6 Kasım Dünya Şehircilik Günü dün kutlandı. Nasıl bir şehircilik sorusuna cevap arayalım mı?
Kentlerimiz, özellikle metropol kentlerimiz, insanlar için yaşanılmaz hale gelmiştir.
Bu hale gelmenin çok nedeni varsa da, en temel nedeni, kentsel arazinin, belli kesimler için rant amaçlı, köşe dönme aracı olarak görülmesi ve bu sorunu çözecek önlemlerin alınmamış olmasıdır.
Kentleşme için gerekli olan tesisleri ve hizmetleri gerçekleştirmek, kentsel arazinin varlığına bağlıdır. Bu arazileri elinde bulunduranlar -ki bunlar genellikle varlıklı kişilerdir- planlama ve planların uygulanması süreçlerinde çok etkili olurlar. Bu etkinin bir sonucu olarak kentlerimiz, kentsel ihtiyaçlara göre değil de daha çok kentsel araziyi elinde bulunduranların kişisel taleplerine göre şekillenmiştir. Artık pek çok çevrede paylaşılan bu durum, modern kentlerin kurulmasının önündeki en büyük engeldir.
Denilebilir ki, şehircilik anlayışımız, salt kent rantı üzerine kurulmuştur. Bu gerçek ortada iken, kentlerimizi modern kentler olarak yeniden oluşturmamız hayalden öteye gitmeyecektir. Asıl felaket ise, gelecek kuşaklara bırakılacak bu kötü mirasın düzeltilmesinin zorluğudur. Ve belki de imkânsızlığıdır.
İşte bu nedenle, ülkemizdeki kentsel dönüşüm süreci çok iyi değerlendirilmeli, eski yanlışları tekrarlayan uygulamalar bir daha yapılmamalıdır.
Ancak günümüzde kentsel dönüşüm ya da yenileme olarak adlandırılan çoğu uygulama, daha çok Hazine'ye ait boş veya kısmen işgal edilmiş alanların, sosyal amaçları belirsiz, yüksek yoğunluklu yerleşim yerleri oluşturmanın bir aracına dönüşmüştür.
Oysa, kentsel dönüşüm çalışmaları aceleye getirilmeden, yapıların yıkılıp yapılmasına indirgenmeden, kentsel mekânların ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullarının kamu yararı öncelikli, insan odaklı düşünülerek iyileştirilmesini amaçlamalıdır. İşte bu nedenle, kentsel dönüşüm konusu, öncelikle sürdürülebilir bir mülkiyet dönüşümünü de gerçekleştirecek, evrensel düzeyde kentsel yaşamın altyapısını oluşturacak, teknik, hukuksal, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla ayrıntılı bir biçimde ele alınması gereken bir konudur.
Aksine durumda, eski yanlışlarımızı "kentsel dönüşüm" adı altında tekrarlayarak kentlerimizi daha da yaşanılmaz hale getireceğiz.
Kentsel dönüşümün tarafları; öncelikle bu alanlarda yaşayan insanlar, yerel yönetimler, merkezi yönetim, şehir planlamacıları, sosyologlar, üniversiteler, meslek örgütleri, tasarımcılar, sivil toplum kuruluşları ve sektördeki müteahhitlerdir.
Görüldüğü gibi, çok sayıda aktörü içeren bu konuda hükümete düşen en önemli sorumluluk, taraflar arasında iyi bir koordinasyonla bu sürecin sürdürülebilir bir kent planlaması bağlamında yürütülmesini sağlamaktır.
Kentlerimiz, özellikle metropol kentlerimiz, insanlar için yaşanılmaz hale gelmiştir.
Bu hale gelmenin çok nedeni varsa da, en temel nedeni, kentsel arazinin, belli kesimler için rant amaçlı, köşe dönme aracı olarak görülmesi ve bu sorunu çözecek önlemlerin alınmamış olmasıdır.
Kentleşme için gerekli olan tesisleri ve hizmetleri gerçekleştirmek, kentsel arazinin varlığına bağlıdır. Bu arazileri elinde bulunduranlar -ki bunlar genellikle varlıklı kişilerdir- planlama ve planların uygulanması süreçlerinde çok etkili olurlar. Bu etkinin bir sonucu olarak kentlerimiz, kentsel ihtiyaçlara göre değil de daha çok kentsel araziyi elinde bulunduranların kişisel taleplerine göre şekillenmiştir. Artık pek çok çevrede paylaşılan bu durum, modern kentlerin kurulmasının önündeki en büyük engeldir.
Denilebilir ki, şehircilik anlayışımız, salt kent rantı üzerine kurulmuştur. Bu gerçek ortada iken, kentlerimizi modern kentler olarak yeniden oluşturmamız hayalden öteye gitmeyecektir. Asıl felaket ise, gelecek kuşaklara bırakılacak bu kötü mirasın düzeltilmesinin zorluğudur. Ve belki de imkânsızlığıdır.
İşte bu nedenle, ülkemizdeki kentsel dönüşüm süreci çok iyi değerlendirilmeli, eski yanlışları tekrarlayan uygulamalar bir daha yapılmamalıdır.
Ancak günümüzde kentsel dönüşüm ya da yenileme olarak adlandırılan çoğu uygulama, daha çok Hazine'ye ait boş veya kısmen işgal edilmiş alanların, sosyal amaçları belirsiz, yüksek yoğunluklu yerleşim yerleri oluşturmanın bir aracına dönüşmüştür.
Oysa, kentsel dönüşüm çalışmaları aceleye getirilmeden, yapıların yıkılıp yapılmasına indirgenmeden, kentsel mekânların ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullarının kamu yararı öncelikli, insan odaklı düşünülerek iyileştirilmesini amaçlamalıdır. İşte bu nedenle, kentsel dönüşüm konusu, öncelikle sürdürülebilir bir mülkiyet dönüşümünü de gerçekleştirecek, evrensel düzeyde kentsel yaşamın altyapısını oluşturacak, teknik, hukuksal, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla ayrıntılı bir biçimde ele alınması gereken bir konudur.
Aksine durumda, eski yanlışlarımızı "kentsel dönüşüm" adı altında tekrarlayarak kentlerimizi daha da yaşanılmaz hale getireceğiz.
Kentsel dönüşümün tarafları; öncelikle bu alanlarda yaşayan insanlar, yerel yönetimler, merkezi yönetim, şehir planlamacıları, sosyologlar, üniversiteler, meslek örgütleri, tasarımcılar, sivil toplum kuruluşları ve sektördeki müteahhitlerdir.
Görüldüğü gibi, çok sayıda aktörü içeren bu konuda hükümete düşen en önemli sorumluluk, taraflar arasında iyi bir koordinasyonla bu sürecin sürdürülebilir bir kent planlaması bağlamında yürütülmesini sağlamaktır.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023