Nefsini tezkiye et, öyle bekle
Gaybet döneminde mü'minler birbirlerini sabra davet etmelidirler. Birbirlerine sabrı tavsiyeden maksat, mü'minin evlatlarına, yakınlarına, dostlarına, akrabalarına ve mü'min kardeşlerine, Hz. Mehdi'ye (a.s) inanmayı, gaybet süresinin uzaması karşısında sabırlı olmayı, bu süreçte kendilerine ulaşan bela, fitne ve zorluklara tahammül etmeyi, zorluklar karşısında inancından dönmeyip azim, sebat ve kararlılıkla, hak bildiği yolda yürümeyi tavsiye etmesidir. Burada şu noktayı önemle vurgulamak gerekir ki, sabır zulmü kabullenmek demek olmayıp, azim ve iradenin gevşememesi anlamına gelir. Gerçekte sabrın hak yolunda sebat göstermek anlamına geldiğini Kur'an-ı Kerim'den de anlamak mümkündür.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Şüphesiz, 'Bizim Rabbimiz Allah'tır' deyip sonra (bu söz üzerinde) sebat edenler -yok mu- onların üzerlerine melekler iner ve -derler ki- korkmayın, hüzne kapılmayın, size vaat olunan cennetle sevinin." (Fussilet, 30).
Bu ayette de belirtildiği gibi sabır, inandıktan sonra şu veya bu sebeple inancında gevşememek, doğruluğuna inandığı yolu azim ve kararla sürdürmektir.
Çirkin sıfatlardan nefsin arıtılması ve güzel ahlakla süslenilmesi her zaman ve her dönem için gerekli amellerdendir. Ancak, gaybet devrinde bunun bilhassa vurgulanmış olmasının nedeni, Hz. Mehdi (a.s) ile birliktelik şerefine nail olma ve onun ashabına katılabilmenin ancak bu yolla -nefsin kötülük ve çirkinliklerden arıtılmasıyla- mümkün olabildiği içindir.
Nu'mani kendi senediyle İmam Sâdık'tan şöyle rivayette bulunur:
"Kaim'in ashabından olmak isteyen kimse nefsini kötü hâl, alışkanlık ve davranışlardan temizleyip iyi ahlak sahibi olmalı ve bu haliyle onun zuhurunu beklemelidir. O kendisini bu şekilde temizler, yetiştirir ve bu halde ölür de onun ölümünden sonra zuhur gerçekleşirse, İmam'ı görüp ona ulaşanların sevabını kazanır. O halde gayretli olun ve onu bekleyin, ne mutlu size ey Allah'ın rahmetine muhatap olanlar!"
Hz. Mehdi'nin (a.s) ashabından olma şerefine nail olmak isteyen kimseler, İslam'ın önem verdiği birlik ve beraberliğe ve gerçek anlamda kalplerinin birbirine yakınlaşmasına önem vermelidirler. Bu noktaya riayet etmemek, onların Hz. Mehdi'den uzak kalmaları ve onu ziyaret etmekten mahrum olmalarının başlıca nedenlerinden biri sayılır.
İster Hz. Ali ve Hz. Fâtıma'nın soyundan gelen seyyidler gibi kan bağıyla, isterse âlimler ve mü'minler gibi manevi bağla Hz. Mehdi'ye yakınlıkları olan herkese hürmette bulunmak gerekir. Bu durumda, bizzat Hz. Mehdi'nin (a.s) kendisine hürmette bulunulmuş demektir. Bu hususta da sahih rivayetler vardır. (Mikyalu'l-Mekarim, c.2, s.177).