Kriz üstüne krizle geçirdiğimiz, ekonomik daralmanın büyümenin yerini aldığı son yıllarda maalesef tam bir geri gidiş ortamındayız. Hergün biraz daha fakirleşen, hayatta tek gayesi evinde bir tencere yemek bulabilmek haline gelen insanımıza, bunalımlardan çıkış için gösterilen yol da maalesef ateşin üstüne dökülecek benzin mesabesinde. Bugünkü noktaya uzun zamandan beri piyasa ekonomisi, liberalleşme, globalleşme gibi kavramlarla ifade edilip, dünyanın ve çağın gereği iddiasıyla uygulanan politikalar -ki bunların adına vahşi kapitalizm demek gerekir- sonucu geldik. Fakat bizlere krizleri, çığ gibi büyüyüp milleti ezme noktasına getiren iç ve dış borçları, bozulmuş bir kamu maliyesini, durma noktasına gelmiş yatırımları, dengesi alt-üst olmuş ticaret açıklarını, açık pazar haline gelmiş ülkeyi ve sürekli küçülen ekonomiyi armağan edenler, dışarıdaki ortaklarıyla birlikte yine karşımızdalar ve çözümün adresi olarak yine kendilerini ve uyguladıkları politikaları gösteriyorlar.
IMF'nin Türkiye temsilcisi ya da müfettişi gibi hareket eden ekonomi bakanımız, Cumhuriyetin tarihinde zorluklarla ve fedakarlıklarla kurulan birikimlerini az bir para karşılığı özelleştirmek (Telekom, THY) ya da tamamen kapatmak (Emlakbank, Esbank, vs..) gerektiğini bize açıklıyor. Devlet ekonomiden ve tarımdan (uyguladığı destekleme alımlarıyla) tamamen çekilirken, Gümrük Birliği ile Avrupa'nın pazarı haline gelen ve yerli ekonomisi felç olan ülkemizin, tamamen dışa açık olmasını hatta yabancıların kendi vatandaşlarımızdan daha üstün olmasını (tahkim ve benzeri yasalar) çözüm paketinin içinde sunuyor. Takas ihalesi adı altında iç borçlar gayet yüksek faizlerle dolara bağlanırken, menfaatlerine kavuşan bankalar ekonomi bakanı tarafından "ülke sorumluluklarına uydukları"iddiasıyla takdir ediliyorlar. Piyasada iş yapmak/iş kurmak bir yana, her gün kapanan işyerleri ve iflas haberleri geliyor. İşsizlik giderek yayılıyor, sosyal sıkıntılar artıyor. Para sermaye piyasası (borsa) ve bankalarda, ve bunların yabancı ortaklarında toplanırken yerli girişimciler çaresiz durumda. Bu ortamda mevcut politikaların devamı demek intihar anlamına geliyor aslında.
Aslında durumumuz Cumhuriyet'in kurulduğu yıllara benziyor. O zamanlar 12 yıllık aralıksız savaşlar sonrası halkı ve ekonomisi bitap düşmüş, çok az fabrikası ve üretim tesisi ya da yolu olan (ki bunların da çoğu yabancı şirketlerin elindeydi), üstüne üstlük bir de düyunu umumiye borçlarını ödemek zorunda kalan Türkiye vardı. Bu zor şartlar altında yabancı devletler bize sanayiden uzak durmamızı, tarımla uğraşıp gereken endüstriyel malları onlardan ithal etmemizi salık veiyorlardı. Fakat Atatürk, bu maksatlı tavsiyelerin hiçbirine itibar etmeden, ülkeyi topyekün kalkındıracak bir seferberliğe başladı. Bu seferberlik aslında yeni açılan okullardan, sağlığa kadar devletin halkına hizmet etmesi gereken alanları kapsadığı gibi, milletin kendi imkanlarıyla karşılamasının mümkün olmadığı sanayi ve bayındırlık yatırımlarını da içeriyordu.
IMF'nin Türkiye temsilcisi ya da müfettişi gibi hareket eden ekonomi bakanımız, Cumhuriyetin tarihinde zorluklarla ve fedakarlıklarla kurulan birikimlerini az bir para karşılığı özelleştirmek (Telekom, THY) ya da tamamen kapatmak (Emlakbank, Esbank, vs..) gerektiğini bize açıklıyor. Devlet ekonomiden ve tarımdan (uyguladığı destekleme alımlarıyla) tamamen çekilirken, Gümrük Birliği ile Avrupa'nın pazarı haline gelen ve yerli ekonomisi felç olan ülkemizin, tamamen dışa açık olmasını hatta yabancıların kendi vatandaşlarımızdan daha üstün olmasını (tahkim ve benzeri yasalar) çözüm paketinin içinde sunuyor. Takas ihalesi adı altında iç borçlar gayet yüksek faizlerle dolara bağlanırken, menfaatlerine kavuşan bankalar ekonomi bakanı tarafından "ülke sorumluluklarına uydukları"iddiasıyla takdir ediliyorlar. Piyasada iş yapmak/iş kurmak bir yana, her gün kapanan işyerleri ve iflas haberleri geliyor. İşsizlik giderek yayılıyor, sosyal sıkıntılar artıyor. Para sermaye piyasası (borsa) ve bankalarda, ve bunların yabancı ortaklarında toplanırken yerli girişimciler çaresiz durumda. Bu ortamda mevcut politikaların devamı demek intihar anlamına geliyor aslında.
Aslında durumumuz Cumhuriyet'in kurulduğu yıllara benziyor. O zamanlar 12 yıllık aralıksız savaşlar sonrası halkı ve ekonomisi bitap düşmüş, çok az fabrikası ve üretim tesisi ya da yolu olan (ki bunların da çoğu yabancı şirketlerin elindeydi), üstüne üstlük bir de düyunu umumiye borçlarını ödemek zorunda kalan Türkiye vardı. Bu zor şartlar altında yabancı devletler bize sanayiden uzak durmamızı, tarımla uğraşıp gereken endüstriyel malları onlardan ithal etmemizi salık veiyorlardı. Fakat Atatürk, bu maksatlı tavsiyelerin hiçbirine itibar etmeden, ülkeyi topyekün kalkındıracak bir seferberliğe başladı. Bu seferberlik aslında yeni açılan okullardan, sağlığa kadar devletin halkına hizmet etmesi gereken alanları kapsadığı gibi, milletin kendi imkanlarıyla karşılamasının mümkün olmadığı sanayi ve bayındırlık yatırımlarını da içeriyordu.
Mustafa Talhaoğlu / diğer yazıları
- KOBİ'lerle kalkınma / 21.06.2002
- Kâr/zarar / 24.05.2002
- Amerika AŞ.'nin Sonu mu Geliyor ? / 21.05.2002
- Enron ve Türkiye / 11.05.2002
- Merkez ve Büyüme / 07.05.2002
- Vergiler / 29.04.2002
- Devlet desteklemiş, Japon yapmış... / 25.04.2002
- Krizden harcamayla mı çıkılır yoksa tasarrufla mı? / 23.04.2002
- Dolar düşüyor. Sevinelim mi ? / 09.04.2002
- Yeni ekonomik program / 28.03.2002
- Kâr/zarar / 24.05.2002
- Amerika AŞ.'nin Sonu mu Geliyor ? / 21.05.2002
- Enron ve Türkiye / 11.05.2002
- Merkez ve Büyüme / 07.05.2002
- Vergiler / 29.04.2002
- Devlet desteklemiş, Japon yapmış... / 25.04.2002
- Krizden harcamayla mı çıkılır yoksa tasarrufla mı? / 23.04.2002
- Dolar düşüyor. Sevinelim mi ? / 09.04.2002
- Yeni ekonomik program / 28.03.2002