Yakın çevremize iktidar olanların, iktidar ortağı olanların gayet şımarık, gayet ölçüsüz tutum ve davranışlarına bakıyorum da, insanlara tepeden bakmalarını seyrediyorum da zaman içinde pek değişen bir şey olmamış diyorum.
İnsan zengin olabilir, makam ve mevki sahibi olabilir, bulunduğu konum itibariyle yüzlerce, binlerce kişiye emir veriyor olabilir ama bütün bunlar insanlığından, insani özelliklerinden bir şeyler eksiltmiyorsa bir mana ifade ederler.
Sonradan elde ettiği bütün bu imkanlar, doğuştan, fıtri olarak getirdiği özelliklerin önüne geçmiş, onları unutturmuşsa o kişi görüntüde ne kadar zengin ne kadar kudretli görünürse görünsün hakikatte bir zavallıdır ve de yoksuldur.
Bu dünya denen gezegende bizden evvel misafir olmuş, bizden evvel konmuş göçmüş olan toplumların hayat hikayelerini Kerim kitabımızdan okuyoruz.
Mal-mülk, çoluuk-çocuk çokluğu ile ötekilerine hava atan, sahip olduğu maddi ve makam gücünü başkalarını ezmekte kullanan bir kesim var bir de onları bu tutumlarından ötürü uyaran, "yapmayın-etmeyin" diyen Resuller ve müminleri var.
İktidar ve mal-mülk sarhoşluğu ile dolu-dizgin, burunları doğrultusunda yaşayan kesim sürekli başlarını taçlı görüyorlar, tacı kendi başlarına layık görüyorlar, yaşadıkları hayatın yalnış olduğunu söyleyenlere de sürekli taşlanacak adamlar gözü ile bakıyorlar.
Bütün elçilere kavimlerinin ileri gelen şımarık kesimi hep şöyle demişler; "ya bu işten vaz geçersin ya da seni taşa tutarız, seni bu ellerden kovarız"
Bir de kendi kafalarından uydurdukları bir şey var; "sizin yüzünüzden bize uğursuzluk dokundu".
Bir bu örnekleri okuyoruz bir de bu güne göz gezdiriyoruz, değişen fazla bir şey olmadığını görüyoruz.
İktidar sahipleri, iktidar ortakları, bu sahiplikten ve ortaklıktan tevellüt eden servet ve ardından gelen şımarıklık arkadaşların Kur'ani uyarıları duymalarına engel oluyor.
Kendileri her devirde taçlanacak adamlar, kendilerini Allah için, hak ve adalet için uyaranlar ise taşlanacak adamlar...
İşleri çok, meguliyetleri hayli fazla, o yüzden okumaya vakit bulamıyorlar, servetin ve makamın verdiği şımarıklık ise dinlemerine mani oluyor.
"Biz de sizin kadar Müslümanız, biz de biliyoruz" deyip sıyrıldıklarını zannediyorlar.
Bir gün evvel başında taç ile dolaştığı halde bir gün sonra küresel efendileri tarafından taşlanan, taşlatılan adamların akibetinden de ibret almıyorlar.
Yeni Çağ'dan Selcan Taçı'nın köşesinde rastladığım şu satırlar benim demek istediklerimin çok çok ötesinde hakikatleri anlatıyor. (16.06.12)
Buyurun:
"Tuna'dan itiraf gibi cevap geldi: Yollarına çıkan "engelleri" kalemlerimizle yıkmaya çalışmazsak, gerektiğinde bel altı vurmazsak yüzümüze bakmazlar...!
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, Ümraniye Davası sanığı gazeteci Tuncay Özkan'ın kızı Nazlıcan'a reva görülen zulmü kınadı diye kendi okurları da onu kınayınca sormuştuk:
İyi de kim bunun suçlusu?
Toplumun bir kesiminin kendinden olmayan "öteki" kesimin uğradığı haksızlıklar karşısında "dilsiz şeytan"lıktan bile beter bir pozisyon alarak "oh olsun" diyebiliyor olmasında, Tuna'nın yazarı olduğu Yeni Şafak dahil iktidara yakın -hadi biricik klişemizle söyleyelim "yandaş" - gazetelerin hiç mi payı yok?
Bu karpuz gibi yarılma halinin müsebbibi her şeyden çok "medya darbesi" değil mi?
İnsanlar arasındaki uçurumlar, 2007'den bu yana kin, intikam duygularıyla atılan ve hedef gösteren, linç eden, zaman zaman intihara dahi sürükleyebilen o manşetler, o haberler, o "Tut, tut, tut" atmosferi yüzünden derinleşmedi mi?
Velhasıl, bu duygularla yazdığım yazının sonunda şöyle bir çağrı yapmıştım Tuna'ya:
Yeni Şafak arşivine bak (okurundan gelen tepkinin nedenini) anlarsın!
Önceki gün yolladığı e-posta'da, "Yazar arşivinden bir yazı"yla cevap vermiş Tuna isyanıma.
Yazı 9 Mart 2011 tarihli. "Bir zahmet okuyunuz, ondan sonra ne derseniz başım üstüne" diyor Tuna:
"İçinden geldiğim" camiayı "tanımakta her geçen gün zorluk çekiyorum. "İslamcı" arkadaşlarımız meğer kallavi muhafazakarlarmış.
"Takva" zannettiğimiz o halleri de yoksulluktan ibaretmiş.
Parayı pulu bulduklarında anında "Vınnn Şinasi" oldular.
Elde ettikleri "değerlerin" (mal mülk, şan şöhret) sürgit "muhafızı" olmamızı istiyorlar.
Ceffelkalem döktürmemizi, majestelerinin yazarları gibi her daim "methiyeler" dercetmemizi bekliyorlar.
"Muhalefet şerhi" babından üç beş aykırı kelam etsek şappadak kaşlarını çatıyorlar.
"Nefs muhasebesine" bile tahammülleri kalmadı.
Yapıp ettiklerini "öteki"nin üzerinden meşrulaştırmaya öyle alıştılar ki; "Onlar nefs muhasebesi yapmışlar mıydı ki biz de yapalım..." demelerine ramak kaldı.
Ömer Muhtar gibi "Onlar bizim hocalarımız değil" desek ne fayda!
Zira...
Onlarla "bunlar" arasındaki farklar gitgide belirsizleşmeye başladı.
Bunlar, yani, "yeni sınıfın yeni dallamaları.
Riya, kibir, israf gani; züht, takva, infak hak getire.
Hem gitgide onlara benziyorlar, hem de onlarla kıyasıya "kavga" ediyorlar!
Hiç insan kavga ettiğine bu kadar benzemeye çalışır mı?
Bu nasıl bir kavga?
"Yeni sınıfın yeni dallamaları" hiçbir şey sormadan sorgulamadan biteviye yumruk sallamamızı istiyor.
Necip Fazıl'ın "Reis Bey" ini çağrıştırırcasına, merhameti olmayanın adaletinden ne çıkar deseniz nafile.
Haksızlık yapılmasından korktuğunuz kim varsa (kazandıklarını korumak içgüdüsüyle) "Boş ver iti" diye kestirip atıyorlar.
Bizden de, toplandıkları "terörist evi"nin önünde infaza alkış tutan vatandaşlar gibi olmamızı istiyorlar.
Yollarına çıkan "engelleri" kalemlerimizle yıkmaya çalışmazsak, gerektiğinde bel altı vurmazsak yüzümüze bakmazlar..."
Son cümle ibretlik!
İktidarın kendi medyasına biçtiği rol bundan iyi özetlenemezdi!"
İnsan zengin olabilir, makam ve mevki sahibi olabilir, bulunduğu konum itibariyle yüzlerce, binlerce kişiye emir veriyor olabilir ama bütün bunlar insanlığından, insani özelliklerinden bir şeyler eksiltmiyorsa bir mana ifade ederler.
Sonradan elde ettiği bütün bu imkanlar, doğuştan, fıtri olarak getirdiği özelliklerin önüne geçmiş, onları unutturmuşsa o kişi görüntüde ne kadar zengin ne kadar kudretli görünürse görünsün hakikatte bir zavallıdır ve de yoksuldur.
Bu dünya denen gezegende bizden evvel misafir olmuş, bizden evvel konmuş göçmüş olan toplumların hayat hikayelerini Kerim kitabımızdan okuyoruz.
Mal-mülk, çoluuk-çocuk çokluğu ile ötekilerine hava atan, sahip olduğu maddi ve makam gücünü başkalarını ezmekte kullanan bir kesim var bir de onları bu tutumlarından ötürü uyaran, "yapmayın-etmeyin" diyen Resuller ve müminleri var.
İktidar ve mal-mülk sarhoşluğu ile dolu-dizgin, burunları doğrultusunda yaşayan kesim sürekli başlarını taçlı görüyorlar, tacı kendi başlarına layık görüyorlar, yaşadıkları hayatın yalnış olduğunu söyleyenlere de sürekli taşlanacak adamlar gözü ile bakıyorlar.
Bütün elçilere kavimlerinin ileri gelen şımarık kesimi hep şöyle demişler; "ya bu işten vaz geçersin ya da seni taşa tutarız, seni bu ellerden kovarız"
Bir de kendi kafalarından uydurdukları bir şey var; "sizin yüzünüzden bize uğursuzluk dokundu".
Bir bu örnekleri okuyoruz bir de bu güne göz gezdiriyoruz, değişen fazla bir şey olmadığını görüyoruz.
İktidar sahipleri, iktidar ortakları, bu sahiplikten ve ortaklıktan tevellüt eden servet ve ardından gelen şımarıklık arkadaşların Kur'ani uyarıları duymalarına engel oluyor.
Kendileri her devirde taçlanacak adamlar, kendilerini Allah için, hak ve adalet için uyaranlar ise taşlanacak adamlar...
İşleri çok, meguliyetleri hayli fazla, o yüzden okumaya vakit bulamıyorlar, servetin ve makamın verdiği şımarıklık ise dinlemerine mani oluyor.
"Biz de sizin kadar Müslümanız, biz de biliyoruz" deyip sıyrıldıklarını zannediyorlar.
Bir gün evvel başında taç ile dolaştığı halde bir gün sonra küresel efendileri tarafından taşlanan, taşlatılan adamların akibetinden de ibret almıyorlar.
Yeni Çağ'dan Selcan Taçı'nın köşesinde rastladığım şu satırlar benim demek istediklerimin çok çok ötesinde hakikatleri anlatıyor. (16.06.12)
Buyurun:
"Tuna'dan itiraf gibi cevap geldi: Yollarına çıkan "engelleri" kalemlerimizle yıkmaya çalışmazsak, gerektiğinde bel altı vurmazsak yüzümüze bakmazlar...!
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, Ümraniye Davası sanığı gazeteci Tuncay Özkan'ın kızı Nazlıcan'a reva görülen zulmü kınadı diye kendi okurları da onu kınayınca sormuştuk:
İyi de kim bunun suçlusu?
Toplumun bir kesiminin kendinden olmayan "öteki" kesimin uğradığı haksızlıklar karşısında "dilsiz şeytan"lıktan bile beter bir pozisyon alarak "oh olsun" diyebiliyor olmasında, Tuna'nın yazarı olduğu Yeni Şafak dahil iktidara yakın -hadi biricik klişemizle söyleyelim "yandaş" - gazetelerin hiç mi payı yok?
Bu karpuz gibi yarılma halinin müsebbibi her şeyden çok "medya darbesi" değil mi?
İnsanlar arasındaki uçurumlar, 2007'den bu yana kin, intikam duygularıyla atılan ve hedef gösteren, linç eden, zaman zaman intihara dahi sürükleyebilen o manşetler, o haberler, o "Tut, tut, tut" atmosferi yüzünden derinleşmedi mi?
Velhasıl, bu duygularla yazdığım yazının sonunda şöyle bir çağrı yapmıştım Tuna'ya:
Yeni Şafak arşivine bak (okurundan gelen tepkinin nedenini) anlarsın!
Önceki gün yolladığı e-posta'da, "Yazar arşivinden bir yazı"yla cevap vermiş Tuna isyanıma.
Yazı 9 Mart 2011 tarihli. "Bir zahmet okuyunuz, ondan sonra ne derseniz başım üstüne" diyor Tuna:
"İçinden geldiğim" camiayı "tanımakta her geçen gün zorluk çekiyorum. "İslamcı" arkadaşlarımız meğer kallavi muhafazakarlarmış.
"Takva" zannettiğimiz o halleri de yoksulluktan ibaretmiş.
Parayı pulu bulduklarında anında "Vınnn Şinasi" oldular.
Elde ettikleri "değerlerin" (mal mülk, şan şöhret) sürgit "muhafızı" olmamızı istiyorlar.
Ceffelkalem döktürmemizi, majestelerinin yazarları gibi her daim "methiyeler" dercetmemizi bekliyorlar.
"Muhalefet şerhi" babından üç beş aykırı kelam etsek şappadak kaşlarını çatıyorlar.
"Nefs muhasebesine" bile tahammülleri kalmadı.
Yapıp ettiklerini "öteki"nin üzerinden meşrulaştırmaya öyle alıştılar ki; "Onlar nefs muhasebesi yapmışlar mıydı ki biz de yapalım..." demelerine ramak kaldı.
Ömer Muhtar gibi "Onlar bizim hocalarımız değil" desek ne fayda!
Zira...
Onlarla "bunlar" arasındaki farklar gitgide belirsizleşmeye başladı.
Bunlar, yani, "yeni sınıfın yeni dallamaları.
Riya, kibir, israf gani; züht, takva, infak hak getire.
Hem gitgide onlara benziyorlar, hem de onlarla kıyasıya "kavga" ediyorlar!
Hiç insan kavga ettiğine bu kadar benzemeye çalışır mı?
Bu nasıl bir kavga?
"Yeni sınıfın yeni dallamaları" hiçbir şey sormadan sorgulamadan biteviye yumruk sallamamızı istiyor.
Necip Fazıl'ın "Reis Bey" ini çağrıştırırcasına, merhameti olmayanın adaletinden ne çıkar deseniz nafile.
Haksızlık yapılmasından korktuğunuz kim varsa (kazandıklarını korumak içgüdüsüyle) "Boş ver iti" diye kestirip atıyorlar.
Bizden de, toplandıkları "terörist evi"nin önünde infaza alkış tutan vatandaşlar gibi olmamızı istiyorlar.
Yollarına çıkan "engelleri" kalemlerimizle yıkmaya çalışmazsak, gerektiğinde bel altı vurmazsak yüzümüze bakmazlar..."
Son cümle ibretlik!
İktidarın kendi medyasına biçtiği rol bundan iyi özetlenemezdi!"
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Ey dünya! Elini çabuk tut / 21.08.2025
- Kârlı ihanetler! / 20.08.2025
- Soykırımcı İsrail Azerbaycan’ın neyi oluyor? / 17.08.2025
- Dünya yansa bir bağ otu yanmayanlar / 16.08.2025
- İnsanlık ölüyor ölmüş insanlık / 14.08.2025
- İnsan olan insana bunu yapar mı? / 13.08.2025
- Veyl olsun zulme meyledenlere / 12.08.2025
- ‘Alamet’ yolcularına CHP de karıştı / 03.08.2025
- Havuz delik deşik dolmasını bekliyoruz / 01.08.2025
- Dünya sessiz hissiz ve kalpsiz / 31.07.2025
- Kârlı ihanetler! / 20.08.2025
- Soykırımcı İsrail Azerbaycan’ın neyi oluyor? / 17.08.2025
- Dünya yansa bir bağ otu yanmayanlar / 16.08.2025
- İnsanlık ölüyor ölmüş insanlık / 14.08.2025
- İnsan olan insana bunu yapar mı? / 13.08.2025
- Veyl olsun zulme meyledenlere / 12.08.2025
- ‘Alamet’ yolcularına CHP de karıştı / 03.08.2025
- Havuz delik deşik dolmasını bekliyoruz / 01.08.2025
- Dünya sessiz hissiz ve kalpsiz / 31.07.2025