Türkiye'nin meselelerinin hallini yalnızca AB'ne üyelikte gören bir takım çevreler birliğe alınma hayalinden bir türlü geçemiyor.
Hatta, temeli Hıristiyan kültürüyle şekillenmiş birleşik bir Avrupa devleti olmak için çalışmalarını hızlandıran AB'nin yetkilileri ve hatta üye ülkelerin halkları, Türkiye'yi aralarında görmek istemediklerini defalarca ifade etmelerine rağmen...
Birliğe alınmada temel kıstaslar sayılan Kopenhag Kriterlerine uyum çerçevesinde geçen sene yapılan 34 maddelik anayasa değişikliği, bu sene kabul edilen 1. ve 2. uyum paketleri ve özellikle 3 Ağustos'ta meclisten geçen 3. uyum paketi bu sebeple yeterli görülmemiştir.
Türkiye için bilhassa son uyum paketi hayati riskleri göze almak manasına geldiği halde, "AB'ye bu sefer alınırız" sevdasıyla büyük risklere girilmiş ama maksat başka olduğu için Türkiye'nin bütünlüğüne dinamit koyan bu reformlar da üyeliğe yeterli olmamıştır.
3 Ağustos'un ardından yapılan açıklamalar, şimdi de alınan kararların hayata geçirilmesini istemektedir.
Ülkemiz, bugüne kadar AB'nden, "kapı önünde bekletilen cezalı çocuk" muamelesinden başka bir tavır görmemiştir.
Her defasında dozu arttırılan tavizler neticesinde yakın gelecekte birliğe alınması konuşulacak bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden de bahsetmek imkansızlaşacaktır.
Bugün AB ülkelerinin Türkiye'ye oynadığı oyun temelde budur.
Üyelik kartı kullanılarak Sevr'den günümüze unutulmayan talepler yapılması gerekli şartlar olarak istenmektedir.
Tarihi Kıbrıs sorunu da bu senaryonun bir parçasıdır.
Yunanistan'ın Enosis idealini destekler mahiyette, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yok sayılmakta, garantör Türkiye'yi de adete umursamaz bir tutum sergilenerek, olaylar, Ada'yı Rum tarafının şahsında birliğe üye yapma aşamasına taşınmaktadır.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs ile ilgili kararını 6 Eylül 2002 tarihinde açıklayacaktır.
Helsinki Zirvesi'nde altına Sn. Ecevit'in imza attığı kararlar ve Ulusal Program'da verilen taahhütlerde, 2002 yılı Kıbrıs meselesinin halli için son tarihtir.
Helsinki'de yer alan 9. madde ile, "Kıbrıs'ın üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konsey, üyelik konusundaki kararını... ön şart olmaksızın verecektir".
Yani, bugüne kadar sürdürülen Türk ve Rum kesimi arasındaki barış müzakereleri ve Kofi Annan'ın raporu aslında göstermelik birer prosedürdür.
6 Eylül'de açıklanacak rapor, uzlaşmalarda Türk tarafının yeterli gayreti göstermediği şeklinde olursa, bu karar temel alınacak ve Rum tarafının, Ada'nın tek yetkilisi olarak AB'ye dahil edilmesinin önü açılacaktır.
Bu durumda, AB'nce, zaten Kıbrıs'ta işgalci görülen Türk askerinin yanında, Türk nüfus da işgalci statüsüne düşecektir.
Raporun bu istikamette çıkması ise, bugüne kadarki gidişata göre muhtemeldir.
Garantör Türkiye'ye ise bu noktada düşecek olan, Kıbrıs'ı Türkiye'ye ilhak etmektir. Nitekim, bu yönde çalışmalar başlamıştır.
İlhak etmemizle aynı süreçte birliğe dahil edilecek Kıbrıs, artık AB'nin bir parçası olacağı için AB'nin toprağına bir tecavüz söz konusu olacak ve Türkiye ister istemez tüm AB ülkelerini karşısına aldığı bir savaşa sürüklenecektir.
Güneyimizde böyle potansiyel bir tehlike mevcutken, güneydoğumuzu da içine alması kaçınılmaz bir Irak operasyonu da Türkiye'yi bekleyen ikinci tehlikedir.
Sınır ötesinde Türk askeri konuşlandırılmış durumdadır.
Savaşın Türkiye'ye sıçramaması için müdahaleye hazırdır.
Irak tarafında ABD'ye ve Iraklı muhalif güçlere karşı yapılacak bir operasyon bir tarafta; olası "ilhak" hadisesiyle Kıbrıs meselesi neticesinde karşımıza çıkacak AB ülkelerinin ordusu bir tarafta Türkiye'yi tam bir kıskaca alacaktır.
Basına yansıyan haberler, BM Genel Sekreterinin raporunu açıklamasının hemen ardından "seçimi 1 sene erteletme" maksadıyla bu ilhak programının devreye sokulması hazırlıklarının başladığı yönündedir.
Bir ateş çemberiyle kuşatılmak istenen Türkiye, içinde bulunduğu hassas günlerde 40 ölçüp 1 biçmelidir.
Güvenliğimiz açısından stratejik bir noktadaki Kıbrıs gibi milli meselelerimiz seçim yatırımına dönüştürülmemelidir.
Ancak milletin ve devletin bekası tam manasıyla garanti altına alındıktan sonra böyle hayati meselelerde karar aşamasına gelinmelidir.
Milletimizin siyasilerden beklediği de budur.
Hatta, temeli Hıristiyan kültürüyle şekillenmiş birleşik bir Avrupa devleti olmak için çalışmalarını hızlandıran AB'nin yetkilileri ve hatta üye ülkelerin halkları, Türkiye'yi aralarında görmek istemediklerini defalarca ifade etmelerine rağmen...
Birliğe alınmada temel kıstaslar sayılan Kopenhag Kriterlerine uyum çerçevesinde geçen sene yapılan 34 maddelik anayasa değişikliği, bu sene kabul edilen 1. ve 2. uyum paketleri ve özellikle 3 Ağustos'ta meclisten geçen 3. uyum paketi bu sebeple yeterli görülmemiştir.
Türkiye için bilhassa son uyum paketi hayati riskleri göze almak manasına geldiği halde, "AB'ye bu sefer alınırız" sevdasıyla büyük risklere girilmiş ama maksat başka olduğu için Türkiye'nin bütünlüğüne dinamit koyan bu reformlar da üyeliğe yeterli olmamıştır.
3 Ağustos'un ardından yapılan açıklamalar, şimdi de alınan kararların hayata geçirilmesini istemektedir.
Ülkemiz, bugüne kadar AB'nden, "kapı önünde bekletilen cezalı çocuk" muamelesinden başka bir tavır görmemiştir.
Her defasında dozu arttırılan tavizler neticesinde yakın gelecekte birliğe alınması konuşulacak bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden de bahsetmek imkansızlaşacaktır.
Bugün AB ülkelerinin Türkiye'ye oynadığı oyun temelde budur.
Üyelik kartı kullanılarak Sevr'den günümüze unutulmayan talepler yapılması gerekli şartlar olarak istenmektedir.
Tarihi Kıbrıs sorunu da bu senaryonun bir parçasıdır.
Yunanistan'ın Enosis idealini destekler mahiyette, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yok sayılmakta, garantör Türkiye'yi de adete umursamaz bir tutum sergilenerek, olaylar, Ada'yı Rum tarafının şahsında birliğe üye yapma aşamasına taşınmaktadır.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs ile ilgili kararını 6 Eylül 2002 tarihinde açıklayacaktır.
Helsinki Zirvesi'nde altına Sn. Ecevit'in imza attığı kararlar ve Ulusal Program'da verilen taahhütlerde, 2002 yılı Kıbrıs meselesinin halli için son tarihtir.
Helsinki'de yer alan 9. madde ile, "Kıbrıs'ın üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konsey, üyelik konusundaki kararını... ön şart olmaksızın verecektir".
Yani, bugüne kadar sürdürülen Türk ve Rum kesimi arasındaki barış müzakereleri ve Kofi Annan'ın raporu aslında göstermelik birer prosedürdür.
6 Eylül'de açıklanacak rapor, uzlaşmalarda Türk tarafının yeterli gayreti göstermediği şeklinde olursa, bu karar temel alınacak ve Rum tarafının, Ada'nın tek yetkilisi olarak AB'ye dahil edilmesinin önü açılacaktır.
Bu durumda, AB'nce, zaten Kıbrıs'ta işgalci görülen Türk askerinin yanında, Türk nüfus da işgalci statüsüne düşecektir.
Raporun bu istikamette çıkması ise, bugüne kadarki gidişata göre muhtemeldir.
Garantör Türkiye'ye ise bu noktada düşecek olan, Kıbrıs'ı Türkiye'ye ilhak etmektir. Nitekim, bu yönde çalışmalar başlamıştır.
İlhak etmemizle aynı süreçte birliğe dahil edilecek Kıbrıs, artık AB'nin bir parçası olacağı için AB'nin toprağına bir tecavüz söz konusu olacak ve Türkiye ister istemez tüm AB ülkelerini karşısına aldığı bir savaşa sürüklenecektir.
Güneyimizde böyle potansiyel bir tehlike mevcutken, güneydoğumuzu da içine alması kaçınılmaz bir Irak operasyonu da Türkiye'yi bekleyen ikinci tehlikedir.
Sınır ötesinde Türk askeri konuşlandırılmış durumdadır.
Savaşın Türkiye'ye sıçramaması için müdahaleye hazırdır.
Irak tarafında ABD'ye ve Iraklı muhalif güçlere karşı yapılacak bir operasyon bir tarafta; olası "ilhak" hadisesiyle Kıbrıs meselesi neticesinde karşımıza çıkacak AB ülkelerinin ordusu bir tarafta Türkiye'yi tam bir kıskaca alacaktır.
Basına yansıyan haberler, BM Genel Sekreterinin raporunu açıklamasının hemen ardından "seçimi 1 sene erteletme" maksadıyla bu ilhak programının devreye sokulması hazırlıklarının başladığı yönündedir.
Bir ateş çemberiyle kuşatılmak istenen Türkiye, içinde bulunduğu hassas günlerde 40 ölçüp 1 biçmelidir.
Güvenliğimiz açısından stratejik bir noktadaki Kıbrıs gibi milli meselelerimiz seçim yatırımına dönüştürülmemelidir.
Ancak milletin ve devletin bekası tam manasıyla garanti altına alındıktan sonra böyle hayati meselelerde karar aşamasına gelinmelidir.
Milletimizin siyasilerden beklediği de budur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002