İcmal Dergisinin Ağustos 2019 sayısında yayınlanan yazımız şöyle:
Kimi devlet yönetimin en önemli kademelerinde.
Kimi, üniversite muhitlerinde oldukça yüksek koltuklarda ve geniş masa başlarında.
Kimi, Diyanet teşkilatının çok önemli köşe başlarında.
Kimi, hizmet sektöründe marka olmuş nice kurum ve kuruluşların yönetiminde.
Kimi, kitlelere yön veren önemli basın-yayın kuruluşlarının başında ve etkili kalem sahibi.
Kimi, koskoca bir ülkenin eğitimi ve emniyeti üzerinde üst kademede söz sahibi.
İşgal ettikleri makamlar onlardan davacı, oturdukları yüksek yüksek koltuklar onlardan şikayetçi, her nasılsa tuttukları köşe başları onlardan şekvacı, taşıdıkları unvanlar onların isimleri ile beraber anıldıkları için bin pişmanlar.
Gün doğar onlar bakar, gün batar onlar bakar, gün akar onlar bakar, memleketin ufkunda şimşekler çakar onlar yine bakarlar.
Yönetim emanetini üzerlerine aldıkları kurum ve kuruluştan başlayarak etraflarında olağanüstü haller olur, sıradışı gelişmeler yaşanır, kargalar üşüşür ve bülbüller kovulur, tilkilerin ve çakalların yol geçen hanı olur da onların kılı dahi kıpırdamaz, onların ayranları ekşimez, hazmetme kapasitelerinde bir değişme olmaz hayat onlar için normal devam eder durur.
Çevremizde ses kirliliğine sebep olan bu kara kara kargalar nereden ve nasıl peyda oldular diye asla merak etmezler, hele hele şu güzelim sesle öten bülbüller ne oldu, hangi yana ve hangi sebeple gittiler diye asla merak etmezler.
Bekçisi oldukları kümese, koruyacaklarına söz verdikleri kümese tilkiler ve çakallar dadanır, sabah-akşam, gizli-aşikar birer-ikişer götürürler tavukları da, ya hiç görmezler ya da görmüyormuş gibi yaparlar.
Sorumlu oldukları alan, yönetmekle mükellef oldukları bölge talana uğrar, yalan ve iftiralara maruz kalır, yönettikleri bölge yad yad gölgelerle dolar-taşar da bu tiplerin kılları dahi kıpırdamaz.
Gün gelir kargaların gürültüsü çekilmez bir hal alır, gün olur bülbüllere olan hasret zirveye ulaşır, zaman olur yalanlar dayanılmaz ve talanlar saklanamaz olur işte o zaman bu tipler başlarlar konuşmaya; "bunlar zaten böyleydi, bunların bunu yapacağı belliydi, bunlardan da ancak bu beklenirdi".
İş işten geçtikten sonra, ay bacayı savuştuktan sonra güya 'alleme' kesilen bu tiplere 'öğleden sonra günaydın' desek kaç para eder ki?
15 Temmuz kanlı darbe girişiminin üçüncü yıldönümünde yapılanları seyrederken, yazılanları okurken, yapılan konuşmaları ve tartışma programlarını dinlerken gerçekten hangisine 'öğleden sonra günaydın' diyeceğimi şaşırdım.
Bir insan ancak bu kadar pişkin olabilir, bir yönetici ancak bu kadar arsız olabilir, bir profesör, bir ilahiyat profesörü ancak bu kadar yüz kızarmasından nasipsiz olabilir.
Bugün koru halinde ve ağız dolusu küfrettikleri FETÖ şebekesi, onların başında bulundukları kurumlarda 'diyalog iftarları' organize ederken ve papazlara sofra duası yaptırırlarken baş köşede onlar oturuyorlardı.
Bugün üzerinde derin analizler yaptıkları 15 Temmuz kalkışmasının maşaları, onların başında bulundukları kurumlarda milletin çocuklarını, hem çocuklarını hem de fitrelerini, zekatlarını, kurban derilerini, alın terlerini çalarken onlar dahi "hizmet" tarafında idiler.
Prof. Dr. Haydar Baş, işin başında, FETÖ elebaşı papasına gitmeden evvel ve gidip döndükten sonra hem onun etrafındaki insanları hem de bilmeden bu ifsad hareketine aracı olanları, olması muhtemel olanları uyarmaya başladığında, belgelerle, klasörlerle memleket sathında dolaşmaya başladığında bu tipler, özellikle de İlahiyat çevrelerindeki profesör ünvanlı tipler; "bu yaptığınız nedir, doldurmuşsunuz çantanıza bir takım belgeler, kupürler, fotokopiler kapı kapı dolaşıyorsunuz, siz cemaati kıskanıyorsunuz" diyorlardı.
15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünün üçüncü yıldönümünde bire bir tartıştığım bu profesörlerden birinin bir yazısına rastladım sosyal medyada ve gözlerime inanamadım, bu cümleleri bu adamın nasıl kurabildiğine hayret ettim.
İş işten geçtikten sonra, ay bacayı savuştuktan sonra, 250 insanımız şehit olduktan sonra, devlet kurumları ve özellikle de Gazi Meclis bombalandıktan sonra bu lafları etmek kolay ama dün söylediklerini hatırlayıp utanmak, kızarıp-bozarmak ta bir parça insan olmak demek her halde.
Bu şebeke, bundan çeyrek asır evvel, yirmi yıl evvel, on beş sene evvel, on sene evvel gidip Mardin'de papazları, hahamları ve müftüleri, ilahiyatçıları toplayıp sembolik "sırat köprüsünden" geçirip ertesi gün de gazeteler "Dün Mardin'de bütün dinler sırat köprüsünden geçti" manşetini attırırlarken, ülkenin neresinde olursa olsun namuslu ilahiyatçıların söyleyecek bir sözü olmalıydı, ama sustunuz.
Bu şebeke, bundan yıllar evvel Urfa'da Müslüman bir kadın ile bir papazı evlendirip nikahlarını papazın, hahamın ve müftünün nezaretinde kıydırıp gazetelerinde de "diyalogtan düğüne" manşetini atarlarken basiretli bir ilahiyat profesörü Hakkın ve Hakikatin hatırı için çıkıp bir şeyler söylemeliydi, sustunuz.
Bütün bu yapılanların yanlışlığını, İslam'ın inanç sistemine dinamitler yerleştirmek olduğunu delilleri ile, belgeleri ile o gün anlatan sayın Haydar Baş'a bıyık altından gülenler, dudak kıvıranlar 15 Temmuz felaketinden sonra, hem de felaketin ardından üç yıl geçtikten sonra temiz adamlar gibi konuşmaya, yazmaya başladılar. (devam edecek…)
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024