‘Mânâ âlemi, maddî âlemden ileridir’
Bâtın gözü, yani basiret zahir gözden daha kuvvetlidir. Bâtın gözü tabiatıyla kalptir. Kalbin idraki, dış gözden çok keskindir. Bu böyledir. Mânâ âlemi, daima maddî âlemden ileridir
06.11.2023 11:29:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri şöyle anlatıyor:
İnsan, hoşlandığı bir şeyden ne kadar tad alırsa, o kadar çok sever. Sevgi duyulan şeyler, duygulara göre değişir. Göz, görülen şeylerden hoşlanır. Kulak işittiği şeylerden lezzet alır. Burun duyduğu güzel kokulardan zevk duyar.
İşte böylece bütün duygular kendi yaradılışına göre, uygun bulduğu şeylerden zevk alır ve ona göre sever.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi; güzel koku, kadın, gözümün nuru namaz."
Bu hadis-i şerifle, beş duygunun meydana getirdiği zevklerin ötesinde bir başka tadın ve bir başka sevimli halin varlığına işaret edilmektedir. Çünkü namaz, dıştaki duyguların tad alacağı bir hal değildir. Bu durum karşısında, bâtın gözü ortaya çıkıyor.
Batın gözü, yani basiret zahir gözden daha kuvvetlidir. Bâtın gözü tabiatıyla kalptir. Kalbin idraki, dış gözden çok keskindir. Bu böyledir. Mânâ âlemi, daima maddî âlemden ileridir. Düşününüz ki, akılla idrak edilen mânâ güzelliği, dıştaki suretlerin ifade ettiği mânâlardan daha toplu ve daha büyüktür.
Şüphesiz kalbin, İlâhî ve kudsî işlerden aldığı tadı, zahirî duygularla almak mümkün değildir. Kalbin aldığı tad, çok şümullü ve tamdır. Kalbin eriştiği olgun ve eksiksiz zevkten sonra, ikinci bir hal meydana çıkar, o da, hatalardan salim kalbin, kudsî âleme yönelmesi sonunda alacağı lezzettir. Bu, bozuk duygulara nis- betle tamamen eksiksiz ve şümullüdür.
Sevgi için verilecek mânâ, tadı sezilen bir şeye meyilden başka değildir. Bu mânâyı, yaptığı kusur sonunda, behaim derecesine düşenden başkası inkâr etmez. Böyle bir hale düşen, dış duyguları aşıp, öteye asla geçemez.
Şunu iyi bilesin ki, insana en sevimli gelen şey, hayatını devam ettirmektir. Çünkü insan, en çok nefsinin bir musibete uğramasına üzülür. Ve nefsinin daima iyilik içinde yüzmesini ister.
Sonra insan, kendine iyilik edeni de sever. Çünkü insan iyiliğin kuludur. İnsan bir şeyi severse kendisi için sever. Çünkü o şeyi sevmesi, özünde güzel bulduğu içindir. En güzel sevgi de böyle olanıdır. Çünkü buna dıştan bir şüphe garazı girmez. Gerekçesine gelince, her güzel cemâl sevilir, aksi düşünülemez. Ama bunu anlayan pek azdır.
Hal böyle iken, hayal darlığında kısılıp kalan sanır ki, güzel cemâl, bir histen ya da bir hayalden ibarettir.
(El-Mürştdü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Muminîn'den...)
İnsan, hoşlandığı bir şeyden ne kadar tad alırsa, o kadar çok sever. Sevgi duyulan şeyler, duygulara göre değişir. Göz, görülen şeylerden hoşlanır. Kulak işittiği şeylerden lezzet alır. Burun duyduğu güzel kokulardan zevk duyar.
İşte böylece bütün duygular kendi yaradılışına göre, uygun bulduğu şeylerden zevk alır ve ona göre sever.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi; güzel koku, kadın, gözümün nuru namaz."
Bu hadis-i şerifle, beş duygunun meydana getirdiği zevklerin ötesinde bir başka tadın ve bir başka sevimli halin varlığına işaret edilmektedir. Çünkü namaz, dıştaki duyguların tad alacağı bir hal değildir. Bu durum karşısında, bâtın gözü ortaya çıkıyor.
Batın gözü, yani basiret zahir gözden daha kuvvetlidir. Bâtın gözü tabiatıyla kalptir. Kalbin idraki, dış gözden çok keskindir. Bu böyledir. Mânâ âlemi, daima maddî âlemden ileridir. Düşününüz ki, akılla idrak edilen mânâ güzelliği, dıştaki suretlerin ifade ettiği mânâlardan daha toplu ve daha büyüktür.
Şüphesiz kalbin, İlâhî ve kudsî işlerden aldığı tadı, zahirî duygularla almak mümkün değildir. Kalbin aldığı tad, çok şümullü ve tamdır. Kalbin eriştiği olgun ve eksiksiz zevkten sonra, ikinci bir hal meydana çıkar, o da, hatalardan salim kalbin, kudsî âleme yönelmesi sonunda alacağı lezzettir. Bu, bozuk duygulara nis- betle tamamen eksiksiz ve şümullüdür.
Sevgi için verilecek mânâ, tadı sezilen bir şeye meyilden başka değildir. Bu mânâyı, yaptığı kusur sonunda, behaim derecesine düşenden başkası inkâr etmez. Böyle bir hale düşen, dış duyguları aşıp, öteye asla geçemez.
Şunu iyi bilesin ki, insana en sevimli gelen şey, hayatını devam ettirmektir. Çünkü insan, en çok nefsinin bir musibete uğramasına üzülür. Ve nefsinin daima iyilik içinde yüzmesini ister.
Sonra insan, kendine iyilik edeni de sever. Çünkü insan iyiliğin kuludur. İnsan bir şeyi severse kendisi için sever. Çünkü o şeyi sevmesi, özünde güzel bulduğu içindir. En güzel sevgi de böyle olanıdır. Çünkü buna dıştan bir şüphe garazı girmez. Gerekçesine gelince, her güzel cemâl sevilir, aksi düşünülemez. Ama bunu anlayan pek azdır.
Hal böyle iken, hayal darlığında kısılıp kalan sanır ki, güzel cemâl, bir histen ya da bir hayalden ibarettir.
(El-Mürştdü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Muminîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.