Fransa cepheleşecek
Değerlendirmeyi kaleme alan Madeleine Bunting, "Laiklik çıldırdı" başlıklı yazısında, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'ın baş örtüsüne yasak getirme konusundaki kararlılığının ülkede yıllar sürecek bir cepheleşmeye yol açacağını dile getiriyor. Guardian yazarı, Fransa'da çok kültürlülükten değil, entegrasyondan söz edildiğini belirterek, bu son gelişmenin devletin tamamen tarafsız olması gerektiği anlayışından kaynaklandığını yazıyor.
"Fransa'da laikliğin kökleri bir zamanların olağanüstü güçlü Katolik Kilisesi'ni zayıflatmak için verilen mücadeleye uzanıyor. Şu soruyu sormak mümkün. Bunca siyasî, aklî ve duygusal enerji, entegrasyonun daha acil konularına yönelse daha yerinde olmaz mıydı? Örneğin Fransa'da nüfusu üç buçuk (Recep Bahar'ın notu: Doğrusu 5 milyon) milyonu bulan Müslüman nüfus içindeki yüksek işsizlik ve toplumsal yıpranmayla baş edilse."
Bunun adı dayatmacı tavır
Guardian yazarı, bu gelişmeyle Fransa'daki liberal siyaset anlayışının dayatmacı bir tavır alıp, üstünlüğünü ispatlamak için yasama yolunu tercih ettiğini savunuyor. Yazar, Fransa, "sağırlar diyaloğunun en mükemmel örneğini veriyor" dedikten sonra yazıyı şöyle tamamlıyor: "Din, Afganistan'dan Teksas'a, şiddete daha yatkın ve daha iddialı şekilde yükselişe geçiyor. Liberalizm, ekonomik, askerî ve kültürel alandaki saldırgan tezahürlerini ve aynı şekilde, yükselişe geçen din ile ilgili fenomeni üretmekte oynadığı rolü de görmüyor."
Yapılacak başka işler var
Avrupa basınından başka örnekler de verelim...
Paris Normandie başörtüsü tartışmasının gereksiz olduğunu yazıyor:
"Saddam Hüseyin yakalandı, Avrupa Birliği'nde bölünme var, dünya ekonomisi toparlanmakta yavaş, işsizlik artıyor, ama Fransa laikliği tartışmayı tercih etti." Sol görüşlü Fransız Liberation gazetesi, sağ görüşlü Chirac'ın yaptığı açıklamanın gelecek yılki yerel seçimler ile çok bağlantılı olduğunu belirtip hükümetin bu nedenle başörtüsü tartışmalarını acil bir konu olarak ele aldığını ve Cumhurbaşkanı Chirac'ın da Yahudi veya Müslüman takvimlerine göre bayram olan günleri tatil ilan etmeyi bu nedenle reddettiğini yazıyor.
Liberation'a göre Cumhurbaşkanı Chirac'ın amacı başka. Şunları yazıyor gazete: "Chirac bu yolla aşırı sağın, Fransa'da Müslümanları toplumla bütünleştirme çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasını istismar etmelerini engellemeye çalışıyor." Gazete, Müslüman nüfusu Fransız toplumuyla bütünleştiremediği için de Chirac'ı suçluyor. Almanya'da Süddeutsche Zeitung, başörtüsü tartışması giderek bölücü bir hâl aldığı için Cumhurbaşkanı'nın müdahale etmek zorunda kaldığını iddia ediyor.
Asıl hedef Müslümanlar
İsviçre'de yayınlanan Tribune De Geneve, "Peki ya üstünde Süperstar Hazreti İsa" yazılı tişörtler ne olacak?" diye sorarak farklı bir çizgi izliyor. Ve, Fransa hükümeti her ne kadar aynı şey Hıristiyanlar ve Yahudiler için de geçerli dese de, asıl hedefin Müslümanların başörtüsü olduğunu belirtiyor.Yasağın nedeni sömürgeci mantıkTercüman'dan Nazlı Ilıcak, Fransa'da başörtüsü yasağının altında yatan gelişmeleri ve bu yasağı getiren aşamaları yorumluyor:
"Başörtüsü tartışması Fransa'ya da sirayet etti. Oysa, Fransız Danıştayı'nın 1989 ve 1992 yıllarında aldığı kararlar, liberal bir çizgiyi yansıtıyordu. Ama, kültürlerarası çatışma ve Fransa'nın sömürgeci mantığıyla olaylara bakışı yüzünden, türban karşıtlığı derinleşti ve "yabancı düşmanlığı" görüntüsüne büründü. İslâm kimliğinin asimile edilemeyeceği, kamu alanındaki farklılaşmanın ülke bütünlüğünü bozacağı düşüncesi ağır bastı. Bir de buna, Fransa'da laikliğin doğuşundaki şartlar ilâve edilirse, bugünkü durumu anlamak kolaylaşacaktır.
Kilise ve siyasî hâkimiyet
Laikliğin temelinde Kilise'nin siyasî hâkimiyetinin kırılması amacı yatar. Ticaret ve sanayi devrimiyle zenginleşen burjuvazi sınıfı (şehirliler), kral ve aristokrasinin arkasındaki manevi güce, Kilise'ye karşı geldiler; kendilerine özgür bir siyasî alan açmak istediler. Zenginleşen burjuvazinin mülkiyet hakkı güvence altında değildi. Kral ve Kilise, onun tüm mal varlığı üzerinde keyfi tasarrufta bulunabilirdi. Fransa'da laiklik, iktidar mücadelesinin bir parçası olarak ortaya çıktı. Kilise'nin manevi otoritesine karşı, devrimcilerin filozofları vardı. Bu filozoflar, herkesin aklıyla, evrensel hakikatlere ulaşabileceklerini söylediler. Fransız ihtilâlinde manastırlar kapatıldı, papazlar giyotinde kellelerini kaybetti. Almanya'da ise, dinde reform yapıldı; Protestan mezhebine geçildi ve Katolik Kilisesi'nin hâkimiyeti kırıldı. Almanya'da din düşmanlığı değil, dinin özgürleşmesi söz konusuydu. Çünkü Kilise, İsa'nın yeryüzündeki temsilcisi, ruhban sınıfı ise İncil'i tefsir edebilecek yegâne kurum olarak mütalâa ediliyordu. "Ezeli ve değişmeyen doğruların" tek sahibi Kilise idi. Bu doğrular Skolalar'da okutulurdu. Reform ile, din değil, Kiliselerin dogmaları yıkıldı. Luther, dinî konularda başvurulacak kaynağın İncil olduğunu söyledi, ruhban sınıfının diğerlerinden farklı ve imtiyazlı olmadığını belirtti. Müslümanlığın Sünni yorumunda da imtiyazlı bir ruhban sınıfı yoktur. Ayrıca camilerin veya din adamlarının siyasi hâkimiyeti söz konusu değildir. Bunun yanı sıra, ülkemizin tarihî şartları Fransa'daki şartlara uymuyor. Bu yüzden, laiklik, ülkemizde bir din düşmanlığı şeklinde gelişmemeliydi."Bu manşetin sırrıYapı Kredi Bankası'nın sahibi Mehmet Emin Karamehmet, Akşam gazetesinin sahibidir. Karamehmet, devlete olan 6.3 milyar dolarlık borcu nedeniyle hükümetle iyi geçinmek istiyor. Dolayısıyla Akşam'da hükümete karşı eleştiri pek yer almaz. Bunun yerine övgüler yer alır. Vergi haberleri bile "acısız" verilir. Üst üste gelen vergi haberleriyle milletin morali bozuluyor ama Akşam'ın bozulmuyor. Ne de olsa Pamukbank'tan ve Yapı Kredi'den hortumlanan 6.3 milyar dolar var...Çuvalı ne çabuk unuttuk?Bağdat Bülbülü... Çukurda yakalandı... Yanına şerefini almayı unutmuş... Çikolata yedi, Seven Up içti... Dublörü metresiyle yatmış... Gazetelerimizdeki başlık ve yorumlar aşağılayıcı... Televizyonlarda dönüp duran görüntüler onur kırıcı... Amerikan yönetimi ve medyası klasik aşağılama taktiklerini uyguluyor. O kadar ki Vatikan Dışişleri Sorumlusu Kardinal şunları söylemekten kendini alamıyor: "Saddam'ın bir sığır gibi dişlerini kontrol ettiklerini gördüğümde insan olarak kendimden utandım.." Bu tür küçültme propagandası Amerika'nın işine gelebilir, acaba aynı ucuz dolmuşa binmekte bizim ne gibi çıkarımız var? Hem biz "aşağılayanlar" cephesinde miyiz "aşağılananlar" safında mı?
Askerinin başına çuval geçirilen kimdi? Geçiren kim? Hepimizin bildiği hikâyedir. Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı sırasında birilerinin aşağılamak amacıyla yere Yunan bayrağı serdiğini görünce:
- Kaldırın o bayrağı yerden, demiş, bir ulusu temsil ediyor...
Şimdi kafasında bit ararken görüntüledikleri Saddam, katil de hırsız da olsa yirmi küsur yıl Irak'ın liderliğini yapmış bir devlet başkanıdır. 14 yıl öncesine kadar da ABD'nin yakın dostuydu...
Amerika bugün kendi işgalci ve saldırgan kimliğini unutturmak için Saddam'ı dünyanın en büyük düşmanı rolüne sokmak isteyebilir. Bizim derdimiz nedir? ABD'ye yalakalık Saddam'ın içine düştüğü durumdan daha mı onurlu?