Feyyaz İNANÇ
Suffa talebelerinin sayısı zaman zaman değişmekle beraber, 400'ü bulduğu olmuştur.
Ebu Hüreyre'nin riyasetindeki Suffa Mektebi'nde şu simalara rastlanır: Büyük İslam hukukçusu İbn Mes'ud, Resulullah'ın müezzini Bilal-i Habeşi, çile abidesi Ebu Zerr Gifari, cenazesini meleklerin yıkadığı Hanzala, Irak Fatihi Sa'd b. Ebi Vakkas, Peygamberin (sav) sünnetine tabi olmak konusunda örnek şahsiyet Abdullah b. Cerrah, Osman b. Ma'zun, Huzeyfetü'l-Yemani, Ebu Eyyüb el-Ensari, Ebu'd- Derda, Abdullah b. Ummi Mektum, Abdullah b. Amr, Ebu Said el-Hudri, Ebu Lübabe, Utbe b. Gazvan, Ükkaşe b. Mihsan... Klasik İslam biyografilerini süsleyen daha yüzlerce öğrenci.
Hz. Peygamberin, hayatın her alanındaki tatbikatları, idare ve teşkilatçılık açısından da oldukça dikkat çeker. Farz ibadetlerde iki Mü'min biraraya gelirse birinin imam olması ve böylece cemaat oluşturulması, nebevi bir emirdir. Hatta cemaatle kılınan namaz feyz, bereket ve sevab bakımından ferdi olandan kat kat üstün tutulmuştur. Diğer yandan Allah Resulü, herhangi bir yolculuğa çıkarken bile Mü'minlerin bir rehber ve imam tayin etmelerini emreder. Tebliğ için olsun, savaş için olsun, uzak yerlere gönderdiği hiçbir grup yoktur ki, başlarında bir emir, bir itaat mercii bulunmasın. Böylece o, ibadet hayatından sosyal hayatın her cephesinde dek bir nizam, bir düzen, hiyerarşi ve itaat anlayışı getirmiştir. Nitekim öğrencilerin meselelerine çere bulmada "talebe başkanı" olarak Ebu Hureyre'nin gayretleri az olmamıştır.
Suffa Ashabı, Allah Rasulü'nden dinin tamamını öğrenme imkanına kavuşuyor, öğrendiklerini yaşıyordu. "Cibril Hadisi'nde zikredilen "İman, İslam ve İhsan" üçlüsü, onlarda müşahhas hale geliyordu. Suffa, bir ilim yuvası olmanın yanında, bir aşk ve takva ocağı olma özelliğini hep muhafaza ediyordu. Hatta Kur'an-ı Kerim, bu öğrencileri yad ederken özellikle takva ve aşk yönlerine dikkat çeker.
"Rablerinin cemalini dileyerek sabah-akşam O'na yakaranları sakın kovma"; "Cemalini dileyerek sabah-akşam Rablerine yalvaranlarla beraber nefsini tut, candan sabret. Gözlerini dünya hayatının süsünü arzulayarak onlardan başka yana sapmasın. Ve de kalbini zikrimizden alıkoyup nefsinin arzusuna uyan, işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme"
Hz. Peygamberin "öğrenci evi"nde kalan bu kutlu talebeler, ilim ve irfan ocağında eğitim görmekle beraber, Arap yarımadasının her köşesine Peygamberin mesajını taşıyan muallim vazifesi de görüyorlardı. Hamdi Yazır Hoca'nın ifadesi ile: "Bunlar, medrese-i risaletin Allah yoluna vakf-ı nefs etmiş talebesi idiler. Buna binaen idi ki, İslam aleminde medreseler, hep cami-i şeriflerin etrafında yapılır ve medrese-nişin talebe-i ulum'dan da Ashab-ı Suffa'nın mesleğine süluk beklenir idi: İlim tahsili, ibadet, din uğrunda bir nevi meşakkate tahammül ile muhafaza-i iffet, neşr-i dine hizmet.."
Aralarında seçilen bazıları, ihtiyaç duyulan yerlere gönderiliyordu. Nitekim bir keresinde 70 kişilik güzide Suffa grubu, Amiroğulları'na gönderilmişti. Bu seçkin topluluk, Maune suyunun başına varınca orada konakladılar. Müşrikler etrafını kuşattılar. Bazılarını gögüslerinden mızrakladılar. Bu esnada, şehid olacaklarını anlayan sahabiler; "İlahi! Resulüne durumumuzu haber verecek Sen'den başkasını bulamıyoruz. Ya Rab, selamımızı ona ilet. Resulünün vasıtasıyla yakınlarımıza haber ver ki, biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden razı, biz de O'ndan razı olduk". Cebrail (as) da durumu Efendimiz'e (sav) arzetti. Kutlu Nebi'nin gözbebeği mesabesindeki bu isanlardan, sadece biri yaralı olarak kurtulabilmişti.
Efendimiz, minbere çıkarak bu elim hadiseyi haber verdi. Bu hadiseye üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzülmemişti. Otuz veya kırk gün, sabah namazlarının son rekatlarında rükundan kalkınca kabilelerin isimlerini de sayarak beddua etti. Ashab-ı Kiram "amin" dediler. Pek kısa bir müddet sonra nice felaketler, bu yakarıştan kabülünce işaret ediyorlardı.
Suffa talebelerinin sayısı zaman zaman değişmekle beraber, 400'ü bulduğu olmuştur.
Ebu Hüreyre'nin riyasetindeki Suffa Mektebi'nde şu simalara rastlanır: Büyük İslam hukukçusu İbn Mes'ud, Resulullah'ın müezzini Bilal-i Habeşi, çile abidesi Ebu Zerr Gifari, cenazesini meleklerin yıkadığı Hanzala, Irak Fatihi Sa'd b. Ebi Vakkas, Peygamberin (sav) sünnetine tabi olmak konusunda örnek şahsiyet Abdullah b. Cerrah, Osman b. Ma'zun, Huzeyfetü'l-Yemani, Ebu Eyyüb el-Ensari, Ebu'd- Derda, Abdullah b. Ummi Mektum, Abdullah b. Amr, Ebu Said el-Hudri, Ebu Lübabe, Utbe b. Gazvan, Ükkaşe b. Mihsan... Klasik İslam biyografilerini süsleyen daha yüzlerce öğrenci.
Hz. Peygamberin, hayatın her alanındaki tatbikatları, idare ve teşkilatçılık açısından da oldukça dikkat çeker. Farz ibadetlerde iki Mü'min biraraya gelirse birinin imam olması ve böylece cemaat oluşturulması, nebevi bir emirdir. Hatta cemaatle kılınan namaz feyz, bereket ve sevab bakımından ferdi olandan kat kat üstün tutulmuştur. Diğer yandan Allah Resulü, herhangi bir yolculuğa çıkarken bile Mü'minlerin bir rehber ve imam tayin etmelerini emreder. Tebliğ için olsun, savaş için olsun, uzak yerlere gönderdiği hiçbir grup yoktur ki, başlarında bir emir, bir itaat mercii bulunmasın. Böylece o, ibadet hayatından sosyal hayatın her cephesinde dek bir nizam, bir düzen, hiyerarşi ve itaat anlayışı getirmiştir. Nitekim öğrencilerin meselelerine çere bulmada "talebe başkanı" olarak Ebu Hureyre'nin gayretleri az olmamıştır.
Suffa Ashabı, Allah Rasulü'nden dinin tamamını öğrenme imkanına kavuşuyor, öğrendiklerini yaşıyordu. "Cibril Hadisi'nde zikredilen "İman, İslam ve İhsan" üçlüsü, onlarda müşahhas hale geliyordu. Suffa, bir ilim yuvası olmanın yanında, bir aşk ve takva ocağı olma özelliğini hep muhafaza ediyordu. Hatta Kur'an-ı Kerim, bu öğrencileri yad ederken özellikle takva ve aşk yönlerine dikkat çeker.
"Rablerinin cemalini dileyerek sabah-akşam O'na yakaranları sakın kovma"; "Cemalini dileyerek sabah-akşam Rablerine yalvaranlarla beraber nefsini tut, candan sabret. Gözlerini dünya hayatının süsünü arzulayarak onlardan başka yana sapmasın. Ve de kalbini zikrimizden alıkoyup nefsinin arzusuna uyan, işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme"
Hz. Peygamberin "öğrenci evi"nde kalan bu kutlu talebeler, ilim ve irfan ocağında eğitim görmekle beraber, Arap yarımadasının her köşesine Peygamberin mesajını taşıyan muallim vazifesi de görüyorlardı. Hamdi Yazır Hoca'nın ifadesi ile: "Bunlar, medrese-i risaletin Allah yoluna vakf-ı nefs etmiş talebesi idiler. Buna binaen idi ki, İslam aleminde medreseler, hep cami-i şeriflerin etrafında yapılır ve medrese-nişin talebe-i ulum'dan da Ashab-ı Suffa'nın mesleğine süluk beklenir idi: İlim tahsili, ibadet, din uğrunda bir nevi meşakkate tahammül ile muhafaza-i iffet, neşr-i dine hizmet.."
Aralarında seçilen bazıları, ihtiyaç duyulan yerlere gönderiliyordu. Nitekim bir keresinde 70 kişilik güzide Suffa grubu, Amiroğulları'na gönderilmişti. Bu seçkin topluluk, Maune suyunun başına varınca orada konakladılar. Müşrikler etrafını kuşattılar. Bazılarını gögüslerinden mızrakladılar. Bu esnada, şehid olacaklarını anlayan sahabiler; "İlahi! Resulüne durumumuzu haber verecek Sen'den başkasını bulamıyoruz. Ya Rab, selamımızı ona ilet. Resulünün vasıtasıyla yakınlarımıza haber ver ki, biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden razı, biz de O'ndan razı olduk". Cebrail (as) da durumu Efendimiz'e (sav) arzetti. Kutlu Nebi'nin gözbebeği mesabesindeki bu isanlardan, sadece biri yaralı olarak kurtulabilmişti.
Efendimiz, minbere çıkarak bu elim hadiseyi haber verdi. Bu hadiseye üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzülmemişti. Otuz veya kırk gün, sabah namazlarının son rekatlarında rükundan kalkınca kabilelerin isimlerini de sayarak beddua etti. Ashab-ı Kiram "amin" dediler. Pek kısa bir müddet sonra nice felaketler, bu yakarıştan kabülünce işaret ediyorlardı.