AB ilerleme Raporu'nda, Türkiye ile yapılacak müzakere maddeleri belirlendi. Dörtte üçü ekonomik unsurlardan oluşan bu maddeler içerisinde en dikkat çekenlerden birisi de tarımdır. AB sevdalıları bile "Türkiye'nin AB'ye uyum çerçevesinde en çok zorlanacağı alan tarımdır" demeye başladı. Zorlama ne kelime, Türk tarımı ve Türk çiftçisi tamamen yok oluyor. Zaten darbe üstüne darbe yiyen Türk tarımı, AB'ye uyum sürecinde altın vuruşla yerle bir ediliyor.
AB, Türkiye'ye müzakere tarihi verme konusunda gerçekten samimi olsa ve müzakereler başlasa, sadece tarım dosyasının müzakeresi en az 10 yıl alır. Bunu ben değil, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü söylüyor. Sayın Bakan "en az 10 yıl" diyorsa siz bunu 20 yıl kabul edebilirsiniz. Nitekim Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı Şemsi Bayraktar da aynı kanaatte. Diyor ki: "AB mevzuatının en kapsamlı olan ve yaklaşık yarısını oluşturan tarım müktesabatına uyum sağlaması, söz konusu mevzuatın ülke çapında uygulanabilir hale gelmesi çok zor olacak. 2004 İlerleme Raporu'nun tarımla ilgili bölümü gösteriyor ki, tarımda hazırlanması gereken birçok mevzuat ve yapılması gereken çok sayıda uygulama bulunmaktadır".
Zorluk, Türk çiftçisi ile AB çiftçisi arasındaki farktan kaynaklanıyor. AB nüfusunun yüzde 6'sı tarımla iştigal ederken, bu oran Türkiye'de yüzde 40 civarında. Desteksiz ve teşviksiz bırakılan Türk çiftçisi, geliri ve verimi yüksek olan AB çiftçisine uyum sağlayabilir mi? "Sağlar" diyenlerin aklından ve niyetinden şüphe etmek gerekir.
1962 yılından beri "Ortak Tarım Politikası" uygulayan ve amacı kendi kendine yeterli duruma gelmiş olan AB, bu amaca ulaşmak şöyle dursun, onu aşma bile aştı. Birçok tarım ürününde ithalatçı iken ihracatçı konuma yükseldi. Üye ülkeler arasında tarım ürünlerinin serbestçe dolaşımını gerçekleştirdi ve AB'de üretilen tarım ürünleri dışarıdan gelecek ürünlere karşı korudu. Halen de koruyor. Dahası AB, birlik bütçesinden çiftçisine yılda ortalama 50 milyar Euro destek sağlıyor ve her yıl destekleri arttırıyor. Türkiye ise Dünya Bankası ve IMF politikaları çerçevesinde desteklerin büyük kısmını kaldırdı. Yine AB, tarım ürünlerinin fiyatını belirlerken, üreticinin maliyetini ve gelirini esas alıyor. Bu konuda da Türkiye farklı davranıyor. Bizde tarım ürünlerinin fiyatı IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarıyla belirleniyor. Maliyetmiş, çiftçisinin geliriymiş, bunlar hiç dikkate alınmıyor. Bu şartlarda Türk çiftçisine AB çiftçisine "uyum sağla" demek, ona "öl" demekle eşanlamlıdır.
Göreceksiniz, müzakereler başladığında AB, Türkiye'ye birçok ürünün üretiminden vazgeç diyecektir. Uzmanlara göre, bu ürünlerin başında çay ve muz gelmektedir. Türkiye'ye, bunların yanında hububat ve bakliyat ürünlerinin üretimini azaltma konusunda da baskılar yapacaktır. Çünkü bu ürünler AB üyesi ülkelerde fazlasıyla üretilmektedir.
AB, Ortak Tarım politikasını 1962'den beri Avrupa Tarımsal Yönverme ve Garanti Fonu (EEOGA) ile bir plan dahilinde yönlendiriyor. Peki, Türkiye'de tarımı yönlendiren böyle bir kuruluş var mı? Maalesef yok. Onu geçelim, Türkiye'de bir üretim planlaması dahi yapılmıyor. Türk çiftçisi kendi bilgi ve tecrübesiyle başbaşa bırakılmış durumda. Aslında Türk çiftçisine tek seçenek gösteriliyor. O da, AB çiftçisine ırgatlık etmektir.
Biz, genelde milletimize, özel de çiftçimize bunu layık görmüyoruz. AB kapılarında takla atmak yerine, kendi milli ekonomi modelimize dönmemizi kaçınılmaz görüyoruz. Milli ekonomi modeli çerçevesinde "Kırsal kalkınma projesi" ile hem köylerimizi kalkındırmak, hem de çiftçimizi, Atatürk'ün deyimiyle "milletin efendisi" yapmak mümkündür.
AB, Türkiye'ye müzakere tarihi verme konusunda gerçekten samimi olsa ve müzakereler başlasa, sadece tarım dosyasının müzakeresi en az 10 yıl alır. Bunu ben değil, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü söylüyor. Sayın Bakan "en az 10 yıl" diyorsa siz bunu 20 yıl kabul edebilirsiniz. Nitekim Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı Şemsi Bayraktar da aynı kanaatte. Diyor ki: "AB mevzuatının en kapsamlı olan ve yaklaşık yarısını oluşturan tarım müktesabatına uyum sağlaması, söz konusu mevzuatın ülke çapında uygulanabilir hale gelmesi çok zor olacak. 2004 İlerleme Raporu'nun tarımla ilgili bölümü gösteriyor ki, tarımda hazırlanması gereken birçok mevzuat ve yapılması gereken çok sayıda uygulama bulunmaktadır".
Zorluk, Türk çiftçisi ile AB çiftçisi arasındaki farktan kaynaklanıyor. AB nüfusunun yüzde 6'sı tarımla iştigal ederken, bu oran Türkiye'de yüzde 40 civarında. Desteksiz ve teşviksiz bırakılan Türk çiftçisi, geliri ve verimi yüksek olan AB çiftçisine uyum sağlayabilir mi? "Sağlar" diyenlerin aklından ve niyetinden şüphe etmek gerekir.
1962 yılından beri "Ortak Tarım Politikası" uygulayan ve amacı kendi kendine yeterli duruma gelmiş olan AB, bu amaca ulaşmak şöyle dursun, onu aşma bile aştı. Birçok tarım ürününde ithalatçı iken ihracatçı konuma yükseldi. Üye ülkeler arasında tarım ürünlerinin serbestçe dolaşımını gerçekleştirdi ve AB'de üretilen tarım ürünleri dışarıdan gelecek ürünlere karşı korudu. Halen de koruyor. Dahası AB, birlik bütçesinden çiftçisine yılda ortalama 50 milyar Euro destek sağlıyor ve her yıl destekleri arttırıyor. Türkiye ise Dünya Bankası ve IMF politikaları çerçevesinde desteklerin büyük kısmını kaldırdı. Yine AB, tarım ürünlerinin fiyatını belirlerken, üreticinin maliyetini ve gelirini esas alıyor. Bu konuda da Türkiye farklı davranıyor. Bizde tarım ürünlerinin fiyatı IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarıyla belirleniyor. Maliyetmiş, çiftçisinin geliriymiş, bunlar hiç dikkate alınmıyor. Bu şartlarda Türk çiftçisine AB çiftçisine "uyum sağla" demek, ona "öl" demekle eşanlamlıdır.
Göreceksiniz, müzakereler başladığında AB, Türkiye'ye birçok ürünün üretiminden vazgeç diyecektir. Uzmanlara göre, bu ürünlerin başında çay ve muz gelmektedir. Türkiye'ye, bunların yanında hububat ve bakliyat ürünlerinin üretimini azaltma konusunda da baskılar yapacaktır. Çünkü bu ürünler AB üyesi ülkelerde fazlasıyla üretilmektedir.
AB, Ortak Tarım politikasını 1962'den beri Avrupa Tarımsal Yönverme ve Garanti Fonu (EEOGA) ile bir plan dahilinde yönlendiriyor. Peki, Türkiye'de tarımı yönlendiren böyle bir kuruluş var mı? Maalesef yok. Onu geçelim, Türkiye'de bir üretim planlaması dahi yapılmıyor. Türk çiftçisi kendi bilgi ve tecrübesiyle başbaşa bırakılmış durumda. Aslında Türk çiftçisine tek seçenek gösteriliyor. O da, AB çiftçisine ırgatlık etmektir.
Biz, genelde milletimize, özel de çiftçimize bunu layık görmüyoruz. AB kapılarında takla atmak yerine, kendi milli ekonomi modelimize dönmemizi kaçınılmaz görüyoruz. Milli ekonomi modeli çerçevesinde "Kırsal kalkınma projesi" ile hem köylerimizi kalkındırmak, hem de çiftçimizi, Atatürk'ün deyimiyle "milletin efendisi" yapmak mümkündür.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018