AKP hükümeti 2002 yılında iktidara geldiğinden bu zamana kadar milli iradeyi kendisinin temsil ettiğini söyleyerek Türkiye Cumhuriyeti üzerinde her türlü yetkinin kendisinde olduğunu belirtmektedir.
Bu nedenle hükümet olarak kendi uygulamalarını hukuki yönden denetleyecek kurumlarını Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Cumhuriyet Savcılığı dahil herhangi bir kanuni uyarı olduğu zaman bunu kabul etmemektedir.
Bunu da “atanmışlar seçilmişleri denetleyemez, kararlarına ve uygulamalarına müdahale edemez” diyerek karşı çıkmaktadır. Çünkü seçilmişlik sonucu kendisine milli iradenin verildiği ve milli iradeye karşı bunu bir müdahale olarak görmektedir.
Geçenlerde AKP taraftarı bir konuşmacının “demokrasi eşittir sandık” demesi ile gerçek yüzlerini ortaya koymaktadırlar. Sanki milli irade toplumdaki oyların en yüksek kısmını alan parti ne isterse o olur, bize kimse karışamaz, karışırsa demokrasiye müdahale edilmiş bir durum gibi göstermektedirler.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasınca yetkileri belirlenmiş olan Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Cumhuriyet Savcılığı gibi kurumların kendileri üzerlerindeki kararlarını kabul etmemekte ya da kanun değişikliği ile onları geçersiz hale sokarak ülkeyi yönetme, bölme, satma konusunda tek yetkili olduğunu göstermektedir. Nitekim son kanun değişikliği ile Danıştay ve Yargıtay kaldırılıp bunların yerine hükümetin atadığı yargıçların, hakimlerin yer alacağı sözde temyiz mahkemleri kurulacak. Hükümetin hakimleri ile yargıçları ile ne gibi kararlar alacağını tahmin edebilirsiniz.
Öncelikle milli irade nedir onu bir tanıyalım. Milli irade toplumu, ülkeyi ekonomik, siyasi, toplumsal ve sosyal yönden daha iyiye götürebilmek söylemi ile sahneye çıkan, bu yönde plan ve programları olan siyasi kişi ve partilerin eşit şartlarda seçimlere katıldığı bir demokratik ortam gerektirir. Bu da şu anda Türkiye’de yoktur.
Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasi alanda üç tane büyük parti olmasına rağmen ülkenin toplumsal refah ve huzurunu sağlayacak programları olmayan sadece günlük olaylar konusunda farklı görüşleri kayıkçı kavgası, sokak kabadayısı ağzı ile birbirlerine saldıran, toplumu geren, bölen ve kutuplaşmaya yol açan parti liderleri vardır. Bu parti liderleri ne derse o partide o olmaktadır. Yani demokrasi denen olgunun partiler içinde dahi olmadığı net bir biçimde kamuoyunda görülmektedir.
Bu liderler kendi milletvekillerine ve partilerine “sizler yok ben varım, ben ne dersem o olur, siz benim sayemde seçildiniz, bu sıralara geldiniz, ben evet dersem siz de evet diyeceksiniz, ben hayır dersem siz de hayır diyeceksiniz. Kanun tekliflerinde ben istersem el kaldıracaksınız, istemezsem kaldırmayacaksınız” diyorlar.
Hatta AKP başkanı Recep Tayyip Erdoğan AKP trenini terk eden bir daha bu trene binemez. Ben gidersem parti diye bir şey kalmaz söylemi ve düşüncesi ile hareket etmektedir. Gerçekten de bu, toplumda da böyle görülmektedir ve kabul edilmektedir.
Türkiye’de seçmenler partilere, parti programlarına değil, parti liderlerinin karizmatik yapısına, konuşmasına, masaya vurmasına, Türkiye içinde medyadan ve Türkiye dışında ABD, AB ve İsrail’den destek durumuna göre bu parti ve liderlerine oy vermektedir.
Ülke içinde şu anda % 90’a yakın medya AKP yandaşı, destekçisi, işbirlikçisi ya da biat etmiş vaziyette AKP kontrolü altındadır. Bu yönü ile AKP hükümeti TRT dahil Türk milleti üzerinde büyük bir zihin yıkama faaliyeti içinde olayları istediği yönden gösterme, yönlendirme, teslim olma, kabul etme, korkutma, pasifleştirme imkanına kavuşmuştur.
En son olarak Danıştay, Yargıtay gibi anayasal kurumlar sözde seçilmişlerin verdikleri gayri kanuni, anayasa dışı, hukuk dışı uygulamalarına engel olabileceği için ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Bu sayede yürütmeyi yani siyasal erkin uygulamalarına her türlü kanun dışı da olsa engelleyecek bir kurum ve kuruluş yani itiraz makamı bırakılmayacaktır. Onların deyimi ile seçilmişleri atanmışlar denetleyemez, karışamaz, engelleyemez. Bu sayede ülkeyi istedikleri gibi demokrasi dışı yönetme, bölme, satma, yapısını değiştirme imkanlarına kavuşacaklardır. Çünkü onlara göre milli iradeyi kendileri temsil etmektedir, onlar derse o olacaktır. Eğer halk bu uygulamaları beğenmezse onlara oy vermeyerek onları istemediğini göstermelidir. Ancak biliyorlar ki bu halk ister hükümet yardımları ile ister popülist yaklaşımlarla, yandaş işbirlikçi medyanın göz ve beyin boyaması ile din-iman-İslam kavramları ile açılım ve saçılım politikaları ile her zaman aldatmak ve oyunu tekrar almak mümkündür.
Ayrıca kendilerine seçenek olabilecek parti ve liderlerini istihbarat ile yaptırdıkları skandal kasetlerini ve olaylarını ortaya koyarak halkın gözünde küçültmek, karalamak ve ortadan kaldırmak mümkündür.
Dolayısıyla Türkiye’de halk da demokrasi sadece dört yılda bir seçimlerde oy vermek ve bunun sonucuna katlanmak olarak bilir ve kabullenir.
Ve bunun sonucunda başına kötü siyasi, ekonomik, sosyal sorunlar gelince, “ne yapalım iktidar ellerinde, halkın % 50’ye yakını onlara oy verdi, O ne derse o olur” diyerek demokrasiyi kabullenmiştir. Ancak halkımız düşünmez ki Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmeye aday istekli bir parti lideri kendisine oy veren vermeyen bütün milletin beklentilerine olumlu cevap vermek durumundadır. Yani kendisine oy vermeyen bir şehre, kasabaya, beldeye, köye baskı yapamaz, hizmetlerini aksatamaz ve oraya düşmanlık ve ayrımcılık yapamaz. Tersine oy veren bir şehre, belediyeye yardım, destek ve pozitif ayrım yani kayırma yapamaz.
Bu nedenle hükümet olarak kendi uygulamalarını hukuki yönden denetleyecek kurumlarını Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Cumhuriyet Savcılığı dahil herhangi bir kanuni uyarı olduğu zaman bunu kabul etmemektedir.
Bunu da “atanmışlar seçilmişleri denetleyemez, kararlarına ve uygulamalarına müdahale edemez” diyerek karşı çıkmaktadır. Çünkü seçilmişlik sonucu kendisine milli iradenin verildiği ve milli iradeye karşı bunu bir müdahale olarak görmektedir.
Geçenlerde AKP taraftarı bir konuşmacının “demokrasi eşittir sandık” demesi ile gerçek yüzlerini ortaya koymaktadırlar. Sanki milli irade toplumdaki oyların en yüksek kısmını alan parti ne isterse o olur, bize kimse karışamaz, karışırsa demokrasiye müdahale edilmiş bir durum gibi göstermektedirler.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasınca yetkileri belirlenmiş olan Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Cumhuriyet Savcılığı gibi kurumların kendileri üzerlerindeki kararlarını kabul etmemekte ya da kanun değişikliği ile onları geçersiz hale sokarak ülkeyi yönetme, bölme, satma konusunda tek yetkili olduğunu göstermektedir. Nitekim son kanun değişikliği ile Danıştay ve Yargıtay kaldırılıp bunların yerine hükümetin atadığı yargıçların, hakimlerin yer alacağı sözde temyiz mahkemleri kurulacak. Hükümetin hakimleri ile yargıçları ile ne gibi kararlar alacağını tahmin edebilirsiniz.
Öncelikle milli irade nedir onu bir tanıyalım. Milli irade toplumu, ülkeyi ekonomik, siyasi, toplumsal ve sosyal yönden daha iyiye götürebilmek söylemi ile sahneye çıkan, bu yönde plan ve programları olan siyasi kişi ve partilerin eşit şartlarda seçimlere katıldığı bir demokratik ortam gerektirir. Bu da şu anda Türkiye’de yoktur.
Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasi alanda üç tane büyük parti olmasına rağmen ülkenin toplumsal refah ve huzurunu sağlayacak programları olmayan sadece günlük olaylar konusunda farklı görüşleri kayıkçı kavgası, sokak kabadayısı ağzı ile birbirlerine saldıran, toplumu geren, bölen ve kutuplaşmaya yol açan parti liderleri vardır. Bu parti liderleri ne derse o partide o olmaktadır. Yani demokrasi denen olgunun partiler içinde dahi olmadığı net bir biçimde kamuoyunda görülmektedir.
Bu liderler kendi milletvekillerine ve partilerine “sizler yok ben varım, ben ne dersem o olur, siz benim sayemde seçildiniz, bu sıralara geldiniz, ben evet dersem siz de evet diyeceksiniz, ben hayır dersem siz de hayır diyeceksiniz. Kanun tekliflerinde ben istersem el kaldıracaksınız, istemezsem kaldırmayacaksınız” diyorlar.
Hatta AKP başkanı Recep Tayyip Erdoğan AKP trenini terk eden bir daha bu trene binemez. Ben gidersem parti diye bir şey kalmaz söylemi ve düşüncesi ile hareket etmektedir. Gerçekten de bu, toplumda da böyle görülmektedir ve kabul edilmektedir.
Türkiye’de seçmenler partilere, parti programlarına değil, parti liderlerinin karizmatik yapısına, konuşmasına, masaya vurmasına, Türkiye içinde medyadan ve Türkiye dışında ABD, AB ve İsrail’den destek durumuna göre bu parti ve liderlerine oy vermektedir.
Ülke içinde şu anda % 90’a yakın medya AKP yandaşı, destekçisi, işbirlikçisi ya da biat etmiş vaziyette AKP kontrolü altındadır. Bu yönü ile AKP hükümeti TRT dahil Türk milleti üzerinde büyük bir zihin yıkama faaliyeti içinde olayları istediği yönden gösterme, yönlendirme, teslim olma, kabul etme, korkutma, pasifleştirme imkanına kavuşmuştur.
En son olarak Danıştay, Yargıtay gibi anayasal kurumlar sözde seçilmişlerin verdikleri gayri kanuni, anayasa dışı, hukuk dışı uygulamalarına engel olabileceği için ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Bu sayede yürütmeyi yani siyasal erkin uygulamalarına her türlü kanun dışı da olsa engelleyecek bir kurum ve kuruluş yani itiraz makamı bırakılmayacaktır. Onların deyimi ile seçilmişleri atanmışlar denetleyemez, karışamaz, engelleyemez. Bu sayede ülkeyi istedikleri gibi demokrasi dışı yönetme, bölme, satma, yapısını değiştirme imkanlarına kavuşacaklardır. Çünkü onlara göre milli iradeyi kendileri temsil etmektedir, onlar derse o olacaktır. Eğer halk bu uygulamaları beğenmezse onlara oy vermeyerek onları istemediğini göstermelidir. Ancak biliyorlar ki bu halk ister hükümet yardımları ile ister popülist yaklaşımlarla, yandaş işbirlikçi medyanın göz ve beyin boyaması ile din-iman-İslam kavramları ile açılım ve saçılım politikaları ile her zaman aldatmak ve oyunu tekrar almak mümkündür.
Ayrıca kendilerine seçenek olabilecek parti ve liderlerini istihbarat ile yaptırdıkları skandal kasetlerini ve olaylarını ortaya koyarak halkın gözünde küçültmek, karalamak ve ortadan kaldırmak mümkündür.
Dolayısıyla Türkiye’de halk da demokrasi sadece dört yılda bir seçimlerde oy vermek ve bunun sonucuna katlanmak olarak bilir ve kabullenir.
Ve bunun sonucunda başına kötü siyasi, ekonomik, sosyal sorunlar gelince, “ne yapalım iktidar ellerinde, halkın % 50’ye yakını onlara oy verdi, O ne derse o olur” diyerek demokrasiyi kabullenmiştir. Ancak halkımız düşünmez ki Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmeye aday istekli bir parti lideri kendisine oy veren vermeyen bütün milletin beklentilerine olumlu cevap vermek durumundadır. Yani kendisine oy vermeyen bir şehre, kasabaya, beldeye, köye baskı yapamaz, hizmetlerini aksatamaz ve oraya düşmanlık ve ayrımcılık yapamaz. Tersine oy veren bir şehre, belediyeye yardım, destek ve pozitif ayrım yani kayırma yapamaz.
Prof. Dr. Hidayet Sarı / diğer yazıları
- Türkiye’de hekime şiddetin nedenleri / 25.05.2021
- Türk toplumunda psikososyal sorunların nedenleri / 24.05.2021
- Tek kişilik akıl mı ortak akıl mı? / 22.05.2021
- Şımartılmış Hasta Sendromu ve sağlık çalışanlarına şiddet / 21.05.2021
- Covid-19 salgını ile artan sorun: Kadına şiddet, aile içi şiddet / 27.03.2021
- 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadına şiddet! / 10.03.2021
- Sağlıkta dönüşümün bedeli - sağlık israfı - sağlık iflası / 07.03.2021
- Türk milleti neden mutsuz! / 05.03.2021
- 'İnandığın yolda yürü' / 02.03.2021
- Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp / 22.02.2021
- Türk toplumunda psikososyal sorunların nedenleri / 24.05.2021
- Tek kişilik akıl mı ortak akıl mı? / 22.05.2021
- Şımartılmış Hasta Sendromu ve sağlık çalışanlarına şiddet / 21.05.2021
- Covid-19 salgını ile artan sorun: Kadına şiddet, aile içi şiddet / 27.03.2021
- 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadına şiddet! / 10.03.2021
- Sağlıkta dönüşümün bedeli - sağlık israfı - sağlık iflası / 07.03.2021
- Türk milleti neden mutsuz! / 05.03.2021
- 'İnandığın yolda yürü' / 02.03.2021
- Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp / 22.02.2021