Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın, 'Veda Hutbesinde İnsan Hakları' eserinde tarihte kadına bakış açıları hakkında şu bilgilere yer veriliyor:
"İnsan neslinin devamını sağlayan iki unsurdan biri olarak kadın, ilk insandan beri, tarihî seyir içerisinde hep bir münakaşa, bir tartışma konusu olagelmiştir. Tahrif edilmiş İseviliğe göre, Hz. Adem'in cennetten kovuluşuna sebep olarak eşi Havva gösterilmiş ve bütün kadınların bu günahın yükünü taşıdıklarına, bunun mirasçısı olduklarına inanılmıştır.
Eski İran'da yaygın olan Mazdek felsefesine göre kadın, havanın, suyun ve ateşin ortak kullanıldığı gibi ortak kullanılabilir. Uzakdoğu'da pek çok müntesibi bulunan ve Budizm'in kurucusu olarak kabul edilen Buda ise, yaşadığı sürece kadınları dinine kabul etmemişti. Hatta ilk ve ortaçağ Avrupası'nda kadının ruhu olup olmadığı konusunda bile tartışmalar yapılmıştır.
Cahiliye devri Arapları ise kadına toplumun en aşağılık mevkiini lâyık görür, kız çocuk sahibi olmayı bir utanç vesilesi olarak kabul ederlerdi. İslâm'ın zuhurundan önce kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri bu anlayışın bir neticesidir. Çağlar boyu kadın ya insanlığı tartışılan bir varlık ya da kötülüklerin asıl kaynağı olarak kabul edilmiş, dünyanın neresinde hangi cemiyette bulunursa bulunsun bu kaderden kurtulamamış, layık olduğu mertebeye ta İslâm güneşi insanlık âlemini aydınlatıncaya kadar ulaşamamıştır.
Tahrif edilmiş Hıristiyanlığın kadını günah kaynağı olarak kabul ettiğini izah etmiştik. Bir Hıristiyan papazı olan St. Bernard, Hz. Meryem'i kutsallaştırırken, diğer yandan Hıristiyan kadınını alabildiğine aşağılıyordu. Ortaçağ papazları kadını, Adem'in cennetten kovuluşunun sebebi olarak görür, onu yılanlardan bile tehlikeli kabul eder ve şöyle derlerdi: '"İki katlı bir evin üst kadında bir kadın varken bir erkek alt kata girse günahkar olur. Zira hava, kadınların günahını yayar."
Yine bir rahip olan St. Thomas ise, "Ancak hiçbir kadına dokunmadan gerçek bir İsevi olunabilir. Ancak evlenmeyenler kutsal Ruh'u taşıyabilir" der.
Ortaçağ Avrupa'sının kadını, insanî haklarından öylesine mahrumdu ki, evlenirken, sahip olduğu bütün malların sahipliği elinden çıkar ve kocasına intikal ederdi. Toplumun üst seviyesinde bulunsa, hatta kral ailesine bile mensup olsa durum değişmezdi. İlk ve Orta çağlarda Batıda kadının konumu bu idi.
Güya bir aydınlanma devri olarak kabul edilen Rönesans ve Reform'dan sonra da Avrupalı kadının kaderinde bir değişiklik olmamıştır. Kilisenin yoğun baskısına ve din tekelciliğine karşı bir tepki olarak doğan Rönesans ve Reform hareketleri ile kilisenin şahsında din alabildiğine inkar edilmişti. Ancak Batı insanı bu defa ikinci bir çıkmazın içine girmiş, aklı ve pozitivizmi dinin yerine koymuştur. Bunlar şimdiki materyalist Batı felsefesinin ilk tohumlarıdır.
Bütün bu hengame içinde kadının sadece zavallılığının şekli değişmiş, bu kez materyalizmin elinde bir araç haline dönüşmüştür. Yüzyıllar boyu bu kaderi yaşayan Batılı kadının nihâyet, özgürlük ve kadın hakları sloganlarıyla ortaya çıkması kaçınılmazdı ve öyle olmuştur. Fransız Devrimi'yle birlikte her alanda ortaya çıkan özgürlük fırtınasından kadınlar da nasiplerini almışlar, bu vadide feminizm bir felsefe, bir akım olarak değil, adeta kadınların cankurtaranı olarak ortaya çıkmıştır. Feminizm, sürekli ezilen Batı kadınının adeta erkeğe meydan okuyuşunun, erkekle çatışmasının belki de doruk noktasıdır." (devam edecek…)
- Mustafa Kemal ile beraber hareket dönemi-I / 09.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-VI / 08.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-V / 07.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-IV / 04.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-III / 03.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-II / 02.12.2020
- Ankara millî şahlanışa katılıyor-I / 01.12.2020
- Millî Mücadele’de din adamları-XI / 30.11.2020
- Millî Mücadele’de din adamları-X / 29.11.2020