için şiddet mağduru olmaktadırlar.
Şiddet, kamusal ve özel hayatımızın tüm boyutlarına sinmiş ve bizleri tutsak etmiş durumda. Şiddetin her türünün nedenleri konusunda ayrıntılı çalışmalar yapılıyor, ancak şiddet azalmıyor. Bu toz duman içinde sorunların kaynağına yoğunlaşamıyor, sadece sonuçlarla ilgileniyoruz. Öfke ve nefret dili büyüdükçe sorunları çözmemiz, sağlıklı düşünmemiz zorlaşıyor. Bu dilin en tepeden başlayarak yaygınlaşması, kurbanlar için adaletin tecellisinde zaafa, "başka kurbanlar olmasın" mücadelesini verenlerin seslerinin duyurulmamasına ve cılızlaşmasına yol açıyor. Yapılan, yapanın yanına kâr kalıyor.
Çeşitli ülkelere mensup kadın hukukçuların ortak gözlemi, kadına karşı şiddetin genel olarak bütün dünyada süregeldiği ve önlenemediğidir.
Kadına karşı şiddetin önlenebilmesi için yıllardır birçok ülkede ve kuruluşta çalışmalara devam ediliyor olması, kadına karşı şiddetin tüm dünyada son derece korkunç düzeyde sürdüğünün bir göstergesidir.
Türkiye'de de ceza hukuku açısından yasal düzeyde, kadınları ilgilendiren sorunlar aşılmaya çalışılsa da, yargı pratiği, toplumsal algı ve davranış kalıpları bakımından kadınlar yine zorluklarla yaşamaya; fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddetle boğuşmaya devam ediyorlar.
Kadına karşı şiddeti önleme adına, aileden başlamak üzere toplumun bütün kesimlerine ve elbette devlete büyük görevle düşüyor. Bu noktada en önemli görev de tek imza ile geri çekilen İstanbul Sözleşmesi'nin tekrar yürürlüğe girmesidir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Demokrasi, insan hakları eylem planı gibi laf kalabalığından vazgeçip, işin esasına dönün ve İstanbul Sözleşmesi'nin gereği ne ise onu yapın. Siyasal rant uğruna kadınlarımızı yok saymayın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023