Ülkerspor basketbol takımı, İsrail'in Macabi Telaviv takımı ile yapacağı maç için yönetim kurulu kararı ile hükmen yenilgiyi göze alarak "savaş tehlikesi" nedeniyle İsrail'e gitmedi.
Askerlerin, basketbol takımları gibi böyle bir mantık yürütme durumları yok.Çünkü onların görevi zaten "savaşmak".
Asker dün Bosna, Kosova, Elhalil, yarın Afganistan'a emir verildiğinde gitmek zorunda. Ama Türk askeri asker de, İngiliz, Fransız, Amerikan askeri asker değil mi?
On yıl önceki Körfez savaşı sırasında hatırlayacaksınız Amerikan uçakları Irak topraklarını günlerce yoğun bir bombardımana tâbi tutmuştu. Aynı taktik Bosna'da da uygulandı. Amaç; kara harekâtına sıra gelince asgarî zayiat vermek için düşmanın savaşma gücü azmi ve imkânlarını başlangıçta en aza indirmekti.
Bombardımandan sonra kara birlikleri harekât alanına girdi ve operasyonlarını yaptılar. Yıllar sonra, yerden harekâta katılan piyade ve zırhlı birlik personelinde bir takım bünyesel bozukluklar görülmeye başlandı. Toprak, su ve bitkiler; yoğun bombardımandan, fakat daha çok bombalardaki kimyasal maddelerden etkilenmişti. Ve bu etkiler insanlara geçmişti, önlemi de alınamıyordu.
Körfez'de de böyle oldu, Bosna'da da.. Kara Kuvvetleri personeli yıllar sonra bile nedeni halâ çözülemeyen bir takım salgın hastalıklarla boğuşuyor.
Ve şimdi Afganistan günlerce bombalandı. Farkında mısınız yerde Amerikan askeri yok. Müttefikler sadece Kâbil, yâni bombalanmayan kısımda görev yapıyor ve bir an önce olaydan "sıyrılmak" istiyor. İte kaka Türk askeri görev bölgesine gönderilmeye çalışılıyor. Hem de "görev bölgesi"nin Kâbil'in dışına taşması pazarlıkları da yapılarak..
Fakat askerin hiçbir isteği karşılanmamış durumda. Hükümet İngiliz ve Amerikalılarla yapılan uzun pazarlıklardan sonra "ISAF liderliğinin ilke olarak kabul edilmesini" benimsedi, görevli tümgeneral Kâbil'e gönderildi.
Tümgeneral Zorlu Kâbil'de İngiliz Komutanlığı ile yaptığı koordinasyondan sonra dönerken hava alanında "Stratejik hiçbir isteğimiz karşılanmadı" dedi.
Neydi bunlar; a) İngilizlerin kurduğu uydu haberleşme sistemi (anavatanla ve Tampa ile haberleşmeyi sağlayacak), b) Lojistik destek için yüksek kapasiteli Amerikan nakliye uçaklarının kullanılması; c) Görev süresi ve kapsamının belli olması, Türkiye'den sonra komutayı alacak ülkenin belli olması.
Bunların hiç biri belli değil fakat sadece 228 milyon dolarlık masrafların karşılanma sözü verilmiş. Yâni hükümet askeri bütün gerekleri gözardı ederek para ile asker gönderme kararı almış durumda.
Önce Alman Savunma Bakanı, sonra NATO Genel Sekreteri bu imkânları Türkiye'nin emrine vermeyi bir türlü kabul edemiyorlar. Son söylenen lâf şu; komutanlık Türkiye'de olsun, fakat taktik komutanlık NATO'da... Karzai de bunu dillendirdi. Talimnamelerde böyle bir emir komuta sistemi yoktur. Komutanlık sorumluluğu şöyle veya böyle paylaşılamaz. Yâni bize önerilen tam bir davul ve tokmağın başka ellerde olma durumudur.
İşin başka bir yönü daha var... İsrail'in kabul edilemeyecek pervasız tavrı, hiçbir savaş kuralına uymadan katliam yapan hâli, sahib bulunduğu nükleer güçten ileri geliyor.
Bölgede onun kadar söz sahibi olmak için bu silahın nereden bulunursa bulunsun alınması gerek. "Lider ülke" ancak böyle olunur. Böyle giderse muhtemelen on yıl içinde İsrail ile karşı karşıya gelecek bir Türkiye'nin masaya elinde en az üç as bir papazla oturması gerek.
Yıkılan Sovyetler Birliği, "fen bilimleri"nde güçlü idi. Tabiî geçmişte onun vatandaşı olan Türk Cumhuriyeti uyruklu ilim adamları da öyle.. Sovyetlerin yıkılmasından sonra "nükleer" kültür sahibi bu ilim adamları dünyaya dağıldı. Bir kısmını, aynı İkinci Dünya savaşından sonra Alman bilginlerini kaptığı gibi Amerika aldı. Bir kısmı ise çok yakınımızda, Türkiye'de.. Çeşitli üniversitelerimizde "sözleşmeli" fizik, kimya, matematik dersi veriyorlar.
Hem Körfez, Bosna, Afganistan bombardımanının kimyasal etkilerinden korunma yollarını, hem de nükleer silâh yapımını araştırmak için onların ilim birikimlerinden faydalanmak neden halâ kimsenin aklına gelmiyor?
Askerlerin, basketbol takımları gibi böyle bir mantık yürütme durumları yok.Çünkü onların görevi zaten "savaşmak".
Asker dün Bosna, Kosova, Elhalil, yarın Afganistan'a emir verildiğinde gitmek zorunda. Ama Türk askeri asker de, İngiliz, Fransız, Amerikan askeri asker değil mi?
On yıl önceki Körfez savaşı sırasında hatırlayacaksınız Amerikan uçakları Irak topraklarını günlerce yoğun bir bombardımana tâbi tutmuştu. Aynı taktik Bosna'da da uygulandı. Amaç; kara harekâtına sıra gelince asgarî zayiat vermek için düşmanın savaşma gücü azmi ve imkânlarını başlangıçta en aza indirmekti.
Bombardımandan sonra kara birlikleri harekât alanına girdi ve operasyonlarını yaptılar. Yıllar sonra, yerden harekâta katılan piyade ve zırhlı birlik personelinde bir takım bünyesel bozukluklar görülmeye başlandı. Toprak, su ve bitkiler; yoğun bombardımandan, fakat daha çok bombalardaki kimyasal maddelerden etkilenmişti. Ve bu etkiler insanlara geçmişti, önlemi de alınamıyordu.
Körfez'de de böyle oldu, Bosna'da da.. Kara Kuvvetleri personeli yıllar sonra bile nedeni halâ çözülemeyen bir takım salgın hastalıklarla boğuşuyor.
Ve şimdi Afganistan günlerce bombalandı. Farkında mısınız yerde Amerikan askeri yok. Müttefikler sadece Kâbil, yâni bombalanmayan kısımda görev yapıyor ve bir an önce olaydan "sıyrılmak" istiyor. İte kaka Türk askeri görev bölgesine gönderilmeye çalışılıyor. Hem de "görev bölgesi"nin Kâbil'in dışına taşması pazarlıkları da yapılarak..
Fakat askerin hiçbir isteği karşılanmamış durumda. Hükümet İngiliz ve Amerikalılarla yapılan uzun pazarlıklardan sonra "ISAF liderliğinin ilke olarak kabul edilmesini" benimsedi, görevli tümgeneral Kâbil'e gönderildi.
Tümgeneral Zorlu Kâbil'de İngiliz Komutanlığı ile yaptığı koordinasyondan sonra dönerken hava alanında "Stratejik hiçbir isteğimiz karşılanmadı" dedi.
Neydi bunlar; a) İngilizlerin kurduğu uydu haberleşme sistemi (anavatanla ve Tampa ile haberleşmeyi sağlayacak), b) Lojistik destek için yüksek kapasiteli Amerikan nakliye uçaklarının kullanılması; c) Görev süresi ve kapsamının belli olması, Türkiye'den sonra komutayı alacak ülkenin belli olması.
Bunların hiç biri belli değil fakat sadece 228 milyon dolarlık masrafların karşılanma sözü verilmiş. Yâni hükümet askeri bütün gerekleri gözardı ederek para ile asker gönderme kararı almış durumda.
Önce Alman Savunma Bakanı, sonra NATO Genel Sekreteri bu imkânları Türkiye'nin emrine vermeyi bir türlü kabul edemiyorlar. Son söylenen lâf şu; komutanlık Türkiye'de olsun, fakat taktik komutanlık NATO'da... Karzai de bunu dillendirdi. Talimnamelerde böyle bir emir komuta sistemi yoktur. Komutanlık sorumluluğu şöyle veya böyle paylaşılamaz. Yâni bize önerilen tam bir davul ve tokmağın başka ellerde olma durumudur.
İşin başka bir yönü daha var... İsrail'in kabul edilemeyecek pervasız tavrı, hiçbir savaş kuralına uymadan katliam yapan hâli, sahib bulunduğu nükleer güçten ileri geliyor.
Bölgede onun kadar söz sahibi olmak için bu silahın nereden bulunursa bulunsun alınması gerek. "Lider ülke" ancak böyle olunur. Böyle giderse muhtemelen on yıl içinde İsrail ile karşı karşıya gelecek bir Türkiye'nin masaya elinde en az üç as bir papazla oturması gerek.
Yıkılan Sovyetler Birliği, "fen bilimleri"nde güçlü idi. Tabiî geçmişte onun vatandaşı olan Türk Cumhuriyeti uyruklu ilim adamları da öyle.. Sovyetlerin yıkılmasından sonra "nükleer" kültür sahibi bu ilim adamları dünyaya dağıldı. Bir kısmını, aynı İkinci Dünya savaşından sonra Alman bilginlerini kaptığı gibi Amerika aldı. Bir kısmı ise çok yakınımızda, Türkiye'de.. Çeşitli üniversitelerimizde "sözleşmeli" fizik, kimya, matematik dersi veriyorlar.
Hem Körfez, Bosna, Afganistan bombardımanının kimyasal etkilerinden korunma yollarını, hem de nükleer silâh yapımını araştırmak için onların ilim birikimlerinden faydalanmak neden halâ kimsenin aklına gelmiyor?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002