"Aralık ayının (1918) sonunda çocukluk arkdaşım ve fikirdaşım dayızâdem Ahmet Erverdi ile birlikte Şam vapuruyla Trabzon'a hareket ettik. On günlük fırtınalı ve arızalı bir deniz yolculuğundan sonra Trabzon'a çıktık.
Trabzon o tarihlerde çok hareketli idi. İstilânın açtığı yaralar kabuk bağlamadan Mondros Mütarekesi'nin ağırlığı bu bölgenin üstüne çökmüştü. Kendilerini eski Pontus Krallığı'nın mirasçısı sayan yerli Rumlar İtilaf Devletlerinin yardımına güvenerek gemiyi azıya almışlardı. Fakat Trabzon'un uyanık halkı, vatansever aydınları Pontus yılanının baş kaldırmasına meydan vermemek, muhtemel felâketi daha başlangıçta önlemek için örnek bir birlik gösteriyorlardı. Genç-ihtiyar hepsi bir ağızdan konuşuyor, millet ve memleket müdafaasından başka bir kaygı göstermiyorlardı."
Cevat Dursunoğlu, "Milli Mücadelede Erzurum" adlı eserinde böyle diyor ve sözünü ettiği yolculuğun sonunda gelip gördüğü Erzurum'u da şöyle anlatıyor:
"Çocukluğumun en mesut günlerini içinde geçirdiğim ve 1915-1916 kışında tabyalarında dövüştüğüm Erzurum şehri bir enkaz yığını olmuştu. Savaştan önce seksen bin nüfusu oldukça refahla besleyen, çarşılarında, pazarlarında kalabalıktan geçilmeyen bu gösterişli sınır kentinden kocaman bir köy harabesi ortada kalmıştı. Savaş yıllarında onbinlerce insan tifüsten ve çeşitli bulaşıcı hastalıklardan ölmüş, istilâ öncesinde eli ayağı tutanlar muhacir olmuş, onbin kadar hemşehriyi de Ermeniler çekilirken öldürmüşlerdi. Şehirde kılıç artığı olarak üç, dört bin kişi kalmıştı. Bir bu kadar da köylerden buraya göç etmişlerdi. Bu yüzden şehir köyleşmişti. Ölümlerden kurtulan hemşehrilerle muhacirlikten dönenler yangınlardan ve patlayan cephaneliklerin depremlerinden arda kalan eski refahlı evlerinin harabelerinde birer ikişer oda tamir ederek içine sığınmışlar, geri kalan enkazı yakarak kışı geçirmeye uğraşıyorlardı. Dış görünüş umut verecek gibi değildi."
Ara-sıra tarih sayfalarını, özellikle yakın tarihin sayfalarını çevirmek, dikkatle okumak ve içimizdeki AB sevdalılarına da satır satır okutmak gerekiyor. Ecdadımıza, korkunç zulümleri, ölümleri reva görenlere bu muhabbet neyin nesi diye de sormak gerekiyor.
Trabzon o tarihlerde çok hareketli idi. İstilânın açtığı yaralar kabuk bağlamadan Mondros Mütarekesi'nin ağırlığı bu bölgenin üstüne çökmüştü. Kendilerini eski Pontus Krallığı'nın mirasçısı sayan yerli Rumlar İtilaf Devletlerinin yardımına güvenerek gemiyi azıya almışlardı. Fakat Trabzon'un uyanık halkı, vatansever aydınları Pontus yılanının baş kaldırmasına meydan vermemek, muhtemel felâketi daha başlangıçta önlemek için örnek bir birlik gösteriyorlardı. Genç-ihtiyar hepsi bir ağızdan konuşuyor, millet ve memleket müdafaasından başka bir kaygı göstermiyorlardı."
Cevat Dursunoğlu, "Milli Mücadelede Erzurum" adlı eserinde böyle diyor ve sözünü ettiği yolculuğun sonunda gelip gördüğü Erzurum'u da şöyle anlatıyor:
"Çocukluğumun en mesut günlerini içinde geçirdiğim ve 1915-1916 kışında tabyalarında dövüştüğüm Erzurum şehri bir enkaz yığını olmuştu. Savaştan önce seksen bin nüfusu oldukça refahla besleyen, çarşılarında, pazarlarında kalabalıktan geçilmeyen bu gösterişli sınır kentinden kocaman bir köy harabesi ortada kalmıştı. Savaş yıllarında onbinlerce insan tifüsten ve çeşitli bulaşıcı hastalıklardan ölmüş, istilâ öncesinde eli ayağı tutanlar muhacir olmuş, onbin kadar hemşehriyi de Ermeniler çekilirken öldürmüşlerdi. Şehirde kılıç artığı olarak üç, dört bin kişi kalmıştı. Bir bu kadar da köylerden buraya göç etmişlerdi. Bu yüzden şehir köyleşmişti. Ölümlerden kurtulan hemşehrilerle muhacirlikten dönenler yangınlardan ve patlayan cephaneliklerin depremlerinden arda kalan eski refahlı evlerinin harabelerinde birer ikişer oda tamir ederek içine sığınmışlar, geri kalan enkazı yakarak kışı geçirmeye uğraşıyorlardı. Dış görünüş umut verecek gibi değildi."
Ara-sıra tarih sayfalarını, özellikle yakın tarihin sayfalarını çevirmek, dikkatle okumak ve içimizdeki AB sevdalılarına da satır satır okutmak gerekiyor. Ecdadımıza, korkunç zulümleri, ölümleri reva görenlere bu muhabbet neyin nesi diye de sormak gerekiyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Doymayan gözden ve ürpermeyen kalpten… / 19.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024
- Bayram gelmiş! / 09.04.2024
- Ağır misafiri yolcu ederken… / 08.04.2024
- Doğru tartan bir kantara çıkmalı / 06.04.2024
- ‘Demir olsa erir odunsa yanar Bakın yüreğine taş mı bağlamış?’ / 05.04.2024
- Gazzeli çocukların çığlıkları çarpmış olabilir mi? / 04.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024
- Bayram gelmiş! / 09.04.2024
- Ağır misafiri yolcu ederken… / 08.04.2024
- Doğru tartan bir kantara çıkmalı / 06.04.2024
- ‘Demir olsa erir odunsa yanar Bakın yüreğine taş mı bağlamış?’ / 05.04.2024
- Gazzeli çocukların çığlıkları çarpmış olabilir mi? / 04.04.2024