Bütün bir kesret aleminin tekrar vahdet' e inkılâp etme meyli eşyanın tabîatında mevcuttur. Varlıklar kemalini insanda bulur. Muhabbetin mevzuu ne kadar mükemmel ise onda ki kemal ve yakıcılık da o nispettedir. Çiftlerin cismaniyet ve rühaniyet ile, ilahî lezzetleri teneffüs etmesi, onları ilahî rabıta ve muhabbetle Hakk Teala"ya müteveccih ilahî derinliğe ve hakîkat yolculuğuna götürür. Hilkatin ibret ve hikmetlerine müstağrak kılar Leyla seneler sonra Mecnun' un yanına gelir, Mecnun onunla alakalanmaz Leyla: "-Benim için çöllere düşen sen değil miydin?" der. Mecnun: "izafî ve gölge olan Leyla aradan çıktı ve eridi "diye karşılık verir. Mecnun' un hayatının gayesi olan Leyla, ilahî muhabbete bir basamak teşkil etmiştir. Mecnun, hakîkatini aradığı ilahî muhabbet aleminde yerini bulunca, hayatındaki Leyla'nın rolü bitmiştir.Mesnevi hikayelerinde geçen Leyla, sonunda ilahî muhabbete dönen ve kişiliğini Hakk' la aynileştiren ilahî aşkın sembolüdür. Diğer bir ifadeyle Leyla, gönülleri mecnun eden, fizikî iradeyi sıfırlandıran ilahî bir aşk ufkudur. Bu bakımdan Leyla'lar ile başlayan muhabbet macerası Mevla'da sükun bulur.Leyla nihayet sıradan bir insandır. Aşığını adı Kays iken Mecnun (deli) olarak dillere destan eder. Fakat o ma'şuk, Leyla değil de, Kainatın varlık sebebi ve Allah (c.c.)'ın "habibim" hitabına mazhar bir varlık olursa kim bilir aşık ne hale gelir.Şimdi bir kaç misal ve bir kaç mısra ile bunu tebarüz ettirelim. Mevlana (k.s.)'dan bir menkıbe ile başlayalım. Mevlana murîdesi Gürcü Hatun'un paşa olan beyi Kayseri'ye ta'yin olur. Gürcü Hatun, Selçuklu sarayının meşhur ressam ve nakkaşı Aynü'd-Devle'yi Mevlana' ya gizlice resmini çizip kendisine getirmesi için gönderir. Ressam gafilane huzura çıkıp vaziyeti Mevlana' ya anlatır. O da mütebessim bir şekilde:"-Sana emredileni arzu ettiğin şekilde yerine getir" der. Ressam çizmeye başlar. Fakat, her çizdiğinde kağıttakini ayrı, karşısındakini ayrı görür. Tam yirmi adet kağıt eskitir. Sonunda da aynı netice olur. Ressamın san'atı kendi çizgilerinin içinde kaybolur. Mevlana' nın ellerine kapanır. - "Bir dînin velîsi böyle olursa, kim bilir nebîsi nasıl olur?"diyerek, heyecan ve dehşet içinde kalır.İmam Malik (r a), Rasûlullah (s a v) ile aynileşmenin vecdi içinde yaşadı. Medîne-i Münevvere' de hayvan üzerine binmedi. Def'-i hacete çıkmadı. Ravza' da imam iken hep kısık sesle konuştu Devrin halîfesi Ebû Cafer Mansur yüksek sesle konuşunca; "Ya Halîfe' Bu mekanda sesini kıs. Allah'ın (c.c.) ihtarı senden çok faziletli insanlar üzerine indi" buyurdu. Hucûrat Süresi, Ayet 2:"Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamberle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir."Yine İmam Malik Hazretleri, kendisine zulmeden Medine valisine hakkını helal etmiş."Mahşerde Rasûlullah (sav) torunu olan bir zata davacı olmaktan haya ederim" buyurmuştur. Üstad Es'ad Erbili Hazretleri Rasûlullah'a (sav) olan ateşi içinde yanışım ne güzel takdîm eder "Ne mümkün bunca ateşle şehid-i ışkı gasil etmek, Cesed ateş kefen ateş hem ab-ı hoş-guvar ateş." (Bu kadar ateşle aşk şehîdini yıkamak mümkün mü? Ceset ateş, kefen ateş, şehîdi yıkayacak hoş tatlı su dahî ateş kesilmiş)Azerî şairi Fuzuli ise meşhur Su Kasîdesi'nde "Saçma ey göz eşkden gönlümdeki yare su Kim bu denli tutuşan odlare kılmaz çare su" "-Ey gözüm, yaşlarını dökme, sînemdeki ateşi söndüremezsin" der.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.