Pontus Cemiyeti'ni kuran ve teşkilatlandıran doğrudan doğruya Fener Rum Patrikhanesi'nin Yunanistan emrindeki papazlarıdır. Şu bir gerçektir ki, Türk Milleti'nin maddi ve manevi varlığına karşı bütün hıyanetleri daima Haçlı ruhu taşıyan papazlar idare etmişlerdir. Pontus suikasti, Türkiye'deki ekalliyetlerin karakterlerini göstermesi açısından çok ehemmiyetli bir misaldir. Dünyada hiç bir millet, hakimiyeti altındaki azınlıklara bizim kadar müsamahakar davranmamış, hürriyet bahşetmemiştir. Buna rağmen Türkiye'deki ekalliyetler, memleketimizi maddeten ve manen içerden kemirmekle kalmamış; memleket dışında da çeşitli fesat ocakları teşkil ederek bir an hıyanetten geri durmamışlardır. Müslüman Türklerin hudutsuz müsamahaya nail kıldıkları din ve kültür müesseselerini; bu müsamahayı suistimal etmek suretiyle birer ihtilal karargahı haline koymuş, din için giydikleri zifiri giysilerin masumiyetini suikast ve cinayetleri için bir maske olarak kullanmışlardır. Mütareke senelerinde uzun zaman Türkiye'de kalarak Türkleri ve dünya efkar-ı umumiyesine öteden beri zulüm gördükleri propagandasını yayan ekalliyetleri, yakinen tanıma imkanını yakalayan Harron Armstrong, Rum ekalliyet hakkında "hain", "nankör" ve "mefaatperest" tabirlerini kullanmıştır. Rumları daima Türkiye'ye karşı desteklemiş olan İngiltere'nin Türkiye nezdinde resmi memuru olan Armstrong'un şu sözleri ne kadar manidardır: "Yunanlılar baştan beri fena bir vaziyette idiler. Onların hedefleri boylarından büyüktür. Menbaları mahdut fakat hırsları sonsuzdu. Bu hırsı da Türkiye'de Rumlar körüklüyordu. Onları işve ile davet eden bu riyakarane tezahürat, Türklerin mevcudiyetlerini muhafaza için kükremeye başlamalarına kadar asırlarca devam etmiştir... Rumların içerisinde ihanetler baş göstermiş, Yunanlılar, Lloyd George'un yardımıyla bir "ehl-i salip" muharebesi açmışlardı. Yunalıların Türk topraklarını işgal için iler sürdükleri tek bahane, Rumların Türkler tarafından zulüm gördükleri ithamı idi. Yunanlılar, Anadolu'daki vatandaşlarını kurtarmak teranesiyle alemi oyalıyorlardı. Fakat yerli Rumlar onların vatandaşları değildi. Bunlar olsa olsa Türklerin vatandaşları olması lazımdı. Asırlarca Türk topraklarında huzur ve rahat içinde yaşamışlar, zengin ve müreffeh olmuşlardı. Hakikatte Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının vatandaşlık lafı asılsız ve lakırdıdan ibaretti. Bir gün Yunan Fevkalade Komiseri Katalepolus, İngiltere sefarethanesine gelmişti. İngiltere Fevkalade Komiseri ona: "Ümit ederim ki, artık ordularınız Anadolu'da ilerleyemez. Çünkü, ilerleyecek olursa, Anadolu'daki Rumlar öldürülür!.." demişti. Katelepolus, şu cevabı vermişti: "Keşke Türkler, Anadolu'daki Rumları öldürseler. Öldürseler ki, ilerlemek için bir bahane bulabilsek!.." O zaman, bir kaç hafta evvel vuku bulan şu hadiseyi hatırladım: Aydın'daki Rumlar; Türk askerlerinden korkarak, geri çekilen Yunan askerleriyle birlikte yola dökülmüşlerdi. Fakat Yunan kumandanları bunları geri kovmuştu. Çünkü bunların öldürülerek Yunanlıların ilerlemelerine bir sebep teşkil etmeleri isteniliyordu... İstanbul'da iken sabık Rus Çarının sarayında büyük bir mevkii olan Madam Sablin'le tanışmıştım. Bana, İstanbul hakkındaki hislerini bir org konserinden sonra anlattı ve beni Türkler ile dost olmaya davet etti: "Türkler büyük ve asil bir millettirler. Köylülerin de bile bu haslet elle tutulur haldedir. Bir de onlara bugün yukarıdan bakan şu Rum, Yahudi ve Ermenilere bakınız. İstanbul'daki Rum ve Ermenilerin serbestliğinde dahi ıslah kabul etmez bir kabalık göze çarpmıyor mu? Bunların nezaketi bile yapmacıktır. En zarif ve kibar görünseler de insanı tahriş ederler. Çünkü her hareketlerinde süfli bir mefaat hissi vardır. Haysiyet sahibi olan ve büyük bir medeniyetin sahibi Türkleri, bu nankör ekalliyet için zulme düçar ederken, devlet adamlarınız nasıl bir gayeye hizmet ediyorlar, bilmiyorum." Madam Sablin'in sözlerindeki hakikati ben, vazifem sırasında daha iyi anladım. Vatanlarını müdafaa için hayat memat kavgasına giren Türklerin arkasında bütün Asya kükremeye başlarken; yerli Rumlar, Yunanlılardan, yerli Ermeniler ve Bolşeviklerin kurdukları Ermenistan'dan uzaklaşıyor ve ilk fırsatta onlara lanet okuyordu. Çünkü Rumların gayesi, Yunan Megolo İdea'sından farklı olarak "Müstakil Pontus Hükümeti" idi. Bunu ne Vinezelos, ne de Lloyd George anlayabilmişlerdi..." (K. Mısıroğlu, a.g.e., s. 272-275.)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.