Ben, Osmanlı düşmanı birisi değilim. Osmanlı'da, tarihte kurulmuş Göktürkler gibi, Selçuklular gibi Bizans gibi Roma gibi bir devletti ve süresi dolunca tarih sahnesinden çekildi.
Fert olarak, devlet olarak bizlere düşen görev sadece Osmanlı değil tarih sahnesinde yer almış devletlerden, liderlerden ve toplumlardan ders alıp bugünü yaşayıp, yarına hazırlık yapmaktır.
Tarih çatışma alanı değil birleşme alanı olmalıdır. Haçlı bati, kanlı tarihini birleşme alanı yapıp güçlenirken bizler, şanlı tarihimizi çatışma alanına çevirip, birbirimizle kanlı bıçaklı oluyoruz.
Birileri 'Osmanlı ruhu' başlığıyla Atatürk ve cumhuriyeti örselemeye çalışıyor. Osmanlıya kutsallık atfederken Atatürk ve cumhuriyete kafirlik ve dinsizlik vurgusu işlenmeye çalışılıyor.
Bu batının projesidir, Vatikan'ın projesidir. Maalesef içimizde dini ve siyasi olarak öne çıkanlar bu projelerin sözcülüğünü yaptıkları için insanımız hem milli, hem de manevi girdaplara sürükleniyor.
Bu mealde bizim derdimiz, Osmanlı'yı karalamak değil tam aksine doğruları ortaya koyarak insanımızı bu milli ve manevi girdaplardan kurtarmak ve bu Haçlı zihniyetinin içimizdeki sözcülerinin maskelerini düşürmektir.
Hani bugün hoca, şeyh kılıklı birileri, 'Atatürk hilafeti kaldırarak ümmeti başsız bıraktı' diyor ya! O bahsettikleri halife de, 'Osmanlı'yı, dedelerimin içkisi yıktı' diyordu.
Aşağıdaki yazıyı televizyonlarda çok sık gördüğünüz, tanıdığınız bir tarihçi tarafından yazılmış ve anlatılmıştır. Kaynak yazının sonunda.
"Abdülmecid Efendi 1920'lerde kaleme aldığı, yayınlanmayan ve şimdi bende bulunan kendi el yazısı ile olan bir risalesinde tahta geçen 36 padişahın özelliklerini anlatıyor, hepsini hataları ve sevapları ile değerlendiriyor ve yıkılmanın sebebini bazı hükümdarların içkiye olan aşırı düşkünlüklerine bağlıyor…
Abdülmecid Efendi'nin yandaki kutuda yer alan ifadelerini yayınlanmamış risalesinin içkiden bahsettiği kısımlarından ve diğer bazı yerlerinden özetleyip günümüzün Türkçesi'ne aktararak naklediyorum.
İşte, bir torunun kaleminden dedelerin öyküsü...
'İçtiği şarapların manevî cezası, başını hamamın mermerinde parçalamak oldu'
Halife Abdülmecid Efendi, 1920'li senelerde kaleme aldığı yayınlanmamış risalesine "Osmanlı Devleti'nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir.
İçki, dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu asla unutamazlar ve unuttukları takdirde hem ilâhî emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı Hanedanı'na verilmiş olan hilâfet ile saltanata ihanet etmiş olurlar. İçki içenlerin, hilâfette ve saltanatta hiçbir hakları yoktur" sözleri ile başlıyor.
Abdülmecid Efendi, büyük boy kâğıtlara yazdığı bu 35 sayfalık risalesinde Osmanlı padişahlarının tamamı hakkında değerlendirmeler yapıyor.
Aşağıda, son halifenin içki konusunda yazdıklarının bazılarını özetleyerek naklettim:
İkinci Bayezid
Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin oğlu olan İkinci Bayezid, pederinin heybetine ve büyüklüğüne sahip olmaktan mahrumdu.
Ne babasından kendisine kalan büyük devleti idare edebildi, ne de İslâm âleminin çöküşüne, meselâ o zaman İspanya'da yıkılan Emevî Devleti'nin felâketine ve Avrupalıların Müslümanları işkencelerle katletmelerine çare bulup ses çıkartabildi.
En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir büyük felâket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim'in şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felâketinin başlıca sebebi, içmesi idi.
İkinci Selim
Kanunî Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahın yegâne hatası, akıl evlâdı Şehzade Mustafa'yı feda ederek (boğdurarak öldürdü) devletin idaresini İkinci Selim gibi bir sefih bir sarhoşa bırakması idi ki, yükselmenin sona ermesi işte böyle başlar.
O zamana kadar mağlubiyet bilmeyen Osmanlıların, Haçlı donanmasına yenilmeleri üzerine bütün Avrupa'da ilk şenliklerin yapılması, İkinci Selim zamanındadır.
İkinci Selim, Kıbrıs şarabı ile sarhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını eski sarayda hamam mermerlerine çarparak parçalamış ve bu suretle lâyık olduğu manevî cezayı görerek vücudunu dünyadan kaldırmıştı.
Artık bundan sonra sefahat, işret, şehvet ve israf devri başlamış; felâket yollarına doğru büyük adımlar atılmıştı. Uğranan her çeşit belâ fedakâr millete yüklenmiş, refah ve saadet uzaklaşmış ve arada bir yüzünü göstermiş ise de, akşam güneşi gibi hemen batıp gitmişti.
Üçüncü Murat, Üçüncü Mehmet
Bu iki padişaha, "Osmanlı Devleti'nin amansız cellâdı" denmesi doğrudur. Her türlü rezaleti icra ederek Osmanlı Devleti'nin azametli saltanatını çöküşe mahkûm etmişlerdir. Üçüncü Mehmet, şehzadelerin kafes arkasında yaşamaları kaidesini de icat etmiştir." Yarın devam edecek
- Ey CHP! / 24.07.2025
- Milleti sorunlarını çözemeyenler devletin varlığına yöneldi / 23.07.2025
- Türk Milleti’nin ne kadar çok hasmı varmış / 22.07.2025
- Provokatör olmuşum! / 19.07.2025
- Ümmetçilik laf ile işi değil gönül işidir / 18.07.2025
- Suriye’ye barış, huzur yağıyor! / 17.07.2025
- TBMM, Sarayın iradesini mi temsil ediyor / 16.07.2025
- FETÖ yoktur, ABD’nin derin devleti vardır -2- / 15.07.2025
- FETÖ yoktur, ABD’nin derin devleti vardır -1- / 14.07.2025