Milli varlığımıza yönelik dayatmalar
Şu ana kadar bu dipsiz topraklarda verdiğimiz şehit sayısı 11'e ulaşmıştır.
Öncelikle kendi ülkesinin ve kendi vatandaşının güvenliğini sağlamakla vazifeli olan askerimizi, bir el, Irak ve Suriye bataklığında Büyük Ortadoğu Projesi'nin son aşaması olan, büyük imha aşamasında harcama peşindedir.
İçeride darbe tehlikesi geçirerek yüzlerce vatan evladını kaybeden, doğu bölgelerinde adeta savaş şartlarının hüküm sürdüğü, sınır illerinin IŞİD tarafından her gün Katyuşa füzeleriyle vurulduğu bu muazzez ve kutlu vatan toprakları için kurtuluşun ne olduğu, bu kongrede "milli bütünlükle manevi bütünlüğü" aynı bayrak içinde şekillendirip dalgalandıran, Prof. Dr. Haydar Baş ve O'nun vatansever kadroları tarafından bir bir ortaya koyulacaktır.
Bu aziz kongre ve bu kongrede açılan "din ve vatan" bayrağının serin gölgesi hepimize kutlu olsun.
Bu sancılı sürece nasıl gelindi?
Hepimiz kabul etmeliyiz ki, Türkiye bu sancılı sürece, yönünü Washington'a, Avrupa'ya, Brüksel'e, Vatikan'a çevirip, bu çizgiye bent olduktan sonra girdi. Bu projeyi Türkiye'ye dikte ettirenler, Kestane Pazarı'nda ayarttıkları bir cami imamını Vatikan'ın misyonunun bir parçası yaparak güçlendirmişler, İslam'ın altını oymaya çalışacak ve devlete karşı darbe yapacak güce kavuşturmuşlardır.
Son yirmi yıldan beri ülkeyi yöneten siyasetçiler ise milliyetçisiyle-sosyal demokratıyla, dincisiyle-liberaliyle aynı koroya katarak "Batı'nın talimatlarının bir neferi haline gelmişlerdir."
Helsinki Kararları'ndan Kopenhag Zirvesi kararlarına, Laeken Zirvesi'nden Gümrük Birliği'ne kadar yapılan bütün müzakereler, sözde AB müzakere sürecine kadar atılan her imza ayrı bir teslimiyet, ayrı bir pranga meydana getirmiştir.
Bu süreçte yeri geldi Batı'ya şirin görünmek için kamu kuruluşlarından Türk kelimesini kaldırdık, yeri geldi T.C. harflerine düşman kesildik.
Yeri geldi AB'nin haçlı bayrağını kamu binalarına, belediye binalarına donattık, yeri geldi üniversitelerimizi, liselerimizi Brüksel komiserlerinin ve müfredatını emrine verdik.
Sonuçta da "eyvah kandırıldık" diye, "eyvah Gümrük Birliği'nden çıkalım" diye "eyvah, Avrupa bizi almayacakmış, Şangay Beşlisi'ne gidelim" diye feryat etmeye başladık.
Bu feryat sahiplerine deriz ki; "Zamanında sizi 'bu cadde çıkmaz sokak' diye uyaran, 'gelin Türk bayrağına sarılın, Brüksel'in haçlı bayrağını bırakın' diyen Prof. Dr. Haydar Baş'ı dinleseydiniz ne böyle feryad ü figan ederdiniz, ne de Mezopotamya çöllerinde çaresizce dolaşırdınız.
Biz Asya ülkesiyiz
Fransa Eski Cumhurbaşkanı ve yeni Cumhurbaşkanı adayı Sarkozy diyor ki;
"Türkiye, Avrupa'ya ait bir ülke değildir, Asya'ya aittir!"
Doğru söze ne hacet!
Evet, ey Sarkozy, ey Merkel, evet ey François Hollande, evet, ey Matteralla!
Biz Asya ülkesiyiz.
Biz bu topraklarda asırlardan beri, bir yanımızda Dede Korkut bir yanımızda Bilge Kağan'la, bir yanımızda Hacı Bektaş Veli bir yanımızda Şeyh Edebali ile yürüyen bir milletiz.
Bunu bile bile neden 50 yıldan beri bu ülkenin ruhunu ve özünü kaybetmiş siyasetçilerini kandırdın, oyaladın?
Evet, biz asırlardan beri Altay Dağlarının rüzgârıyla ve Horasan erenlerinin nefesiyle soluklanan bir milletiz.
Sayın Sarkozy, bu rüzgârı yeni mi fark etti?
Bu keskin soluğu yeni mi gördü?
Hayır!
Çünkü 50 yıldan beri oyaladıkları Türkiye'yi artık daha fazla oyalamanın gereği olmadığını ve bundan sonra "Siz Avrupalı değilsiniz, Asyalısınız, sizi Asyalı olarak kullanmaya devam edeceğiz" demek istiyorlar.
Ama Allah'ın izniyle bu muhteşem kongrenin, bu muhteşem topluluğun ve bu muhteşem liderin bütün dünyaya haykırdığı "milli bütünlüğümüz dini bütünlüğüzdür" çığlığı var oldukça bir daha bu milleti kullanamayacaklardır.
Bütün devlet erkânına, siyasetçilere, Batı'dan gelen her talimatı bugüne kadar korku içinde yerine getirenlere sesleniyorum:
"Korkmayın! Ve onların korktukları şey olun: Türk olun!
Korkmayın! Onları korktukları şey olun: Hakiki Müslüman olun!"
Hilal'in yanına haç koyanlar!
Türk bayrağını haç ile yan yana koyma sevdası aslında bugünün sevdası değildir. Bayrak tartışmaları sadece bugünün konusu değildir. Tarihte bu tartışmaların en acı örneklerinden birini Mithat Paşa'nın gerçekleştirdiğini görürüz.
Bugün AB'nin her emrine amade olan işbirlikçilerin, tarihteki en acı örneklerinden biriydi Mithat Paşa. Döneminde en hızlı İngiliz hayranlarından biri olarak biliniyordu. Tam bir İngiliz adamı idi. İngiliz istihbaratı BIS (British Intelligence Service), bankalar, Mason çevreler ve benzeri lobilerin Osmanlı'nın üzerine çullandığı bir dönemde İngiliz yanlısı Mithat Paşa, Batı çıkarları için son derece uygun bir kişiydi. Sadrazam olur olmaz, Mısır Hidivi İsmail Paşa'nın tahrikleri ile Mısır'a dış borçlanma yetkisi veren fermanı yayımladı ve böylece Mısır'ın İngiliz hâkimiyetine girmesine sebep oldu.
İşte bu Mithat Paşa, tarihimizin en utanç verici sayfalarından birine yol açacak, şanlı Türk bayrağına haç koyarak, İstanbul sokaklarında gezdirecekti!
Bu olayın gelişimi ise şöyle olacaktı:
1875 yılında Bosna Hersek'te ayaklanma çıkar. Buradaki ayaklanmaya müdahale eden Avrupa devletleri bazı reformlar yapılmasını isterler. Avusturya Hariciye Bakanı Kont Andrassy'nin yayınladığı bir beyannamede, Hıristiyanlarla Müslümanların bir arada bulunamayacağı, hilal ile salibin aynı bayrakta olamayacağı anlatılır.
Bu durum Mithat Paşa'yı hayli kızdırır. Çünkü ona göre hilalle haçın yanyana getirilmesinde hiçbir sakınca yoktur.
Hemen harekete geçer. Türk bayrağının yanına bir haç ilave ederek Dersaadet'te gezdirir. Bu vahim ve utanç verici durumu ise hatıralarını kaleme aldığı "Tabsıra-i İbret" adlı kitabında, kendisinden üçüncü şahıs gibi hürmet ve takdirle bahsederek şöyle anlatır:
"Mithat Paşa, sırf bu davayı yalanlamış olmak ve uygulamasını göstermek için Hıristiyanlardan gönüllü bir tabur asker oluşturarak ve sancaklarında Ay-Yıldızın yanına bir de haç ekleyerek sözü geçen taburu, İstanbul'da herkes gördükten sonra Niş askeri tümenine göndermiştir."
Yukarıdaki hadiseyi aktaran büyük tarihçi İsmail Hami Danişmend şu buruk yorumu da ekleyecekti:
"Bir milletin bayrağını hiçbir devlet adamının kendi keyfi kararı ile değiştirme salahiyeti yoktur. Bilhassa Haçlı ordusu savaşlarındaki zaferleriyle dünyaya ün salmış olan Türk milletine böyle bir muameleyi nasıl reva görürlerdi? O feci bayrak İstanbul sokaklarında gezdirilirken kim bilir ne gözyaşları dökülmüştür!"
Elbette ki çok gözyaşları dökülmüştü. Osmanlı topraklarında, bir Osmanlı bakanının, ecnebi bir ülkenin bayrağını, salibini Dersaadet'te dolaştırması görülmüş, duyulmuş bir olay değildi. Bu rezil olayın mimarı İngiliz işbirlikçisi olmanın gereğini yapmış, aynı zihniyet sarayda İngilizlerin talimatıyla padişah Abdülaziz'i katletmiş, Mısır'ın elden çıkmasına zemin hazırlamış ve "haçlı bayrağını Osmanlı topraklarında gezdiren adam" olarak tarihe adını yazdırmıştır.
Dün Türk bayrağının yanına haç koyarak İstanbul sokaklarında gururla gezdirenler olduğu gibi, bugün de AB sürecinde Türk bayrağının yanına haç koyarak dalgalandırmak isteyen yüzlerce, binlerce Mithat Paşa hayranı bulunmaktadır.
Mesele işte budur. Türk bayrağının yanına haç koymama meselesidir. Bütün mesele, misyonları salip ile hilali birleştirmek olanlarla, "bu birleşme olamayacak" diyenlerin meselesidir.
Haydar Hoca ve ekibi oldukça, haç'ın gölgesi bu coğrafyada asla hâkim olamayacak ve Türk bayrağı her zaman şanla ve şerefle dalgalanacaktır.
(Bu metin, Muharrem Bayraktar'ın 9 Ekim'de gerçekleşen Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler Sempozyumu'ndaki konuşmasıdır).