Bu tabir, akademik çevrelerde özellikle sömürgecilik ve işgal karşıtı toplumsal kurtuluş hareketlerinin yanı sıra terörizm üzerine yapılan araştırmalarda da yıllardır tartışılan bir konu olmuştur. Aslında bu iki zıt görüş, incelenen konunun tarihsel arka planının dikkate alınıp alınmamasına bağlı olarak farklı olacaktır.
Batı'nın kendi çıkarları açısından, farklı gruplara yönelik bakış açısı ikiyüzlülük göstermektedir; Ernesto Che Guevara'dan Nelson Mandela'ya, Yaser Arafat'tan Filistin işgalinin başladığı ilk günden bugüne kadar İsrail'e karşı savaşan diğer Filistinli savaşçılara kadar herkes bu yargı farklılığına maruz kalmıştır.
Özellikle Filistinli milislerin Aksa Tufanı operasyonuna, hem operasyonun kendisine hem de faillerine ilişkin sergilenen ikiyüzlülük açıkça ortadadır.
Fransa, Nazi Almanya'sı tarafından işgal edildiğinde, işgalci Alman ordusuna karşı Direniş (La Résistance ) hareketi başlatan Fransızlar, bugün bile "Direniş"in gururunu yaşıyor ve hiçbir batı ülkesi de işgalcilere karşı savaşan Fransızları terörist olarak adlandırmıyor.
Ernesto Che Guevara, Arjantinli Marksist devrimci gerilla ve Cheizm'in teorisyeni ve Küba devriminin ana figürlerinden biri midir, yoksa "La cabana kasabı" ve cellat, bir terörist midir?
Nelson Mandela'ya göre, Ernesto Che Guevara, "Özgürlüğü seven her insan için ilham kaynağı" dır.
Nelson Mandela da bu ikiyüzlülüğün bir istisnası değildir. Mandela ve örgütü, "Beyaz" olmayanları insan yerine koymayan "Siyahi" birinin "Beyaz" tenli biriyle aynı banka oturmasına bile müsaade etmeyen, ırkçı Apartheid (Ayrılık) rejimine karşı, mücadele sırasında Reagan, Bush ve Margaret Thatcher gibi birçok Batılı politikacı tarafından terörist olarak görülüyordu.
Güney Afrika'daki Apartheid rejiminin, Afrika Ulusal Kongresi'ni terör örgütü ilan etmesinin ardından ABD hükümeti de harekete geçerek, 1988'de ABD Dışişleri Bakanlığı, Afrika Ulusal Kongresi'ni "Terörist Örgüt" olarak nitelendirdi. Mandela ve Afrika Ulusal Kongresi, Güney Afrika'daki Apartheid rejiminin sona ermesinden sonra, 2008 yılına kadar ABD'nin terörist listesinde kaldı. Mandela ve arkadaşları, Güney Afrikalılara göre "Terörist" olmamalarına rağmen, Batılı ülkeler tarafından onlara "Terörist" deniyordu.
Mandela, "Bizler Özgürlük Savaşçılarıydık" diyordu.
Dünyadaki pek çok kişi de onları özgürlük savaşçıları olarak görüyordu; Apartheid'a karşı, temel insan hakları için savaşan savaşçılar…
Yaser Arafat da, El Fetih hareketinin İsrail işgaline karşı direnişini, Filistinlilerin meşru silahlı mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirmiş ve bu amaç uğruna mücadele ederken, verdiği mücadeleler nedeniyle; İsrail ve Amerika onlarca yıl Yaser Arafat'ı terörist olarak adlandırmıştı. Hâlbuki Yaser Arafat; Filistin halkı, Arap dünyası ve Müslüman dünya ülkeleri tarafından geniş çapta kabul ediliyordu.
İsrail ve Batı dünyası yine, Rum Ortodoks kökenli tüccar bir ailenin çocuğu olarak Filistin'in Lidda şehrinde dünyaya gelen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin lideri George Habaş'ı terörist olarak görüyordu. Birçok Filistinli ve Arap'a göre o, vatansever bir insandı.
George Habaş, "Düşmanın anladığı tek dil, devrimci şiddetin dilidir" demişti.
Hamas gibi "işgal olduğu sürece silahlı direnişin de olacağına" inanan gruplara karşı aynı bakış açısı muhalifler ve destekçiler arasında da görülüyor; bu gruplar İsrail ve Batı tarafından terörist olarak tanıtılırken, birçok ülke Filistin direnişçilerini özgürlük savaşçıları olarak görüyor.
Batılı yetkililerin açıklamalarında, ana akım medyada yer alan haberlerde ve hatta sıradan sokaktaki insanların sohbetlerinde bile; 7 Ekim'deki olaylara geniş çaplı bakmayıp, Filistin'e yönelik tarihi zulmü göz ardı ettiklerini görüyoruz. İşgal altındaki topraklarda savaşın 7 Ekim'deki Hamas saldırısıyla başladığı çok yanlış bir algıdır.
Aksa Tufanı, dünyanın dört bir yanındaki pek çok kişi tarafından, gayri meşru işgalci ve sömürgeci Siyonist İsrail hükümetine karşı 75 yıllık işgale yanıt olarak "halkın işgale karşı mücadelesi ve direnişi" olarak kabul görüyor.
İsrail bir terör devletidir…
İsrail tarafından, 1948'den bu yana Filistinlilere yönelik baskı, ayrımcılık, aşağılama, kademeli soykırım ve etnik temizlik devam etmektedir. Bu süreçte milyonlarca insan yavaş yavaş topraklarından sürülmüş ve yaşam hakları inkâr edilmiştir. 531 köy ve 11 şehir haritadan tamamen silinmiş, yerleşim alanları bombalanmış ve sağlık altyapısı tahrip edilmiştir. Ve yine seyahat kısıtlamaları, mültecilerin geri dönüş hakkının kabul edilmemesi ve onlarca yıldır devam eden İsrail terörü, ikiyüzlü batı tarafından görmezden gelinmektedir.
İsrail, 2005 yılında Gazze'den çekilmesine rağmen hava, deniz ve kara sınırlarının kontrolünü elinde tutarak, Gazze'yi Filistinliler için büyük bir şehir hapishanesine dönüştürdü.
Kudüs'te de beton duvarlar örerek, Arap ve Yahudi mahallelerini birbirinden ayırdı. Sonra planlı bir şekilde terör bahanesiyle o mahallelere baskınlar yaparak insanları öldürüp yerleşim alanlarını boşalttı.
Batı Şeria'da da, Gazze'nin kuşatma modelinin aynısını uyguladı ve sık sık askeri kontrol noktaları oluşturdu. Filistin'i birbiriyle bağlantısı olmayan kontrol edilebilir, küçük ve izole alanlara böldü.
Aksa Tufanı
Aksa Tufanı Mescid-i Aksa'ya yönelik saygısızlığın durdurulması ve binlerce Filistinli tutuklu ve esirin serbest bırakılmasıyla ilgiliydi.
İngiltere'de yaşayan İsrailli tarihçi Prof. Ilan Pope, Hamas'ın saldırılarını özgürlük mücadelesinde silaha başvurmak olarak yorumluyor ve şöyle diyor: "Filistin'in sömürgeleştirilmesinden kurtulmasını her zaman destekliyorum, İsrail zulmünün sessizce uzayarak devam edeceğini biliyorum. Dünya çapındaki halkların geçmiş tüm kurtuluş mücadeleleri gibi, bu mücadelenin de 'Silahsız' olma ihtimali yoktur. Ayrıca kanıtlar, 7 Ekim'de meydana gelen şiddet olaylarının çoğunun Filistinli milisler tarafından değil, İsrail ordusu tarafından gerçekleştirildiğini gösteriyor."
7 Ekim operasyonu, şiddet içermeyen tüm diplomatik yolları ve yöntemleri denemiş fakat sonuç elde edememiş insanların, ülkelerini işgale karşı koruma ve hayatta kalma mücadelesiydi.
Aksa Tufanı terör hareketi olarak değil, özgürlük mücadelesi olarak değerlendirilmelidir.
Öte yandan Batı'nın koşulsuz desteklediği İsrail, meşru müdafaa adına, kademeli soykırım politikasını devam ettirerek son beş haftada 11 bin Filistinli sivili öldürdü.
Ayrıca Siyonistlerin yaptığı bu soykırımın İsrailliler için daha güvenli bir ortam yaratacağını düşünmek en hafif deyimle garabettir. 75 yıldır işlenen suç, işgal, baskı ve zulüm, Filistinlilere ne topraklarını ne de haklarını unutturmamıştır. Tam tersine, tarihsel yaraların derinleşmesi, daha kararlı bir mücadelenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bugün işlenen insanlık suçlarını görmezden gelen Batılı ve Arap hükümetlerinin İsrail'e verdiği desteğe tanık olan çocukların, yarın ebeveynlerinden daha mücadeleci, azimli ve kararlı olacakları gerçeği kaçınılmazdır. Onların da yarının savaşmaktan ve vatanlarını işgalden kurtarmaktan çekinmeyen, birer "özgürlük savaşçısı" olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
- Ne demişti Numan Bey, "algı operasyonu" / 20.10.2024
- ‘Dikkat şeysidir’ algı operasyonları / 18.10.2024
- Yeni bir strateji / 09.10.2024
- ... gir cennetime / 30.09.2024
- Anglosakson ekseni / 26.09.2024
- Aselsan 2023… 2053… 2071 / 21.09.2024
- Imad 4 / 26.08.2024
- Time dergisine başlık: 'Rüzgara düğüm atmak' / 24.08.2024
- Fitiller ateşlendi / 23.08.2024